Müslüman kesimde meşhur olmanın çeşitli yolları vardır. Adam az veya çok din ilimleri okumuştur, yine az veya çok Arapça bilmektedir. Din alimi ve fakih olabilmek için icazet almamıştır. Zaten din aliminden çok yerli/Müslüman oryantaliste benzemektedir. Lakin için için ünlü olmak, isminden bahsettirmek, nefsini tatmin etmek için yanıp tutuşmaktadır. Bunları Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde elde edebilir mi? Edemez. O halde:

1. Aykırı bir söz söyler, ortaya çarpık bir görüş atar ve kısa zamanda kâzib (yalancı) bir şöhret elde eder. Meselâ, dört mezhebin doğru olduğunu kabul ettiği bir hükmün yanlış olduğunu, yahut haram bir şeyin helâl olduğunu iddia eder.

2. İctihad yapmaya ehliyeti olmadığı halde saçma sapan ictihadlar yapar.

3. Şazz bir görüşü savunur. Bir tartışma başlatır. Epey tenkit edilir, hattâ hakarete uğrar ama şöhret şöhrettir.

Ülkemizde böyle yapanların hepsi bir değildir.

Namaz kılanları vardır, namazı terk edenleri vardır…

Mutedil (ılımlı) bid’atçi olanı vardır, iyice zıvanadan çıkmış olanı vardır.

Tarikat ve tasavvuf mensubu olan Müslümanları bid’atçi göreni vardır, müşrik ve kâfir olarak göreni vardır.

Bu gibi kişileri yakan şey içlerindeki meşhur olma, benliklerini tatmin etme ateşidir. Yani ateş içtedir.

Ünlü aykırılardan bazısı çok zengin olmuştur. Hem ün, hem servet… Oh ne güzel… Güzel ve iyi değil, çok çirkin, çok kötü. İleride Dâr-ı Ceza’da ateş var.

Hükema (bilge kişiler)
“Şöhret âfettir” buyurmuşlardır. Müslümanın şöhrete ihtiyacı yoktur. Çünkü onun işi Yaratan iledir. Bir kimse meşhur olmak için yanıp tutuşuyorsa onda gizli nifak var demektir.

Bid’atçi yüz binlerce dolar te’lif ücreti karşılığında bir din kitabı hazırlar. Yirmi yerine aykırı yorumlar koyar, gerisi doğrudur. İşte bu yirmi şey onu yakar. Okuyanların bir kısmını da…

Hem yüz binlerce dolar kazanmıştır, hem de ününe ün katmıştır. Reklamın kötüsü olmaz. Ün ündür.

Böylelerinin etrafına taraftarlar toplanır. Bir kısmı samimî akılsızlardır. Bir kısmı cinnî şeytanlara pabucu ters giydirecek insî şeytanlardır.

Memlekette böyle onlarca, yüzlerce aykırı kişi zuhur eder, bunların aykırı küçük fakat militan cemaatleri oluşur… Müslümanlar arasında tartışmalar eksik olmaz. Sen bid’atçisin… Asıl bid’atçi ben değilim sensin… Onlar Müslüman değildir, müşrik ve kafirdir… İbn Teymiyye imamdır… İmam mimam değildir, gulüvve (dinde aşırılığa) sapmış bir alimdir… Cuma namazından sonra sünnet ve zuhr-i âhir kılınmaz… Hayır kılınır, kılmak gerekir… Böyle yüzlerce tartışma konusu…

Müslümanlar birbirleriyle çekişirken bu ün ve (bazısı) servet meraklıları ellerini sevinçle ovuştururlar. Oh ün ne güzel şey, oh servet ne tatlı…

Böylece ülkedeki İslâmî birlik parçalanır, birbirleriyle kardeş olan mü’minler çarpışır, kafirlerin “böl, parçala ve hükm et” planı gerçekleşir.

Sahte müctehidlerin ünleri arttıkça artar.

Sevenleri ve sövenleri çoğalır.

Köy mollası olacak halleri yokken üstad olurlar.

Kimisi iyice zengin olur. Te’lif ücretleri, paralı konferanslar, dinsiz medyadan alınan yüklü maaşlar. Bahçe içinde Şeddadî kâşâneler.

Bir sürü de musibet ve belâ gelir başlarına.

Şöhret âfettir sözü boş laf değildir. Mücerrebtir (tecrübe edilmiştir).

Sahte müctehidlikte, aykırı fikir, inanç ve görüşlerde, bid’atleri doğru göstermekte, tarikat ve tasavvuf Müslümanlarını kâfir ilan etmekte, şu Necd’linin propagandasını yapmakta çok menfaatler vardır ama asıl selâmet Ehl-i Sünnettedir.

Farsça beyit tercümesi:

“Denizde çok menfaatler vardır ama

Sen selâmet istiyorsan o kenardadır.”

Türkçe beyit:

“Bevval-i çeh-i Zemzem’i lânet ile anar halk

Sen Kâbe gibi kendini hürmetle benam et”

(İkinci yazı)

TÜRKİYE’NİN ÇİMENTOSU İSLÂM

TÜRKİYE’deki çeşitli etnik unsurları bir arada tutan İslâm dini idi. İslâm ırkçı bir din değildir. Ülkemizdeki Müslümanların ana kimliği İslâmdır. Türklük, Kürtlük, Arnavutluk, Boşnaklık, Lazlık, Çerkeslik, Abazalık, Pomaklık, Zazalık, Araplık ve diğer etnik kimlikler alt-kimliktir.

Din faktörünü yıkar veya zayıflatırsanız birlik bozulur; dağılma, çözülme, bölünme, parçalanma başlar. Nitekim öyle oldu.

Bundan 40-50 sene önce Kürtlerin yaşadığı bölgede ulemanın, fukahanın, tarikat şeyhlerinin büyük tesiri, nüfuzu, ağırlığı vardı. Derin devlet resmî ideoloji bunları ezdi.

Manzara ortadadır: Artık Kürt nüfusu hocalar, şeyhler temsil etmiyor.

Kürtler arasında Ehl-i Sünnet dışı bid’at cereyanları da yayılmıştır. Aktivist İslâmî ideolojiler, radikal Müslümanlık, mezhepsizlik…

Bundan 20 yıl kadar önce bir kitap fuarında üç doğulu Müslüman genç ile karşılaşmıştım. Benimle hiç iyi konuşmamışlardı. Son derece öfkeliydiler. “Sen kim oluyorsun ki, Ali Şeriati’nin aleyhinde yazıyorsun!..” demişlerdi. Konu şuydu: Ali Şeriati İslâm Şinasî kitabında “Allah gerçek bir Janus’tur” diyerekYüce rabbimizi iki çehreli bir Roma putuna benzetmişti. Ben de tenkit etmiştim. Kızgın gençlere: Ama o, Allah’ı birRoma putuna benzetiyor… cevabını verdiğimde, “O bir mücahiddir, şehid olmuştur, sen onu tenkit edemezsin” demekte ısrar etmişlerdi.

Düşünebiliyor musunuz? Adam Allah’ı bir puta teşbih ediyor, ben tenkit ediyorum ve haksız oluyorum. İşte bir kısım radikal Müslümanların Tevhid anlayışı böyledir.

Türkiye’nin bütünlüğünü korumak istiyorsak, bu ülkedeki çeşitli etnik unsurların barış, mutabakat, kardeşlik havası içinde yaşamalarını istiyorsak İslâm’a sarılmamız gerekir. İslâm’a sarılmak laf ile olmaz.

Gerçek icazetli ulema olması gerekir.

Gerçek icazetli şeyhler olması gerekir.

Bunları yetiştirecek medreseler ve tekkeler olması gerekir.

Bugünkü düzen, sistem ve resmî ideoloji ile buraya kadar geldik. Sistem, düzen ve ideoloji devam ederse Türkiye’nin batması, parçalanması önlenemez.

Ankara’da bazıları İslâm ile resmi ideolojiyi uzlaştırmaya, bağdaştırmaya çalışıyor. Böyle bir şey mümkün değildir.

Atatürkçüler Kürtleri yıllar boyu Atatürkçü yapmak için çalışıp çabaladılar. Sonunda ne oldu? Fiyasko.

PKK’yı, Apo’yu, terörü derin devlet çıkartmıştır.

Doğu ve Güneydoğu’daki terörün gölgesinde, tozu dumanı içinde yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapılmıştır.

İngiltere’nin İskoçya kısmının kendi parlamentosu vardır. Önümüzdeki beş-on yıl içinde bağımsızlığını ilan edebilir. Bağımsız İskoçya hemen Avrupa Birliği üyesi olur ve mesele biter. Türkiye’nin durumu İngiltere’ye benzemez. Türkiye parçalanmaya, bölünmeye müsait bir ülke değildir.

Türkiye’yi İslâm’dan başka hiçbir şey ayakta tutamaz.

(Üçüncü yazı)

KİTAPLARI OKUNABİLİR Mİ?

SORU: Ehl-i Sünnet ve Cemaat yoluna bağlı bir Müslüman İbn Teymiye’nin kitaplarını okuyabilir mi?

İcazetli alim, fakih, müfessir, muhaddis ise okuyabilir. Çünkü böyle bir kişi doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilir. Nitekim, Ehl-i Sünnet uleması Mutezile fırkasına bağlı olan Zemahşerî’nin tefsirini tedkik etmekte ve gerektiği zaman ondan yararlanmaktadır.

Bir Müslüman, icazetli din alimi ve fakih değilse İbn Teymiye’nin kitaplarını eline almamalıdır. Çünkü bunların içinde, Ehl-i Sünnet itikadına ve fıkhına uymayan sakıncalı, münakaşalı, ayak kaydırıcı yerler vardır.

İcazetli alim ve fakih olmayan kişi bunları bilemez ve doğru yoldan çıkabilir.

Nedvî’nin kitabında İbn Teymiye’ye yer vermesi ve onu uzun uzun anlatması, bu zatın tezkiyesi için yeterli değildir. Kaldı ki, Nedvî, Mevlana Celalüddin Rûmî’ye büyük yer ayırmış ve övmüştür.

İbn Teymiye’yi yeren, tenkit eden ulema, fukaha ve eimmenin sayısı övenlerden kat kat fazladır.

Âlet ilimlerini okumamış, ‘âlî ilimleri okumamış, üstadlardan ders almamış, sonunda imtihan verip icazet almamış kimselerin tartışmalı kimselerin kitaplarını okumaları mânevî felâketlerine sebebiyet verir.

Kitapları okunacak âlim, fakih kimse mi kalmadı?

İbn Teymiye’nin kitaplarının okunması için çırpınan, bu uğurda büyük miktarda para harcayan taife Vehhabîlerdir. Niçin?.. İbn Teymiye’yi âlet ederek Müslümanları Vehhabî yapmak istiyorlar.

Onların bu tuzaklarına düşmemeliyiz. 26/10/2009

Aktivist, radikal, hızlı İslâmcılar

O fırka bir Ehl-i Sünnet mezhebi, meşrebi, yolu değildir. Yeterli bilgiye sahip olmayan bazı saf kişiler “Onlar da Kur’ân diyor, onlar da namaz kılıyor, onlar da tesettüre riayet ediyor” diyorlar. Onların namaz kılmalarına hangi Müslüman itiraz edebilir?Sünnîlerle onlar arasındaki ihtilaf ve anlaşmazlık namaz konusunda değildir.

Ehl-i Sünnet ile onlar arasındaki temel ayrılık usûlde, yani akaittedir.

Onlar bazı âyet ve hadîslere lügavî mânâ veriyor ve Yüce Allah’a mekan, cihet, inmek, oturmak, el, yüz, ayak gibi sıfatlar yakıştırıyor. Ehl-i Sünnet bunu kabul etmez. İmamlarımız yed, vech gibi kelimelerin başka lisana tercüme edilmesine bile izin vermemiştir.

Yüce Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) Şeytan’ın boynuzunun Necd’ten zuhur edeceğine dair hadîsi bulunmaktadır.

Son iki yüz küsur yıl içinde Ehl-i Sünnet ulema ve fukahası o fırkayı red ve cerh eden binlerce kitap yazmıştır. Bu kadar alim ve fakih yanıldı mı?

Devrimizde İslâm’ı, bir din olarak değil de bir ideoloji siyasî bir güç kaynağı olarak anlayan ve algılayan aktivist, radikal, hızlı Müslümanlar için akaid meselelerinin fazla önemi yoktur. Onlar için önemli olan, kendi kafalarına göre sözde cihad ve siyaset yapmaktır.

Bendeniz 1960’lı, 70’li yılları çok iyi hatırlıyorum. O tarihlerde birtakım radikal, aktivist, hızlı, astığı astık, kestiği kestik İslâmcılar “Biz Asr-ı Saadet’i geri getirmek için çalışıyoruz” diyorlardı. Sonra Müslümanların eline iktidar geçti, mahallî idareler geçti ve bir de baktık ki, o eski idealist İslâmcıların kısm-ı azamı, bozuk dedikleri düzenin ve sistemin haram ve necis rantlarına saldırmaya, yağmacılık yapmaya, akıllarınca ganimet toplamaya başlamış…

Böyle kimselerin İslâmcılığı, cihad, Asr-ı Saadet özlemi kimseyi aldatmasın.

Pakistanlı aktivist bir şahsiyet var. Hayli kitabı Türkçeye çevrildi. Bu zat imanın şartlarını altıdan beşe indiriyor, kaderi iman şartı olarak saymıyor. Aktivist, radikal, hızlı İslâmcılar için bunun önemi yoktur.

Mısırlı aktivist bir yazarın dilimize çevrilen bir eserinde “Namazların ve duaların tembellik çağının ürünleri” olduğu iddia ediliyor. Bendeniz bunu hayli tenkit ettim. İkinci baskıda “Salavatlar ve zikirler tembellik çağının ürünleridir” şekline sokuldu.

Her iki tercüme de büyük hatadır. Namaz, dua, Peygambere salavat getirmek, Allah’ı zikr etmek farzdır. Bu dört temel farza nasıl olur da tembellik çağının ürünleri denilebilir. Böyle bir söz, söyleyeni küfre götürmez mi?

Allah’ın rahmetine intikal etmiş müellifin böyle bir fâhiş hata yapacağını sanmıyorum. Mütercimin işidir… Lakin bunca radikal, hızlı, Asr-ı Saadet’i geri getirmek iddiasında bulunan İslâmcı nasıl olur da bu fâhiş ve öldürücü hatâyı görmüyorlar ve düzeltilmesini istemiyorlar?

Hızlı, radikal, aktivist İslâmcıların baş tacı ettikleri İranlı bir sosyolog var. Bu kişi, İslâm’ı Tanımak kitabında “Allah gerçek bir Janus’tur” diyor. Yani Yüce Allah’ı hâşâ sümme hâşâ iki çehreli bir Roma putuna benzetiyor. Ne korkunç küfür, ne korkunç zındıklık ve ilhad. Hızlı, radikal, aktivist İslâmcılar için bunun da önemi yoktur. Tenkit ettiğim için bendenize saldırıyorlar.

Çeşitli fırkalara, hiziplere mensup Müslümanlar birleşsinler edebiyatı yapılıyor. Bid’atçiler yüz milyonlarca tasavvuf, tarikat mensubu Müslümanı şirk ve küfürle suçlayacaklar ve sonra birleşme olacak. Böyle bir şey mümkün müdür?

İslâm dininde en önemli konu akaid, usûl, temel inanç hükümlerinin sahih/doğru (Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun) olmasıdır.

Bunu ikinci plana atıp, buna önem vermeyip ucuz radikallik ve aktivizm yapmak bizi neticeye ulaştırmaz.

Önce Cenab-ı Hak ile ilgili inançlarımızı tashih etmeliyiz (doğrultmalıyız).

Bütün MüslümanlarınKur’ân, Sünnet, İcmâ-i ümmet, cumhur-i ulema yolunda olması gerekir.

Ehl-i Sünnet ile Ehl-i bid’at ve ilhad kesinlikle uzlaşmaz ve bağdaşmaz.

Bid’at ve dalâlet fırkaları gerçek ve sahih İslâm değildir.

(İkinci yazı)

MİMARLIK VE ŞEHİRCİLİK FACİASI

Ülkemizde mimarlık ve şehircilik konusunda korkunç bir yozlaşma, çirkinlik, yabancılaşma, kalitesizlik görülüyor.

Bu yozlaşmadan Müslümanlar da paylarını almıştır. Son kırk yılda kırk bin yeni cami yaptırıldı. Bunların sanırım kırkı güzel ve sanatlı oldu, geriye kalan 39 bin 960’ı sanatsız ve çirkin.

Bu yozlaşmanın bazı sebepleri nelerdir?

1. 1928’den öncesini okuyamayan köksüz, millî kültür ve kimliğinden kopmuş yepyeni bir toplum oluşturmak istediler, ortaya korkunç bir ucube çıktı.

2. Millî ve geleneksel olan her şeyi gericilik, karanlık, çağ dışı ilan ettiler.

3. Geleceğin mimarlarını yetiştiren fakülte ve yüksek okullarda uzun yıllar boyunca cami mimarîsi dersleri vermediler.

4. Bizim millî kültürümüzde ev yuvadır, onu mal haline getirdiler.

5. Gençliğe okullarda, bilhassa liselerde, hayata yansıyan güçlü bir estetik ve sanat kültürü veremediler. Beton çirkinliklerden rahatsız olmayan duyarsız yeni nesiller yetiştirdiler.

6. Sahillerimizi, yaylalarımızı, kırsal kesimi iğrenç beton binalarla, sanatsız, güzelliksiz yazlıklarla doldurdular.

7. Maziden kalan mimarlık mirasını gereği gibi koruyamadılar.

İstanbul Taksim’de göze hoş görünen bir topçu kışlası vardı, yıktılar yerine park yaptılar.

Karaköy’de Sultan Abdülhamid’in baş mimarı Raimondo D’Aranco’nun yaptığı arnuvo üslubunda güzel bir cami vardı. Hiç lüzumu olmadığı halde yıktılar.

Cağaloğlu’nda Hadım Hasan Paşa medresesi uzun yıllardan beri bir harabe halinde duruyor. Bu harabe kültür anlayışımızın simgesidir.

Yenilikçiler, çağdaşlar, uygarlar Boğaziçi’nin Kuruçeşme sahillerine muazzam bir kömür deposu yapmışlardı.

Tophane Salıpazarı sahilinde dev gümrük antrepoları var.

Eminönü’nden Çamlıca’ya bakınız. O güzelim yerleri ne hale getirmişler.

Cibali’den Ayvansaray’a kadar Haliç ana caddesinde yürüyünüz, binaların yüzde doksanı (hattâ daha fazlası) bakımsız. Terk edilmiş binalar, çökmüş binalar, viraneler, sanki o bölge korkunç bir savaştan çıkmış gibi… Felaket, rezalet, kepazelik…

Ayvansaray’da sahilden, yukarıdaki MimarSinan yapısı İvaz Efendi Camii’ne doğru yürüyünüz. Çöplükler, gecekondular, yıkık evler göreceksiniz. Bakımsızlık, ihmal, hıyanet, felaket, skandal…

İstanbul’un nüfusunu bir milyondan (varoşlarıyla birlikte) 20 milyona çıkarttılar, bu güzelim şehri bir “Beton Büyük Sahrası” haline getirdiler.

Mimarlık konusunda bazı Türk ve İslâm ülkelerinden, şehirlerinden ders almalıyız.

Mimarlığın babası Romalı Vitruvius bir yapıda üç özellik olması gerekir diyor. Birincisi sağlamlık, ikincisi hangi amaç için yapıldıysa ona uygunluk, üçüncüsü de güzellik.

Güzel olmayan bir bina iyi bir bina değildir.

Osmanlı devleti, batışına yakın bir Sultanahmet hapishanesi (Dersaadet Ceza Tevkifhanesi) yapmıştır, bir mimarlık şaheseridir. Şu anda dünya çapında beş yıldızlı bir otel olarak hizmet veriyor.

Cumhuriyet devrinde Sağmalcılara dev ceza evi yapıldı, boşaltıldıktan sonra yıkıldı. Hiçbir mimarlık ve sanat değeri yoktu.

Geçenlerde Azerbaycan’ın mimarlıkta, lisanda, sanatta, musikide bizden üstün olduğundan bahs etmiştim. Orada, Sovyetler Birliği zamanında bile güzel binalar yapılmış. Özbekistan’da, Kazakistan’da, Türkmenistan’da ve diğer Ortaasya ülkelerinde çok güzel yeni binalar, şehirler, caddeler, yollar, meydanlar var. Bazı İslâm ülkeleri de mimarlık bakımından bize örnek olabilir.

Şu anda yeni binalarımıza güzellik katamıyoruz.

Bizim bir millî bahçe kültürümüz ve sanatımız vardı, bitti. Bahçesiz, çiçeksiz, gülsüz, lâlesiz, yeşilliksiz, havuzsuz; hanımelisiz, şebboysuz, mevsimindeki salkım salkım üzümleri sarkan asmasız, nar ağacı olmayan bahçesiz bir hayat ne kadar kuru, ne kadar eksik ve boştur.

Yeşilliksiz bir İstanbul… Yeterli parklara, korulara, bahçelere sahip olmayan, binalarının suratları gülmeyen, ağzı burnu düzgün olmayan dev şehir ne kadar çirkin…

İyi ki, atalarımız bu şehre büyük camiler yapmışlar. Kubbeler ve minareler olmasa bu şehrin bize ait olduğunu nasıl isbat edeceğiz?

Acaba bundan sonra, mimarlık, şehircilik, ev, cadde, sokak, meydan, park, yeşillik konusunda düzelmemiz mümkün müdür?

İnsanlarımızın kaçta kaçı çirkinliklerden rahatsız oluyor?

Ülke gündeminde mimarlık, şehircilik, bahçe güzellik maddeleri var mı?

Meskenlerimize mal gözüyle değil, yuva olarak bakmadıkça nasıl adam olacağız? 27/10/2009

Bizans’ı Aşan Türkiye

Eski Bizans’ta çok entrika varmış, Bizans bir entrikalar kumkuması imiş… Pöööh!.. Bugün Türkiye’de dönen entrika dolaplarının yanında Bizans çocuk oyuncağı kalır.

Şu politika hayatımıza bakınız. Başbakan muhalefet liderine önemli ve hassas konuları görüşelim diyor. Hazret-i Muhalefet “Her şey kameralarla tesbit edilirse, yüzde yüz açıklık olursa görüşebiliriz…” cevabını veriyor. Peki, devlet sırları söylenecekse ne olacak? Dost var, düşman var.

Entrikalar ülkesinde yalanın dolanın saltanatı hükümfermândır.

Resmî ve ideolojik tarih yalanlarla doludur.

Büyük medya temizlik ve şeffaflık konusunda 10 üzerinden kaç not alır?

Beşikten mezara kadar yalanlarla besleniyoruz.

Küçük çocuklarımızı yalanlarla aldatıyoruz? Uslu durursan seni gezmeye götüreceğim… Çocuk bu vaade kanıyor ve uslu duruyor. Lakin gezmeye götürülmüyor. İleride o da yalancı olacaktır, sözünü tutmayacaktır.

Türkiye’de vefa kaldı mı?

Sadakat var mı?

Soruyorum: Bizde evet, evet demek midir; hayır, hayır demek midir?

Adam câhil bir Makyavelist. Makyavel kimdir, Makyavelizm nedir bilmiyor ama dört dörtlük Makyavelist.

Riya riya riya… Nifak şikak…

Parayla satılmaması gereken her şey pazarda.

Köleler hürriyet şarkıları söylüyor.

Hainler vatanseverlik şiirleri okuyor.

On yaşındaki veletlere kimler uyuşturucu servisi yapıyor?

Şu adam yirmi senede nasıl milyar dolar zengini oldu.

Bin kocadan arta kalan şu sürtük nasıl oluyor da afif bâkire pozlarına bürünüyor?

Bin kere basılmış, yine de namuslu.

Mürüvvet kelimesinin ve kavramının mânasını bilen kaç kişi çıkar?

Yahu şu fütüvvetin anlamı nedir?

Âlicenab bir has isim midir acaba?

İffet ne demek, ismet ne demektir?

Ahlak ve fazilet hakkında bir sayfalık doğru dürüst ve seviyeli bir kompozisyon yazabilir miyiz?

Kerem ne demek, mükrim ne demek, ikram ne demektir?

İki torun, para vermeyen babaannelerini öldürmüş.

Liseli kız evden kaçmış, tecavüze uğramış.

Entrikanın bini bir paraya…

Yalan dolan talan…

İnşaata kapalı bir araziyi inşaata açtırmış, iki milyon yeni lira komisyon almış.

İlaçlı, kimyalı, zehirli armutlar Almanya’dan geri gelmiş. Bunları şimdi kim yiyecek.

Hiç lüzumu olmadığı halde bu kadına niçin sezaryenle doğum yaptırıldı?

Tarihî mezar taşlarını kimler kırdı? İşgal kuvvetleri mi, düşmanlar mı?

Şu aydın geçinen uğursuzlar hiç de aydına benzemiyor…

Şu evli ve saygın kadına niçin fahişe kıyafetiyle geziyorsun diye sorsak suç mu işlemiş oluruz?

Üniversite profesörü, üniversitenin bahçe kapısı üzerindeki dev Türkçe kitabeyi niçin okuyamıyor?

Tramvayda 18 yaşındaki genç niçin 80’lik ihtiyara yer vermiyor?

Küçük çocukları kaçırıp, öldürüp organlarını satan çeteyi koruyanlar var mıdır?

Giyotine sürüklenirken “Ey adalet!.. Senin adına ne cinayetler işleniyor…” diye haykıran Madam Roland kimdir, bu sözü ne zaman, niçin söylemiştir?

Adnan Menderes’i asmadan önce bilmem neresine parmak sokup prostat muayenesi yapanlar kimlerdir?

Yanıma iki hafız alsam, Çanakkale şehitliklerine gidip Yâsin okutmaya kalksam izin verirler mi?

Entrika entrika entrika… Kâbuslarla dolu bir hayat… Bizanslaşan Türkiye mi, Bizans’ı aşan Türkiye mi?

Her şey tertemiz, her yer güllük gülistanlık, şeffaf mı şeffaf… Ya öyle mi?.. Öyle mi?..

(İkinci yazı)

ZEKAT, AKÇELİ BİR İBADETTİR

AKÇE olan her yerde, akçeli her işte tehlike vardır. Akçe kirlidir, kirletir. Zekat mâlî (parayla, malla ilgili) bir ibadet olduğu için çok dikkatli hareket edilmelidir.

Zekat namazdan sonra en önemli ibadettir.

1. Lüks ve israfa kaçmayan,

2. Zekatını doğru dürüst, yerli yerinde veren Müslüman bir toplumda sosyal adalet, sosyal barış olur.

Bu devirde imamet ve emâret olmadığı için zekat konusunda bir başı boşluk görülmektedir.

Medreseler kapatıldığı, icazetli gerçek ulema ve fukaha yetişmediği için de Müslüman halkın kafası çok karışıktır.

Zekat konusunda büyük bir cehalet hüküm sürmektedir.

Bu cehaletten yararlanan birtakım kişiler ve kuruluşlar, halkın zekatlarına Kur’ân’a, sünnete, fıkha, şeriata uymayacak şekilde topluyorlar.

Zekat öncelikle Müslüman fakirlerin ve miskinlerin hakkıdır. Bir İslam toplumunda fakirler ve miskinler sürünürken, bazı kişi ve kuruluşların haksız yere zekat toplamaları doğru mudur?

Zekatın temel şartlarından biri temliktir. Yani zekât parası veya malı fakirin, miskinin eline verilecektir. O, bunu temellük edecektir.