Ramazan Yaklaşıyor

 

Üç aylara girdik, Ramazan yaklaşıyor. Müslüman kesimin sorumlularının, aydınlarının, vazifelilerinin kutsal ay için bir hazırlığı var mı? Bir arayış içinde olan, mânevî bir boşluk içinde bulunan gençlere, halka, okumuş kesime ne gibi mesajlar verilecektir? Dağıtılmak üzere ne gibi risâleler hazırlanmaktadır? Nasıl bir müjdeleme, dâvet, tebliğ seferberliği havası içine girilecektir?

Maalesef Müslümanların büyük kısmı Ramazan’ı oruç, ibadet ve kendine çeki düzen verme ayı olarak değil; sahur, iftar, oruç tuttuktan sonra tıka basa yeme içme mevsimi haline getirmişlerdir.

Yine tantanalı iftar-show’lar verilecek, beş yıldızlı otellerde, etlerin şarapla terbiye edildiği lüks restoranlarda, pilava bile “cherry” (kiraz likörü) konulan mahallerde; lükse, israfa, kibre, gurura, dünya sarhoşluğuna yönelik ihtişamlı ziyafetler verilecektir. Bunlara oruç tutmayan kişiler de çağırılacak, gazete ve televizyonlarda yorumlar yapılacaktır.

Birtakım teşkilatlar, cemaatler fakirlerin, yoksulluk çekenlerin, geçim sıkıntısı içinde bulunanların hakkı olan zekâtları bile toplayacaklardır.

Minarelerde ışıklar yakılacak, teravihlere biraz cemaat gelecek, fıkıh kurallarına aykırı olarak tek kısa âyetlerle paldır küldür kerahatli namazlar kılınacak, mübarek Ramazan ayı bir hay ü huy içinde harcanacaktır.

Kendi beyinsizliklerimiz ve günahlarımız yüzünden ne büyük sıkıntılar içindeyiz. Bize, inançlarımıza göre bir hayat sürme hakkı ve hürriyeti tanınmıyor. İslâmî kimliğe sahip olmamız hoş görülmüyor. Uğradığımız bu zulümlerin, cevr ü cefanın asıl sebebi bizim doğru dürüst Müslümanlar olamayışımızdır. Allah’ı unutur ve dünyaperest olursan elbette halin iyi olmaz.

Müslüman kesim bir ara pek rahattı. Ülkede az buçuk demokrasi vardı. Fazla karışan görüşen yoktu. Tehdit, baskı yok denecek kadar azdı. Müslümanlar bu hava içinde yayıldılar, yan gelip yattılar. Bu yazdan sonra güz ve kış gelir, hava bozar diye düşünmediler, tedbir almadılar. Ehl-i iman olmayacak dualara âmin dediler. Birtakım efendiler, hazretler, baronlar, mehdiler, gavslar, kutublar, kurtarıcılar, mücahidler fareli köyün kavalcıları gibi peşlerine ehl-i İslâm’dan milyonlarcasını takıp istedikleri yöne götürdüler.

Allah’a, Peygamber’e, Kur’ana, Şeriat’a, islâmî mukaddesata küfredilince, saldırılınca ses çıkartmayan dengesizler, kendi şeyhlerine ve hocalarına fiske vurulunca küplere biniyor, ateş kesiliyorlardı. Bunlar ne biçim Müslümandı?

Müslümanların başını çeken adamların, 1985 ile 95 arasındaki geniş, iyi, fırsatlı, imkânlı günlerde islâmî bilgi bankaları, dokümantasyon merkezleri, stratejik araştırma enstitüleri, güçlü ve üstün bir medya kurmaları; Ümmet-i Muhammed’i birleştirmek için çalışmaları gerekirdi. Bunlar yapıldı mı?

Din adına ortaya çıkanların bir kısmı yalan söylediler, emanetlere hıyanet ettiler, vaadlerinden dönmeyi alışkanlık haline getirdiler.

Öyle din baronlukları peydahlandı ki, sanki onlara göre dinin esası daha fazla taraftar ve daha fazla para toplamaktı.

İbadet etmek; takvalı, ahlâklı, faziletli olmak; ihlas, istiqamet, mürüvvet sahibi olmak; var gücüyle ilim, irfan, kültür ve muhabbet edinmeye çalışmak gibi konular ihmal edildi. Din işleri zekâ özürlülerin ve cin fikirlilerin cirit attığı bir meydan haline getirildi.

İşte yeni bir Ramazan geliyor. Hâlâ tefrika, hâlâ bir sürü hizbe, fırkaya, cemaate, gruba bölünmüşlük, hâlâ bir İmam-ı Kebir seçip de onun etrafında birleşmemek. Hâlâ gaflet, nefsperestlik, lüks, israf, aşırı dünya sevgisi, hubb-i riyaset, dedikodu, mâlâyâni.

Ramazan’da lüks iftardan lüks iftara koşanlar, Ezan-ı Muhammedî okununca niçin camilere koşmuyor?

Tek Çare: Din Hürriyeti

Din istismarının (sömürüsünün) en büyük ilacı din hürriyetidir. Bugün ülkemizde üzücü ve nefret ettirici bir mukaddesat sömürüsü vardır. Çünkü Müslümanlar inandığı gibi yaşamak, teşkilatlanmak, din eğitimi yapmak hakkından mahrum bulunmaktadır. Tabiî ki, bir miktar din hürriyeti vardır. Fakat asla yeterli değildir.

Laikliğe bağlı olduklarını iddia edenler, şayet samimî insanlarsa ülkemizde gerçek bir laiklik sistemi tesisi için çalışsınlar. Rum Ortodoks, Ermeni Gregoryen, Ermeni Katolik, Süryanî, Musevî cemaatleri kendi ruhanî başkanlarını, Patriklerini, Hahambaşılarını nasıl kendileri serbestçe seçebiliyorlarsa, çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar da kendi İmam-ı Kebirlerini seçebilmeli, “Türkiye İslâm Cemaati Teşkilatı”nı kurabilmelidir.

İslâm dini ilim, irfan, ahlâk, fazilet, barış, kemal; iyilik, doğruluk, güzellik dinidir. Din sömürüsü yapanlar, İslâm temsilcisi değil, Müslüman karikatürüdür ancak.

Din istismarının, mukaddesat sömürüsünün en büyük sebebi câhillik ve baskıdır. Müslümanlar uzun yıllardan beri baskı altında tutulmaktadır. İslâmî kesimde yeteri kadar âlim, ârif, zarif, geniş kültürlü, olgun, ahlâk ve fazilet sahibi adamlar yetişememektedir. İstisnâî kişiler kuralı bozmaz.

Müslümanlara tam bir din hürriyeti, eğitim hürriyeti, teşkilatlanma hürriyeti verildiği zaman şarlatanlar, soytarılar, arivistler, sömürücüler, mâceraperestler, sahtekârlar, hokkabazlar, mukaddesat bezirgânları sahneden çekilmek zorunda kalacaktır? Katolik dünyasında din sömürüsü var mı? Yok. Çünkü onların Papalık teşkilatı var, sıkı bir hiyerarşileri var. Yeni Gine adasının hücra bir köşesinde vazife gören misyoner papaz bile o hiyerarşiye bağlıdır. Bu yüzdendir ki, misyonerlik hizmetine, içinde çamaşır bulunan küçük bir valizle giden papaz, on sene sonra dönerken yine o tek valizle geri gelmektedir. Bizde ise nice hizmetler birtakım yiyicilerin, soyguncuların, hortumlayıcıların, rantçıların mal ve cah ihtiraslarına kurban ve âlet edilmektedir.

Eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanında Şeyhülislamlık makamına bağlı bir “Meclis-i Meşâyih” (Şeyhler Meclisi) vardı. Tarikatların, tekkelerin, zaviyelerin, dergâhların başına geçecek şeyhleri bu meclis seçer ve tâyin ederdi. Herhangi bir yolsuzluk, suiistimal, dine aykırı, ahlâka münâfi bir iş olduğu zaman müfettişler gider, tahkikat yapar, suçlu biri çıkarsa cezalandırılırdı.

Bu devirde islâmî cemaatlerin, tarikatların bazısı holding, çokuluslu dev şirket gibi çalışmaktadır. Paranın ve menfaatin olduğu yerde elbette kirlenme olacaktır.

“Biz Müslümanlara, ABD’de, İngiltere’de, ileri medenî ülkelerde olduğu gibi hürriyet veremeyiz” mi diyorlar? O halde, Türkiye’nin büyük sarsıntılar geçirmesine hazır olsunlar. Hem hürriyetsizlik, hem de din istismarı yüzünden memleketin başına çok işler gelecektir.

Müslümanlara niçin Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Sabataycılara, Farmasonlara verdikleri ve tanıdıkları hürriyet kadar hürriyet vermek istemiyorlar? Hürriyet onların babalarının hakkı mıdır ki, bunu ülke halkının ezici çoğunluğundan esirgiyorlar? 09 Kasım 1998 Pazartesi