Yeşil Sermâye
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Cumartesi28 Şubat’tan sonra nice mantıksız iş yapıldı. Dindar Müslüman işadamlarına cephe alındı, onların sermayesine “Yeşil sermaye” adı verildi. Paranın yeşili, kızılı, sarısı mı olur; oldu işte.
Düzencilerin yeşil sermaye dedikleri iş sahipleri ne yapıyorlardı? İş yerleri, fabrikalar kuruyor, istihdam imkanı temin ediyorlardı. Devlete vergi veriyorlardı. Dışarıdan, Almanya’daki ve başka ülkelerdeki işçilerimizden milyarlarca dolarlık döviz getiriyorlardı. İhracat yapıyorlardı.
Birkaç yıl önce büyük gazetelerden biri “Yimpaş, Yozgat’ı ele geçirdi” meâlinde bir manşet atmıştı. Bir vilayet merkezinde fabrikalar, işyerleri kurmak orayı ele geçirmek şeklinde anlaşılıyor ve bundan kaygı duyuluyordu. Aynı hassasiyet dışarıdan gelen Hıristiyan ve Yahudi sermayesi için gösterilmiyordu.
Anadolu’da küçük ve orta boydaki işyerlerinin, atölyelerin, fabrikaların, sanayiin gelişmesi İstanbul’daki iktisat ve ticaret baronlarını çok üzüyordu. Kimisi Bekaa Vadisi’nde terörizm tatbikatı yapmış, birtakım ideologlar, provokatörler, manipülatörler kışkırtıp duruyorlardı birtakım güçleri yeşil sermaye aleyhinde.
Son yıllarda pıtırak gibi çoğalan holdinglerin hepsi de sağlıklı mıydı, samimi miydi? Elbette değildi ama, bunların hepsi de ülkeye nehirler gibi döviz akıtıyor; kimisi az, kimisi çok iktisadî canlılığa, kalkınmaya hizmet ediyordu.
1980’den sonra hazinemiz iflâs etmiş, içinde 60 cent döviz kalmamıştı. Turgut Özal ülkeye döviz celbetmek için bir kısmı hayalî de olsa ihracat seferberliği başlatmış ve birkaç yıl içinde hem devlet hazinesi, hem de özel sektörün kasaları dolarla, markla dolmuştu. Militan ultra lâiklerin Yeşil sermaye diyerek feryatlar kopardıkları müesseseler hayalî ihracattan bin kere daha temizdi.
Bunlar baltalandı. Anadolu’daki küçük ve orta boydaki sanayi baltalandı. Bir yanda da ülke iliklerine kadar soyuldu soğana çevrildi. Sonunda iflâs ettik, korkunç bir krizin girdabına yuvarlandık.
Dış ülkelerdeki işçilerimiz temiz, fakat genellikle biraz saf ve çabuk inanır kimselerdir. İslâmî hizmetler ve holdingçilik konusunda elbette ki, birtakım istismarlar, sömürüler, aldatmalar, hukuk ve ahlâk dışı hareketler olmaktadır. Bunlar zamanla düzelecekti. Altın mutluluk zinciri, Titancılık metoduyla para toplayanların iplikleri pazara çıkacaktı. Yeşil sermaye diye karalanarak, ülkeye büyük miktarda döviz getiren bütün müesseselerin toptan karalanması, onlara karşı bir tehdit ve yıldırma-sindirme kampanyası açılması devlete, millete, vatana çok pahalıya mal olmuştur.
Ülkemizin en büyük bisküvi, çikolata, şekerleme fabrikasının sahipleri dindar kişilerdir. Dindar olmak suç mudur? Değildir ama, ültra ve militan lâikçiler bu fabrikaya, sahiplerine bir ara sanki savaş ilân etmişlerdi. İşi o kadar azıttılar ki, Türk Hava Yolları’nın uçak yolcularına bunların mamullerini ikram etmesine bile karşı çıktılar.
Ahlâka ve kanunlara uygun olarak namusuyla çalışıyor, üretiyor, devlete vergisini veriyor, çalıştırdıklarının ücretini ödüyorsa her sermaye muhteremdir. Patronu dindar bir Müslüman da olsa, Hıristiyan da olsa, Musevî de olsa, çağdaş ve ilerici kafalı da olsa ona dokunmamak, onu rahatsız etmemek gerekir.
Aşırılıklardan kurtulamıyoruz. 28 Şubat’ın toz duman havası içinde bir gömlek fabrikası gazetelere zehir zemberek ilanlar vererek irticayı lânetlemişti. Behey kafasız, sen bir gömlek üreticisisin, siyasî ve ideolojik kavgaya karışmak senin neyine gerek? Gömleğini satmaya, ihraç etmeye bak.
Şimdi halktan destek bekliyorlar. Halk elbette devletini desteklemek ister ama bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartların birincisi de toplanan vergilerin yerli yerine sarfedilmesi, soygunculara kaptırılmamasıdır. Güney Kore’de bundan birkaç yıl önce bizdekinden vahim bir kriz başgösterdiğinden halk kuyruklara girerek dövizlerini, paralarını getirmişti. Çünkü orada bizdeki gibi genel, yaygın, korkunç bir soygun, talan, hortumlama yoktu. Cumhurbaşkanı bile olsa, yolsuzluğu görülen kişi adalet tarafından cezalandırılıyor, eline kelepçe takılarak hapse atılıyordu.
Bizde de hırsızlar, haydutlar, hazine talancıları tepelensin, halkımız devletine yardım için seferber olacaktır.
Krizden kurtulmanın diğer önemli bir çaresi de, krize sebebiyet veren, bu konuda suçlu olanların çekilmeleridir. Hem memleketi batıracak, bitirecekler, hem de makam ve mevkilerine sımsıkı yapışıp kalacaklardır. Böyle şey olmaz.
Cumhuriyet, teoride fazilet (erdem) sistemidir. Bizdeki siyasî düzen cumhuriyete zarar verecek şekilde kirlenmiş, kokuşmuştur. Cumhuriyeti korumak ve yaşatmak istiyorsak düzeni değiştirip, yerine sağlıklı ve sağlam bir düzen kurmakla mükellefiz. Hem cumhuriyet yaşasın, hem kokuşmuş düzen yerinde kalsın, bu ikisi birlikte yürümez.
Mazisi (geçmişi) temiz, ehliyetli ve vatansever kişilerden meydana gelen bir ekip işleri ele almalıdır. Böyle bir ekip işe başlamadan önce çok şeffaf ve dökümlü mal beyanında bulunmalıdır. Hizmet esnasında ticaret yapmayacaklarına dair hepsi de söz vermelidir.
Türkiye’nin kurtulması için gerekli şartlardan biri de hırsızların, talancıların götürdükleri büyük miktarların kendilerinden alınıp devlet ve millet hazinesine konulmasıdır. Bu yapılmadıkça halkın güveni kazanılamaz. Birkaç yıl veya birkaç ay hapis yatacak, sonra çıkacak ve çaldığı trilyonlar yanına kâr kalacak. Böyle adalet olmaz.
Türkiye’nin tepesinde kapkara uğursuzluk bulutları dolaşıyor. Pozitivist, rasyonalist, materyalist, ateist zihniyetliler uğursuzlukları algılamazlar. Bunların başlıca sebeplerini sayayım:
1. Dine ve dindarlara akıl, vicdan, ahlâk, hukuk dışı düşmanlıklar, baskılar, zulümler yapılması.
2. Birtakım sahtekârların, dini imanı para olan ve kendi nefislerini putlaştıran alçakların din sömürüsü yapmaları,
3. Emanetlerin ehil olanlara değil, ehil olmayanlara verilmesi.
4. Büyük hırsızlığın, soygunun, talanın genelleşmesi.
5. Emeğin, helâl kazancın, üretimin horlanması; bunların yerini ribanın, faizin, rantın, reponun alması.
5. Ülkede 150 milyar dolar civarında kara, kirli, necis para toplanması.
6. Uyuşturucu ticaretinin korkunç boyutlara ulaşması. 08 Nisan 2001