Mehmet Şevket EYGİ ile Yapılmış; Aktüel Meselelere Işık Tutan Bir Röportaj ve Ahmet ALTAN’a Ait Düşünülmesi Gereken Uyarıları İçeren Bir Yazı

Mehmet Şevket EYGİ İle Röportaj

“VAKİT Gazetesi” – 14 Mayıs 2007

Köşk’e neden içki içen birini istiyor? Gül’ü asıl kim engelliyor? Kanlı Pazar’da payı var mı? Neden evlenmiyor? Tesettür konusunda ilginç eleştiriler…

Muharrem Coşkun’un Röportajı

Şu anda da Milli Gazete’de günlük olarak çeyrek sayfa yazı yazıyor. Son günlerde Köşk Seçimi’nde yaşanan gerilimle ilgili kaleme aldığı yazılar ise çoğu kez olduğu gibi yine muhafazakar kesimden tepki aldı. Daha çok muhafazakarlara yönelik eleştirileri ile dikkat çeken Eygi ile Cumhurbaşkanlığı seçimini, sanatı, muhafazakarların durumunu, tesettürü ve neden evlenmediği de dahil pek çok konuyu konuştuk..

İsterseniz en sıcak konuyla, cumhurbaşkanlığı seçimiyle başlayalım. Siz yazdığınız yazılarda Köşk’e çıkacak kişiyi tarif ederken eşinin başının açık ve gerektiğinde viski içebilecek yapıda özgürlükçü bir liberalden bahsettiniz. Nedir bunun sebebi?

Türkiye’de binlerce mozaik parçasından oluşan bir tablo vardır. Geniş bir mozaiktir. Ankara’da da Çankaya’nın tepesinde cumhurbaşkanlığı vardır. Dindar, namazında bir cumhurbaşkanı belli derin çevreler tarafından istenmemektedir. Bunlara göre, Türkiye’nin birtakım realiteleri vardır, bir rejimi vardır. Bu rejimin kurumları vardır. Ama bu rejim demokratik değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce yazdığım iki yazıda da Recep Bey’in (Başbakan) ve dindar birinin seçilmesinin bazılarını rahatsız edeceğini yazdım. Ve gelinen noktada -ne yazık ki- haklı çıktım.

Ne yapılmalıydı?

Bir uzlaşma lazım. Diyelim ki yüzde 19’u temsil eden CHP yaklaşmadı. Diğer kesimlerle uzlaşı aranabilirdi. Dediğim gibi Köşk için liberal, demokrat, eşinin başı açık, gerektiğinde viskisini de içen biri Çankaya’ya teklif edilebilirdi. Dindar bir cumhurbaşkanının Çankaya’ya çıkmasını sindiremeyecek etkili güçler ne yazık ki direnecektir.

“Cumhur”

halk demektir. Bu halkın ezici çoğunluğu da Müslümandır. Toplumun çoğu içki içmez. Bu durumda viski içen birisi, cumhuru nasıl temsil edecek? Nasıl yakışık alacak?

Türkiye’de gerçek bir demokrasi yoktur. Vesayet demokrasisi vardır. Vesayet kelimesinin altını çizelim. Demokrasi sadece kelle sayısına, keyfiyete dayanan bir şey değildir. Demokrasinin en güçlü tarafı keyfiyet ve vasıf tarafıdır. Sonra demokrasi halkın 4 ya da 5 yılda bir sandık başına gidip oy verip birini iktidara getirmesi de değildir. Demokrasi son derece girift, bir satranca benzeteceğimiz sistemdir. Bugün Türkiye’de ev kadınından işçisine herkes politikadan bahsediyor. Bunlar politikadan anlamazlar ki, anladığını zannedenler hiç anlamazlar. Diyorsunuz ki halkın ezici çoğunluğu.. Evet haklısınız ama Türkiye’de birtakım güçler ve gölge iktidarlar vardır.

TÜRKİYE’DE ÇOK İKTİDAR VAR

Halkın oy vererek iktidar yaptığı hükümetler, halkın iradesini bu bir avuç egemen azınlığa mı bırakacak?

Öyle bir şey hiç söylemedim ben… Satrancı akıllı oynayalım diyorum, ‘teslim olmayacağız’ derken de gemiyi kayalara çarpmayalım. Batırmayalım. Bir kere dünyanın her tarafında finans, endüstri ve iktisat iktidarı vardır. Bizde bunu TÜSİAD temsil ediyor. Bununla kazanacaksan savaşa girmelisin. YÖK ayrı bir iktidardır, ordu kendine göre çok büyük bir güçtür ve kendini ilgilendiren yasaların dışına çıkabilmektedir. Birtakım gizli derin güçler vardır. Bir Sabetaycı medya vardır.. Türkiye’de bunların dışında da birtakım lobiler vardır. Bugüne kadar önceki iktidarlar ülkenin çoğunluğu olan Müslümanlarla bile uzlaşı aramadığı halde bugün uzlaşmadan bahsedebilmektedirler…

Yazılarınızdaki bir diğer bilgi de “Çankaya’ya Müslüman ve hakiki Türk çıkarmazlar” ifadesiydi. Bunu neye dayanarak yazdınız?

Elde belge yok, fakat birtakım istihbarat ve söylentiler var. Lozan Anlaşması biliyorsunuz çok fırtınalı geçmiştir. Hatta bir ara kesilmiştir. Ardından, Yahudi Hahambaşı Haim Nahum başta Paris ve Londra olmak üzere Batılı devletleri dolaşarak iknaya çalışmış ve sonunda delege olarak gittiği Lozan’da teminatlar vermiştir. Necip Fazıl da Büyük Doğu’da yazdı. Gizli protokol imzalanmış ve Türkiye adına sözler verilmiş. İddia şudur: İslam dünyası ile ilgilenilmeyecek, İslami rejim olmayacak, İslamiyet dışlanacak… İstihbari bir bilgidir. Ama bu söylentiler realite ve uygulamalarda ortaya çıkıyor. Birtakım büyük makamlara Müslüman bir Türk’ün çıkması mümkün değil.

Neden peki?

Efendim Türkiye vesayet altındadır. Turgut (Özal) Bey nasıl başbakan, cumhurbaşkanı oldu? Sadece kendi marifetiyle olmadı. Hanımı marifetiyle, hanımının başı kapalı olsaydı oraya çıkarmazlardı.

Diyelim halk yüzde 70’le eşi başörtülü birini seçti. O zaman ne olur?

O da mümkün değil… Ahmet Altan’ın
“3. Dünya Savaşı Türkiye’den çıkacak”
(07.05.2007)
yazısını
okudunuz mu? Orada bu anlatılıyor.

TESETTÜRDE PEMBE-MOR PANAYIR YAPIYORLAR

Günümüz kadınlarının giyimlerine de ciddi eleştirileriniz var. Nedir bunun sebebi?

İslam medeniyetinde iki türlü tesettür vardır. Biri şer’i, diğeri kültürel tesettürdür. Meselâ 1900’lü yılların başında İstanbul’da hanımlar çarşaflı peçeli geziyorlardı. Ama bugün Türkiye’de Müslümanlar kendi kültürlerinden koptuğu için çok acayip renklerde kıyafetler uydurdular. Mesela bir hafta sonu Sultanahmet’e gelin, rengarenk, dar yırtmaçlı etekler, pembeler, kırmızılar, maviler, yeşiller, sarılar… Kardeşim bu ne şeriatın ne de İslam kültür medeniyetinin tavsiye ettiği bir şey. Tamamen tesettür adı altında rüküşlük sergiliyorlar.

Müslümanlar kendi moda müesseselerini de kuramıyorlar. Bir etek, bir manto, bir Avrupa’dan gelme eşarp tesettür diye pazarlanıyor. Müslümanlar, bu kadar mı şahsiyetsiz.

Kendi kültürümüzle yabancı düşmüşüz. Mesela camide cemaat takke takmaz hale gelmiş. Evlerini İslam’a göre dizayn etmez. Bir hat levhası bile alamıyoruz.

İslami şahsiyetçilik diye bir şey var. Başını örtmekle Müslüman mı olduklarını sanıyorlar? Tesettür konusunda, pembe kırmızı mor panayır yapıyorlar. Bunun tenkit edilmesi lazım. Rezalet efendim, rezalet. Başlarını örttükleri eşarplar bile Avrupalıların saçma sapan eşarpları..

Türkiye’de sadece kılık kıyafet de değil, kasıtlı olarak tapu senedi olan binalar tahrif edilmiştir. Müslümanlar bunun farkında olamamışlardır.

BİRKAÇ KEZ KIZ İSTEDİM, OLMADI

70 yaşını geçtiniz ve bekarsınız. Gençlere de tavsiye eder misiniz bekar kalmayı?

Herkes bekar kalırsa Müslüman nesli tükenir. Ama şöyle bir hadis var
“İkinci kuşaktan sonra evladı iyalsiz olmakta yarar vardır” diyor peygamber. Yani tek başına yaşamayı öğütlüyor.. Ama istisnai bir şeydir. Çok müstesna genç için bekarlık büyük kayıp değilse bekar kalması evladır. Mesela Bediüzzaman kendini hizmete verme düşüncesiyle evlenmemiş.

Hiç kız istediğiniz veya aşık olduğunuz oldu mu?

Birkaç kere kız istedim, ama başımdan çok olay geçti. 30 senem yurtdışında geçti. Bu şartlarda nasıl evlenecektiniz? Böyleymiş kısmetim kaderim, hiç şikayetçi de değilim. Kendime göre ufak tefek hizmet etmeye çalışıyorum.

Yalnız değilsiniz ama, kedileriniz var. Kaç tane?

8 kedim var. Hasta hamile bir sokak kedisi vardı, acıdım eve aldım, yavruları büyüyünce gönderdim. Şimdi benim kedilerden biri hamile… Banyoda da iki kuş yuvası var. Kuşların bana güvenmesi de mutlu ediyor.

Bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim.
Medya bir devlettir. YÖK bir devlettir. Türkiye bir yargı vesayetine doğru gidiyor. Bunları anlamadan iktidar olamazsınız. Gücün yok kardeşim. Ezici çoğunluğu temsil ediyorsun fakat bu çoğunluğun, medyada, YÖK’te, yargıda ve orduda ağırlığı yoktur. Yaptırtmak istemiyorlar.

Türkiye’de başörtüsü sorununu da ancak Laikler ve çağdaşlar çözer. Fakat bu İslamcı dindar kesim tenkit ederse iktidarı, başörtüsü meselesini çözemediği için tenkit ederler veya iktidara mensupsa, efendim ne yapsınlar onlar da germek istemiyorlar diyerek kendilerine göre tevile giderler. Köy kültürü ve zihniyetiyle Türkiye’nin hiçbir problemini kökten halledilemez.

Hakaret değil mi bu?

Ne münasebet efendim… Bu sosyolojik bir hadisedir. Sosyal bir teşhistir. Bunlar köy kültürüyle değil şehir ve medeniyet kültürüyle halledilir.

Peki bu yasakları koyanlar, 80 yıldır ülkeyi yönetenler ne kadar şehirli ve medeni..?

Yine size Ahmet Altan’ın o yazısını  önereceğim. Orda diyor ki; “Keşke ırk ve din esasına dayalı çatışmalar olsaydı, fakat kültür kopukluğu var. Bu kopukluğu bağlamak artık mümkün değil.” Siyaset beyin ameliyatından daha önemli olmalıdır. Milletvekilliği, ikbal peşinde değilim ama, benim evimin damını da başıma geçirecekler. Niçin? Türkiye’de radikal bir hareket olursa bir takım beyinsizler yüzünden bizi de götürecekler. Oysa ben bunu hak etmiyorum. Ama kurunun yanın da ben de yanacağım.
Türkiye’deki siyaset hareketi tamamen köylü ve taşra hareketidir.

KALELERİN ELDEN GİTMESİ KAVGASI YAŞANIYOR

Müslümanlar ne yapmalı peki?

Türkiye’de iki büyük parti vardır. Bunlar bildiğimiz siyasi partilerden değildir. Birisi İslam’a sırt çevirmiş, Batı’ya dönük sekülerleşmiş bir partidir. Bunlar azınlıktır ama çok güçlüdür. İkincisi de, tarihi devamlılık çizgisinde yürüyen, bu memleketin genel kültür, dinine, geleneklerine bağlı çoğunluktur. Binaenaleyh, Türkiye’de Müslümanlar satranç oynamayı iyi öğrenmeli aksi halde işi berbat edecekler. Bir takım reçete, çare çözüm koysunlar.

27 Nisan tarihli Genelkurmay Bildirisini nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’de gerçek demokrasi yok ki vesayet demokrasisi var. Erken seçim kararına yani halkın seçimine bile karşı çıkıyorlar. Türkiye bir kaosa doğru gitmektedir. Kaşı taraf, YÖK, Köşk, TSK gibi kaleler yapmışlardır. Bunlardan hiçbirinin elden gitmesine izin vermek istemiyorlar.

Bazıları 1980 sonrası ABD’nin Yeşil kuşak projesinden bahsediyor. Sizce RP ve AKP bu kuşağın meyvesi mi?

Her hadise bir takım hadiselerle meydana gelmektedir. İslamiyet Türkiye’nin en büyük gücü olsun, güçlü olsun ama bir takım güçler, ülkeler bunların arasına ajan, provokatör sokmasın. Bu mümkün mü! Bunlar da ‘İslam’ın yükselmesini istiyoruz’ diyerek çalışıyorlar, mesela dinler arası diyalog, lıht İslam, ılımlı İslam, reformist İslam gibi..

HADİS AYIKLAMAK DİYANET’İ AŞAR

Sizce Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı vazifesini yapabiliyor mu?

Diyanetin tek vazifesi İslamiyet’in geniş çatısı altında dini hizmetler yapmasıdır. Fetva veremez. Şimdi bir komisyon varmış şüpheli hadisler ayıklıyormuş, bu diyanet değil hıyanet olur yahu. O Diyanetin işi değildir, Diyanet siyasi vesayet altındadır. Laik rejimin genel müdürlük seviyesindeki kurumu hadis ayıklamaya kalkamaz. ‘Şunu yapın bunu yapmayın’ emri alan kurum bunu yapamaz. Hadisleri zaten 1400 yıldır ulema sınıflandırmış, ayıklamış. Siyasi otoritelerin emriyle bu yapılamaz.

Ben 27 Mayıs 1960 ihtilali olunca Diyanet’te çalışıyordum, oradaki baskıları gözümle gördüm, kulağımla duydum. O günden bugüne daha da artarak devam etmiştir bu baskılar.

Fetvalarına güvenilir mi?

Kadınla tokalaşabilirsin fetvasına güvenemezsiniz meselâ. Böyle aykırı bazı fetvaları var tabii. Kur’an’a, sünnete ve fıkha aykırı fetvalar verilemez.

Diyanet bugün “Başörtüsü farzdır, baskı yapılması hem dini hem insan hakkına aykırıdır” diye muhtıra yayınlamalıdır.
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”
diyor Efendimiz.

KANLI PAZAR “İFTİRA”

Sizin 1969 yılında 6. Filoya karşı yapılan eylemde kışkırtıcı ve Kanlı Pazar’ın aktörü olduğunuz iddia edildi yıllarca.. Nedir olayın aslı?

Hiç alâkam yok. Ben Suudi Arabistan’dayım, posta çalışmıyor, telefon yok, birkaç gün önceden hat alacaksınız Cidde’den Roma’ya Roma’dan İstanbul’a bağlanacaksınız.. Bu mümkün olan bir şey değildi. Bir tomar yazı yazmışım onları Türkiye’ye göndermişim, neymiş; o gün yazı yazmışım yazımda cihada davet diye bir şey yer almış. Bu, solcuların işlediği, solcularla paralel çalışan bir takım İslamcıların uydurması.

Neden Sizi sorumlu tuttular peki?

O zaman Türkiye’de solcular çok kuvvetliydi, Küba’daki komünist hareketi gibi Deniz Gezmiş’in başını çektiği hareket bir Marksist devrim yapma hazırlığındaydı. Biz bunlara karşı çıktığımız ve halkı bunlara karşı tahrik ettiğimiz için bu suçlama yapıldı.

Amerikancı mıydınız?

Yok canım. Ben bir Müslüman olarak hiçbir zaman Amerikancı olmam. İslam’ın ilk Müslümanları Habeşistan’a gittiği için Habeşci mi oldular?

Ama gazetenizde o dönemde yazdıklarınız?

Yoooo… Hayır efendim ben ne yazdığımı gayet iyi biliyorum. Ben Amerika’yı tutmuyorum ki, komünistlere verip veriştiriyorum.

ABD’nin istediği de bu değil mi?

Bana ne? Olsun efendim.. Amerika istiyor diye, ben siyasetimden vazgeçemem ki. Amerikancı olsam Arabistan’da ne işim vardı?

AHMET ALTAN’IN YAZISI

Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye’den çıkabilir…

Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye’den çıkabilir…

Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeyle sakatlandı. Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme” artık iyice keskinleşti.

Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısının önünde çıkaran, kadınlarının başını örttüğü, erkeklerinin sokağa pijamayla da çıkabildiği, erkek çocuklarının kahveye gittiği, kızlarının tam bir baskı altında yaşadığı, türküyle arabesk arası bir müzikten hoşlanan, belki de hiç kitap okumamış, hiç dansetmemiş, hiç karı koca birlikte lokantaya gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, evlerinde floresan lamba yakan, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli kalabalık bir kitle var.

Diğer yanda ise kız lisesiyle Robert Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dansetmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okumuş, müzik zevki pop şarkılarla klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızların flörtüne izin verilmese bile göz yumulan, Allah’a inanan ama ibadete pek aldırmayan, kadınlarının başını örtmediği, şarabın kalitesinden pek anlamasa da kadın erkek bir arada gidilen bir gezmede içki de içmiş, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da okumuş yazmış, Batı standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk.

Onları, Batı’daki sınıflar arasında ortak bir zevk yaratan kilise müziği, dini resimler, İncil’in sinemalara bile yansımış hikayeleri gibi birleştirecek kültürel bir zemin yok.

Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden farklı. Hattâ birbirine düşmanca.

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar.

Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık. İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma ihtimalleri yok.

Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor. Daha Batılı olan “ikinci grup”, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için Batı’ya ve Batı’nın demokratik değerlerine düşman oluyor.

Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman olan kesim ise iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için Batı’yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.

Bu kültürel parçalanmada “ordu” önemli bir role sahip. Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek. Aslında birinci grubun ocuklarından oluşan ordu , kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar. Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, “devletle” arası iyi olmadığı için malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
İkinci grup parasal güç olarak da kuvvetli değil. Dış dünyayla iş yapan, dışardan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı ikinci grubun arkasında. İkinci grup, siyasetle, demokrasiyle iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından şimdi
siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.

Cumhurbaşkanı seçimi kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu. Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor. Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.

Peki, darbe olursa ne olur?

Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan grup orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı’nın desteğini kaybeder.

Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar.

Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında.

Ama Amerika’nın önünde de ciddî bir engel var. “Demokrasi getireceğim” diye Irak’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki “darbeyi” niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir “zorlamayı” gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak. Silahını ve parasını Batı’dan alan bir ordu ve ülke, Batı’dan koptuğunda ne yapacak? Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabını buldular.

Türkiye’de darbe olursa, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş yeni bir oluşumla karşılaşacak dünya.

Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve İran’la ortaklık kurmak isteyecek.

Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak. Rusya’yla İran’ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye’yi bir süreliğine de olsa ayakta tutmaya yeter. Ama Rusya, Türkiye, İran bloku dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele geçirir.

Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder. Kafkaslar’ı, Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi gücüne katar.

Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir.

Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya’dan oluşan”Batı”nın dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir biçimde azaltır. Yeni blok asker, enerji ve para açısından çok güçlenir. Böylece,
Türkiye’deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.

Asla böyle bir şey olmaz” diyebilirsiniz… Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin.

Ama, ya olursa… Ki bana çok mümkün geliyor. O zaman ne yapacaksınız? Bugün Türkiye’de kamplaşan ve bölünen insanların da… Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan, eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla çok görkemli, bir yanıyla çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine “başöğretmenlik” yapmaya kalkan Avrupa’nın

da…

Türkiye politikasında “ikili” oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın da… Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu. Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil. Hiç unutmayın ki ilk dünya savaşı tek bir tabancanın patlamasıyla başlamıştı.

07 Mayıs 2007 Pazartesi