Cumartesi

 

İlimler, fenler, medeniyet ilerledikçe tabaklarımıza, bardaklarımıza kimyevî maddeler doluyor. Avrupa Birliği’nin besin maddelerine ve meşrubata konulmasına izin verdiği kimyevi maddelerin listesini amessi.asso.fr. internet sitesinde gördüm; saydım, 299 ayrı kimyevî madde çıktı. Bunlarla dolu gıdaları ve meşrubatı tüketenler “Kimyasal İnsan” olur.

Çocukluğumda böyle şeyler yoktu. Vişneli dondurma, vişne suyundan veya konsantresinden yapılırdı. Naneli şeker, tabiî nane yağıyla; tarçınlı şeker, tarçınla; bergamotlu şeker, bergamotla… Şimdi yüzlerce, binlerce meyvenin, sebzenin kimyasal tadını yaptılar. Bir şişeden tencereye veya kazana yeterli miktarda bir esans döküyorlar; tenceredeki madde sütlü, hindistan cevizli, çilekli, şeftalili oluyor. Aslında ne süt var, ne çilek, ne şeftali. Birkaç sene önce marketten sahlep almıştım, meğerse içinde hiç sahlep yokmuş. Kimyevî sahlep tadı ve aroması varmış, bir daha almadım…

299 kimyevî madde… Aromalar… Renklendiriciler… Koruyucular… Neler neler… Tevekkeli bunları yiyen halkımız hastalıktan kurtulamıyor. Çocukluğumun bir kısmı kırsal kesimde, ıssız yerlerde geçti. Baharla yaz arasında eğrelti otları arasından yaban çilekleri toplardık. İp gibi incecik otlara dizerdik bunları. Ne kadar tabiî, ne kadar lezzetli meyvelerdi… Yazın sonuna doğru küçük bodur ağaçlarda yetişen kara yemişleri yerdik. Eskiden bu kadar sık tavuk yenmezdi. Yenirse de, tabiî şekilde beslenmiş tavuk yenirdi. Pişmesi uzun sürerdi, eti çok lezzetli olurdu. Eski tabiî yumurtalar daha sağlıklı, daha lezzetliydi.

Eskiden ekmeklere bugün olduğu gibi dört çeşit kimyevî madde konmazdı. Kırsal kesimdeki su değirmenlerinde un öğütülür, orta sıklıktaki eleklerle elenir, bazen hiç elenmez, hakiki esmer ekmek pişirilir ve yenirdi. Şimdiki ekmeklerdeki kimyalar: Un fabrikasında elenmiş una konan bayatlamayı ve acımayı önleyen koruyucu madde… Unu daha beyaz, bembeyaz, en beyaz gösteren kimyevî madde… Fırında ekmeği kabartan, büyük gösteren kimyevî madde… Ekmeğin bayatlamasını geciktiren kimyevî madde… Bunlar benim bildiklerim, kim bilir başka daha neler var? Zaten kepeği elenmiş beyaz unla yapılan ekmek sağlığa yararlı değildir. Bembeyaz ekmek yiyenler, “francala” tüketenler uzun vadeli intihar etmiş olur. Beyaz ekmek yemek hemen öldürmez, süründüre süründüre, kıvrandıra kıvrandıra, inlete inlete öldürür. Bembeyaz francala, fırından çıkınca kokusu ne güzel… Afiyetle yenmez o…

Aç bir boyalı, aromalı, renkli, korumalı, bol kimyalı meşrubat, iç lıkır lıkır, geğir ferahla biraz. Bir günde, bir haftada, bir ayda, bir senede kokusu çıkmaz. Yıllarca içersin, tıp ve ilaç sanayine müşteri olursun, hastanelere gider gelirsin. Her şeyin bir faturası var. Bunaltıcı sıcak havalarda kimyalı meşrubat içmenin de bir faturası olacak tabiî. Yıllarca içersin ve sürünür durursun.

Şu Avrupalılar ne bilmiş insanlar? Belçika’dayken, bundan otuz yedi sene önce Müslüman olmuş Belçikalı bir fırıncı ile tanışmıştım. Arkası uzun otomobiliyle Müslüman evlerine ekmek servisi yapıyordu. “Ne lüzum var, zaten her bakkalda, her markette ekmek satılıyor” demiştim. Şu cevabı vermişti: “Bizim Belçika’da ekmeklere domuz yağı karıştırılır, buna ıslah edilmiş ekmek denir, ben Müslümanlara domuzsuz ekmek servisi yapıyorum.” Bu cevabı alınca feleğimi şaşırmıştım. Sonra kaç market dolaştım da ancak birinde “Islah edilmemiş”, domuzsuz ekmek bulabilmiştim.

Pastalara, tatlılara, şekerlemelere jelatin konuyor. Jelatin neden çıkartılıyor? Ölü hayvanların derilerinden… Avrupalı, Amerikalı sığırmış, koyunmuş, keçiymiş, domuzmuş ayırt eder mi?

Ülkemizde hayli domuz çiftliği açıldı. Ateistler halkımızın iyi beslenmesi, beyninin gelişmesi için mutlaka domuz eti yenmesini salık veriyorlar. Bunca domuz çiftliği var da, buralarda beslenen, kesilen domuzların etleri ne oluyor? Efendim, onlar parçalanıyor, kıyma yapılıyor, sucuk, salam, pastırma, sosis, mosis ve Müslüman Türk halkına sunuluyor. Yerli domuzlar yetişmiyormuş gibi dışarıdan da ithal ediliyor. Eskiden parça et ithali yasaktı, hayvan karkas/bütün olarak ithal ediliyordu. Niçin parça ete izin çıktı? Domuz eti için, domuz eti için. Ah bu domuzlar!

Tabiî çayın rengi ve aroması yeterli değil mi? Bas içine kimyevî aroma, kimyevî çay boyası. Çok şükür birkaç yıldan beri tabiî, ekolojik besin maddeleri konusunda bir kıpırdanma, bir bilinçlenme, bir faaliyet görülüyor. Bunlar yeterli mi? Kesinlikle değil

Devlet, belediyeler, herkes, bir kısım sebze ve meyvelerin hormonla kolayca, çabuk bir şekilde büyütüldüğünü biliyor. Bu hormonlar tüketenleri feci şekilde hastalandırıyor, kansere yol açıyor. Önleyen var mı? Mesela şu anda seçimler arifesinde iktidar ve ona bağlı belediyeler hormonlu sebze ve meyve üretenlerin üzerine gidebilir mi?

Denizler bile koktu. Balıklarda haddinden fazla cıva ve kimyevî madde varmış. Bundan elli altmış sene önce DDT denilen belayı icat ettiler. Bu kimyevî madde bütün haşaratı öldürecek, tarıma çok faydası olacaktı. DDT’yi icat edene, hafızam beni yanıltmıyorsa Nobel ödülü vermişlerdi. Aradan yıllar geçti, bu kimyevî maddenin ne korkunç bir zehir olduğu anlaşıldı. Karalardan binlerce kilometre uzakta balık tutuluyor, balıkların karaciğerlerinde, etlerinde DDT var. Bunları yiyenler de şifayı kapıyor.

Her şeyin sun’îsini (yapayını), kimyalısını, tabiî olmayanını tüketiyoruz. Manavlarda, marketlerde kocaman çilekler var; tadı, lezzeti, kokusu yok. Kiraz mevsimi, erik gibi kirazlar oluyor. Eskiler küçüktü, çok lezzetliydi, yeni iri kirazlar onlar kadar lezzetli değil. Domates alıyorsunuz, çekirdeği yok. Tohumları İsrail’den geliyormuş, her sene tohum alınması gerekiyormuş. Genleri değiştirilmiş soya fasulyesi ve mısır yetiştirdiler; bilginler, ilim âlemi tereddüt içinde… Bunları yiyenlerin akıbeti ne olur? Yenilmelerine izin çıkartıldı ama on beş yirmi sene sonra netice belli olacak. Thalidomide isminde bir ilaç vardı, bunu alan kadınlar ucube çocuklar doğurdular, kiminin kolu yok, kiminin ayağı, bir yığın facia. İlaç yasaklandı ama iş işten geçmişti.

Pazar günü Ada’ya gittiğimi yazmıştım, orada belediyeye ait birkaç vasıta dışında motorlu vasıta yok. Fayton arabaları çalışıyor. Hava daha tabiî, daha temiz, daha kimyasız. Şehrin kalabalık yerlerinde karbon gazı, metan gazı, bin türlü kimyasal madde ile dolu bozuk bir hava soluyoruz. Geçen gün musluk suyuyla çay yaptım, içemedim. Korkunç, berbat, dehşetli bir şekilde klor kokuyordu.

Bana inanmıyorsanız bir gün halk hastanelerine gidiniz, koridorlardaki soluk benizli hasta vatandaşları seyrediniz. Hasta sayısında anormal bir artış var. Tıp fakülteleri cayır cayır doktor yetiştiriyor, hastalara bakmaya yetişemiyorlar. İlaç sanayinin çarkları gece gündüz, yirmi dört saat, üç vardiya çalışıyor. Her yer eczahâne dolu. Pozitif bilime âşık rejimimiz şifalı bitkilerle hastalıkların tedavisini yasaklamış. Baharatçılara gidiniz, birtakım şifalı bitki yağlarının, tozlarının veya sıvılarının şişeleri ve kutuları üzerinde “Bu madde ilaç değildir” diye yazılı olduğunu göreceksiniz. Onlara ilaç demek yasak. Niçin yasak? Çoğu yabancı sermayeliye ait kimyevî ilaç sanayinin kârına kesat gelmesin diye. Modern tıp ve ilaç sanayi gözünde hasta yoktur, müşteri vardır. Hastaların sayısı çoğalmalı, herkes ilaç tüketmeli ki, fabrikalar, doktorlar, hastaneler daha fazla kazansınlar; mâmur olsunlar, mutlu olsunlar, müreffeh bir hayat sürsünler.

Artık istesek de yüzde yüz tabiî, sağlıklı, ekolojik gıda maddesi bulamayız. Geçen gün bir baharatçı dükkânına uğradım, ayaküstü bal konusunda konuşulurken bana çay kaşığıyla bir kavanozdan birazcık Rize balı ikram ettiler. Ağzıma koydum, kestane balına benziyordu… Birkaç saat sonra ağzımın tadı bozuldu, keyfim kaçtı. Meğerse geçen mevsim oralarda bal olmamış! Balı meşhur bir şehrimize fıçılar içinde kamyon kamyon dışarıdan bala benzeyen şeyler geliyormuş. Orada küçük kavanozlara konuyor ve filan bölgenin meşhur balı olarak yurdun dört köşesine gönderiliyormuş. Âfiyet olsun, âfiyet olsun…

Konu uzadı, Allah cümlemizi kimyalı, boyalı, aromalı, koruyucu maddeli, sun’î, sahte, yalancı, hormonlu gıdalardan ve meşrubattan muhafaza buyursun. Türkiye halkı kasıtlı, planlı, programlı bir şekilde sinsi bir kimyasal saldırıya mâruzdur desem bazıları bana paranoyak ve manyak diyecekler. İyisi mi sesimi keseyim… 15 Nisan 2007