Cuma

 

Geçmiş asırlarda Rumeli’de nice ülkeler ve vilayetler kaybettik. Haçlılar buraları alınca Osmanlı-İslâm mimarlık eserlerini; camileri, medreseleri, tekkeleri, türbeleri tahrip ettiler, Müslüman mezarlıklarını düzlediler. Oralardaki İslâmi mimarlık ve kültür mirasını silmeye çalıştılar. Öyle yerler var ki; yüzlerce camiden bir iki tanesi ayakta kalmıştır.

Maalesef yakın tarihimizde bir takım Gizli ve Derin güçler Türkiye’de de aynı siyaseti takip ettiler. Maziye (geçmişe) ait her şeyi yok etmek, silmek, ortadan kaldırmak…

Önce mezarlıklardan başlayalım: Kars’tan Edirne’ye, Sinop’tan Mersin’e kadar tarihî ecdat (atalar) mezarlıkları düzlendi, yok edildi. Arsalar kapanın elinde kaldı. Bazısı park, çocuk bahçesi yapıldı, bazısı yerleşime, yapılaşmaya açıldı.

Tahribat en fazla İstanbul’da oldu. Mahalle aralarında eski küçük tarihî mezarlıklar vardı. Bunlar bitirildi. Bu İslâm mezarlığı kıyımından Eyüp Sultan ve Karacaahmet mezarlıkları da paylarını aldı. Tarih bakımından kıymeti olan eski mezarlar hoyratça kaldırıldı. Taşları kırıldı, yok edildi. Yerlerine yeni cenazeler gömüldü. Bu modern/asri mezarlar eskileri kadar sanatlı, zarif, güzel değildi. Osmanlı atalarımız kabristanlara, mezarlara bile hüzünlü bir sanat verebilmişlerdir. Yenilerde bu yok. 1960’lı yıllarda merhum üstad Necip Fazıl beyle gazeteci Rahmetli Doğan Nail’in cenazesinde bulunmuştum. Camiden sonra kabristana kadar gitmiştik. Hangi mezarlıktı hatırlamıyorum, Üstad yeni kabirleri görünce hayret ve dehşet içinde kalmış ve “Burasını maşatlığa çevirmişler!” demişti.

Evet Türkiye’mizde irili ufaklı binlerce İslâm kabristanı yok edilmiştir ama İstanbul’daki bir tek mezarlığa dokunulmamıştır. Burası, Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Dönmeler/Avdetîler mezarlığıdır. Hani şu dıştan Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise Gizli Yahudi olan taifenin ölülerini gömdüğü yer. Buraya niçin dokulmamıştı acaba?

İkinci olarak ülkemizde korkunç bir cami, mescid, tekke kıyımı oldu. Bazıları bunu inkar edecekler, gözlerimizin içine baka baka “Hayır, yalan söylüyorsun! Böyle bir şey olmamıştır. İftira ediyorsun… Hiçbir camiye dokunulmamıştır…” diyeceklerdir. Asıl onlar yalan söylüyor. Bir tek ilçeyle ilgili bir rakam vereyim: İstanbul’un Eminönü ilçesinde şu anda 120 küsur tarihi caminin ismi vardır, cismi yoktur. Maalesef bunlar satılmış, yok edilmiştir. 1960’lı yıllarda Cağaloğlu’ndaki meşhur Şeref Efendi sokağına bağlanan Selvili Mescid sokağı’ndaki Selvili Mescid’in duvarlarının balyozlarla yıkıldığını gözlerimle görmüş bulunuyorum. Hattâ bu konuda zamanın başbakanı Süleyman Demirel Bey’e bir telgraf çekmiştim. Eminönü’nde yok edilen 120 küsur caminin listesini öğrenmek isteyenler İstanbul veya Eminönü Müftülü’ne müracaat edebilirler.

Yakın tarihimizde vatan sathında on binlerce cami, mescid, tekke binası yok edilmiştir. Eskiden tekkeler cami vazifesi de görüyordu. Onların da mihrabı vardı, namaz kılınıyordu.

Edirne Valiliği bundan birkaç yıl önce bir kitap yayınladı, bunda yakın tarihimizde bu vilayet merkezimizde satılan, binaları yıkılan 300 küsur caminin, tekkenin isimlerinin listesi yer alıyor. Kitabı devlet yayınlamış (Eser yanımda olmadığından bibliyografik künyesini veremiyorum. Bu konuda daha önce de yazmıştım…)

Vatanımızdaki camiler, mescitler, tekkeler sadece birer bina mıdır? Hayır, onlar bu toprakların bize ait olduğunu gösteren mimarî tapu senetleridir. Onları yıkarsanız vatanın tapu senedini yırtmış olursunuz.

Sırada taşmektepler, medreseler, imarethaneler, eski mahkeme binaları var. Onların da binlercesi yok edilmiştir.

Nice çeşme yok edilmiştir.

Ben görmedim, bir görenden duydum. Merhum Muallim Cevdet Bey şahsına ait “Hadikü’l-Cevâmi” kitabının kenarına, 30’lu yıllarda İstanbul’da vali ve belediye başkanı olan (o tarihlerde bu şehrimizde vali ve belediye başkanı aynı kişi olurdu ve bu kişiyi hükümet tayin ederdi) bir zatın, üzerlerinde kutsal yazılar bulunan eski tarihî mezar taşlarını lağım kapağı olarak kullandırttığını yazmış.

Ülkemiz topraklarının büyük kısmı vakfedilmiş araziydi. Hayırsever atalarımız yüz binlerce binayı vakfetmişlerdir. Bunların büyük kısmı yakın tarihimizde satılmış, kapanın, elinde kalmıştır. Vakit geçiyor… Birkaç güçlü, azimli, vicdanlı tarihçimizin “Yakın Tarihte Türkiye’de Vakıf Malları Kıyımı veya Yağması” adıyla kitaplar yazmaları gerekiyor.

Ülkemizin tapu senedi mahiyetindeki eski mimarlık eserleri camiler, medreseler, tekkeler yok edilirken; bir yandan da vatan sathı bir çirkinlikler sergisi haline getirildi. Milli mimarlık terk edildi; çirkin, ruhsuz, şahsiyetsiz, sevimsiz beton yapılar her yeri istila etti. Bir Japon mimarlığı var ama artık bir Türk mimarlığı yok. Anadolu’nun bir şehrine bir okul binası yapılıyor. Aman ne bina ne bina!.. Norveç mimarisi desen değil, Venezüela mimarisi desen değil, Kenya mimarisi de değil… Aman ya Rabbi ne çirkin, ne gudubet bina! Burada birkaç sene okuyan vatan çocukları, sırf binanın çirkinliği, ruhsuzluğu, şahsiyetsizliği yüzünden dengelerini yitirebilir, yabancılaşır, köksüz hale gelir. Be adamlar burası Türkiye’dir. Türkiye’nin çok köklü bir mimarlık mirası vardır. Size, eskiyi aynen taklit edin demiyoruz. Ancak yeni yapılan binaların bir estetik boyutu olması gerekmez mi? Yeni binalara niçin estetik veremiyorsunuz? Geçmiş kötüymüş… Peki, siz ne yapıyorsunuz? En kötüsünü, en çirkinini, en berbatını yapıyorsunuz. Geçmiş sizin iddia ettiğiniz gibi kötü değildir. Divriği’deki Ulucami gibi sanatlı, kalıcı, bütün dünyanın hayran olduğu bir yapı dikmeye gücünüz yetiyor mu?

*

Aziz dostum sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu beyin bu yıl “Tarihte Hasköy – Hasköy, Sütlüce ve Halıcıoğlu Monografisi” ismiyle büyük boy resimli, belgeli bir kitabı yayınlandı (Sinpaş Yapı Endüstrisi yayınları 262 s. İstanbul). Bakınız bu kitabın 90’ıncı sayfasında tarihî Karaağaç Mescidi ile ilgili bir cümle: “… Günümüze, temel kalıntılarının bir kısmının ulaşmasına rağmen, arsanın Belediye tarafından satılması üzerine dozerlenerek mart 1996 tarihinde ortadan kaldırılmıştır..”

Ne acı değil mi?..

Demek ki, cami kıyımı zamanımızda da devam ediyor. Orada tarihî bir kilisenin veya sinagogun harabesi olsaydı arsasını satabilirler miydi? Duvarlarını, temellerini dozerlerle yok edebilirler miydi?

Asla!.. Yok etmek bir tarafa, masrafları devletimizin bütçesinden karşılanmak üzere derhal restore edilirdi.

Maalesef 1975’te veya 76’da (şimdi tam tarihini hatılamıyorum) Taksim’deki tarihî İslâm mezarlığını da bizim Vakfılar idaresi buldozerlerle düzledi ve yerine han yaptı. O tarihte, BÜYÜK GAZETE’de, ağır bir yazı ile bu yıkımı protesto etmiştim. Bu metni bilahare “YAKIN TARİHİMİZDE CAMİ KIYIMI” adlı kitabıma da koydum. (Bedir Yayınevi, Tel: 0212/519 36 18).

İngiltere’nin meşhur Independent gazetesi 6 Ağustos 2005