Pazar

 

Türkiye siyasî, iktisadî, kültürel, malî (finans) açıdan hiç de iyi bir vaziyette değildir. Siyaset kirlenmiştir, iktisat ve maliye çok bozulmuştur. Kültür, eğitim, üniversite, sanat, mimarlık, lisan, edebiyat çok darbelenmiş, çok gerilemiştir. Bizdeki bozukluk, kötülük, çürüme hafif derecede midir, orta mıdır, ağır ve vahim midir? Bana sorarsanız ağır ve vahim derecede bir bozukluk, kötülük, çürüme içindeyiz.

Peki, bu bozukluk, kötülük, çürüme kendi kendine mi olmuştur, yoksa birtakım kişiler ve güçler tarafından kasıtlı, planlı, programlı bir şekilde mi meydana getirilmiştir? Bu soruya da, “Kasıtlı olarak meydana getirildiğine dair elde çok deliller, emareler, karineler vardır” şeklinde cevap veriririm.

1. Türkiye’nin yüzde yüz, tamamen çökmesi istenmiyor. Hiçbir zaman güçlü olmasın, koltuk değneğiyle ayakta dursun. Az-çok ayakta dursun ki, sömürülebilsin, soyulabilsin, zenginlikleri talan edilebilsin.

2. Türkiye, Batı dünyası için büyük bir pazardır. Batı bu ülkeye mallarını satabilmeli, sermayesini getirip fabrika çalıştırabilmeli, borç verip faiz almalıdır. Bunun için Türkiye ayakta kalmalıdır. Ama zayıf, hasta, Batı’nın desteğiyle zar zor ayakta durabilen bir Türkiye.

3. Büyük, güçlü, sağlıklı, üreten, ahlâklı, dengeli, Asya ve Afrika ülkelerine örnek teşkil edecek bir Türkiye, Batı için bir kâbustur. Böyle bir şeyi asla istemezler. Bunu önlemek için ellerinden geleni yaparlar.

4. Sovyetler Birliği dağıldığı vakit, Türkiye’ye bir vazife verilmişti: Bağımsızlıklarına yeni kavuşan Türk devletlerine Lâtincilik ve lâiklik götürmek vazifesi. Lâtincilik, o ülkelerde Kril yazısından Lâtin harflerine dönülmesiydi. Çünkü oralarda, çok kuvvetli olmasa da, yeniden geleneksel İslâm-Kur’ân yazısına dönmek isteyen gruplar vardı. Lâikliğe gelince: Türkiye’de uygulandığı şekilde bir lâiklik isteniyordu. Zaten, Batılıların zaman zaman açıkça beyan ettikleri gibi, onların gözünde bizim en büyük hasletimiz ve faziletimiz lâik oluşumuzdur.

5. Batı dünyası Türkiye’yi Avrupa Birliği bünyesine üye olarak kabul etmeyi asla düşünmez. Lâkin kesin ve açık bir şekilde reddetmezler, oyalayıp dururlar. Şimdi “2011’de üye olursunuz” diyorlar. O tarihe kadar uzun bir zaman var, gün ola harman ola, daha sonra birtakım bahaneler bulunur ve Türkiye’nin üyeliği yine geciktirilir.

6. Ülkemiz AB’ye üye olursa, en az beş milyon vatandaşımız Avrupa yollarına düşecektir. Bu kadar büyük bir kütlenin Batı ülkelerine gitmesi birtakım muvazeneleri altüst edecek, ortaya hayli problem çıkartacaktır. Onlar böyle bir şeyi düşünmek bile istemezler.

7.Batı’nın en büyük korkusu Türkiye’deki yönetimin islâmla barışması, uzlaşması, din gücünden yararlanmasıdır. Bunu önlemek için her şeyi yaparlar. Onların rahat etmesi için zayıf, düşkün, koltuk değneğiyle yürüyebilen, hasta, güçsüz, enerjisiz bir Türkiye lazımdır.

8. Türkiyeliler sersemletilmeli, afyonlanmalı, uyuşturulmalı, şuursuz ve akılsız sürüler haline getirilmelidir. Bunun için de eğitimin, üniversitelerin kalitesi düşürüldükçe düşürülmeli; medeniyetin, kültürün, ilerlemenin ana vasıtası ve aleti olan yazılı-edebî lisan bir kabile dili haline getirilmelidir. Çağdaş dünya standartlarında okumuş, bilgilenmiş, kültür sahibi olmuş; kültür ve bilginin yanında ahlâk ve karakter terbiyesi de almış Türkiyeliler Batı’nın suikast ve çürütme planlarını kısa zamanda akamete uğratabilirler.

9. Türkiye halkı, uygun propaganda ve reklâm afyonlarıyla üretmeden tüketmek isteyen, aşırı lükse, aşırı konfora, aşırı tüketime mübtelâ beyinsiz yığınlar haline getirilmelidir. İlhamlarını Batı’dan alan şer güçler bunda da başarılı olmuşlardır. Sonunda ülkemizde büyük bir yıkım, çöküş ve iflâs tablosu oluşmuştur.

10. Türkiye’nin büyük ve vasıflı politikacılara, büyük ve vasıflı aydınlara, büyük ve vasıflı kültür adamlarına sahip olamaması için çalışılmalıdır. Çünkü böyle adamlar ülkeyi kısa zamanda iyileştirir ve her bakımdan büyük ve dev bir güç haline getirir. Bu ise Batı’nın ve şahsî menfaatlerini Batı’yı desteklemekte bulanların felâketi olur.

Onbeş yıl boyunca süren PKK hareketi kendi kendine çıkmış, tabir caizse yerli ve millî bir hareket değildir. 1984’te Ermeni Asala hareketi faaliyetlerini tatil etmiş, onun yerine sahneye PKK hareketi konmuştur. Bu hareket en fazla Kürtlere zarar vermiş, memleketimizi büyük bir çıkmaz içine sokmuştur. Türk ve Kürt nüfusu genelde bu ülkede karışık olarak yaşamaktadır. Silâhlı bir isyan ve terör hareketinin hiçbir çözüm getirmeyeceği belliydi. Bu hareketi Batı kışkırtmıştır.

Ülkemizdeki Sünnîlerle Alevîleri de dış güçler ve onların içteki maşaları ve yardakçıları kışkırtmaktadır. Alevîler, çoğunlukta olan Sünnîlerle bir arada barış ve huzur içinde yaşıyorlardı. Lâkin birtakım kişiler ve klikler çıkmış ve Alevîlerle Sünnîleri kışkırtıp, gerginlik çıkartmak, hattâ çatıştırmak istemişlerdir. Böl, parçala ve hükmet prensibi…Sünnî-alevî düşmanlığının, çatışmasının, gerginliğinin, rekabetinin Türkiyelilere ve Türkiye’ye hiçbir faydası yoktur, aksine bir sürü zararı vardır. Almanya’da Katolikler veProtestanlar var, birlikte geçinip gidiyorlar; aralarında çatışma, gerginlik, çekişme, düşmanlık yok. Bizde Sünnîler ile Alevîler niçin beraberce sulh ve kardeşlik içinde yaşamasınlar? Pekâlâ yaşayabilirler ve yaşamaktadırlar ama birtakım güçlerin işine gelmez bu barış ve kardeşlik.

Türkiye sürünsün, batsın, bin türlü vahim dert ve hastalıkla pençeleşsin ki, birtakım haşarat ve eşkıya Karun gibi zengin olsun, kimisi ayda elli bin dolar maaş alıp Firavunca bir hayat sürsün.

Din çok büyük bir güçtür. Bizde birtakım kimselerin Yüce İslâm dinine cephe almış olmaları ve saldırmaları onlar için sadece bir inanç ve felsefeler meselesi değildir. Onların gayr-i meşru menfaatleri vardır. Bu memlekette iki yüz milyar dolardan fazla kara para bulunmaktadır.Bu memlekette uyuşturucu ve silâh ticaretinden korkunç servetler kazanılmıştır. Bu memleketin kanını iliğini bir şebeke emmektedir. Bu memlekette faiz, rant, repo, alavere dalavere, kokuşma ile yüz milyonlarca dolar kazanılmaktadır.

Türkiye aydınlığa kavuşursa, Türkiye iyi idare edilirse, Türkiye’de âdil kanunlar ve ahlâk hakim olursa haram, kara, kirli, gayr-i meşru servetler, talanlar tehlikeye girecek, haramîlerin gelir kaynakları kuruyacaktır.

Bu yüzdendir ki, dıştaki ve içteki düşmanlarımız aydınlık istemezler, temizlik, sağlık, denge, ahlâk, fazilet istemezler. 28 Nisan 2003