Suriye bizim komşumuz, kardeşimiz. Dört yüz sene, bir devlet çatısı altında beraber yaşamışız. Hem Türkiye’nin, hem Suriye’nin menfaati en yoğun şekilde ticarî, siyasî, iktisadî, sosyal kültürel, turistik işbirliği yapmaktır. Fakat bu yapılmıyor. Tam tersine, Türkiye ile Suriye, sanki Venezüela ile Moğolistan kadar birbirine uzak, yabancı bir durumdadır. Her iki komşu ve kardeş ülkenin arasındaki bu kopukluk ve soğukluk nereden kaynaklanmaktadır?

Hem uluslararası, hem de Türkiye’nin içindeki bazı iradeler Suriye ile, diğer komşu ülkelerle, Ortadoğu memleketleriyle, İslâm dünyası ile sıkı, yoğun, canlı, faydalı, olumlu münasebetler içinde olmamızı istemiyor. Kimdir bu iradeler?

– Beynelmilel siyonizm bunu istemiyor. Gerekçesini uzun uzadıya açıklamaya lüzum yoktur. Böyle bir işbirliği İsrail’in, Yahudilerin işine gelmez.

– Türkiye’yi bir sömürge haline getirmek isteyen uluslararası kapitalist çeteler de istemiyor. Türkiye, ekmeklik buğdayının bir kısmını sınır komşusu Suriye’den değil, Amerika’dan satın almalıdır.

– Bundan bin yıl kadar önce Ortadoğu’yu kana bulayan Haçlı zihniyeti istemiyor. Türkiye ile Suriye sıkı, canlı, yoğun işbirliği yaparsa Müslümanlar güçlenir.

Peki bizim içimizde, Müslüman komşularımızla işbirliği istemeyenler kimlerdir?

– Sabataycılar böyle bir şey istemezler. Dışişlerine onlar hakimdir.

– Türkiye halkına kimlik değiştirtmek isteyenler de istemezler. Suriye’de geleneksel Sünnî İslâm güçlüdür. Türk çocuklarının oraya gidip şer’î ilimleri okumaları onlar nazarında son derece sakıncalıdır.

Peki Siyonistler, Sabataycılar, emperyalistler istemiyorlar diye Türkiye’nin komşularıyla münasebetleri hep asgarî (en alt) düzeyde mi kalacaktır?

Elli sene önce İstanbul’la İskenderiye arasında vapur seferleri vardı; iş için veya ticaret yapmak maksadıyla Türkler ve Mısırlılar gidip gelirlerdi. Bugün bu seferler niçin, hem yolcu, hem otomobil taşıyan hızlı gemilerle yapılmıyor? Biz Türkler kış aylarında, Mısırlılar yaz aylarında gelip gidip gezebiliriz, tatil yapabiliriz. Yazık ki, Türkiye ile Mısır sanki birbirlerine Paraguay ile Nepal kadar uzak kalmışlardır. Bu ne kadar anormal, aptalca, zararlı bir kopukluktur.

Türkiye ile komşuları arasında (en azından birkaç komşusu arasında) vize bile kaldırılmalıdır. İstanbul’dan otobüse veya trene binmeliyim ve kolayca Halep’e veya Şam’a gidebilmeliyim. Niçin gidemiyorum?

Ülkeleri, halkları, devletleri birbirlerine yaklaştıran en güçlü sıkı bağ ticaret bağıdır. Türkiye ile Suriye (ve diğer komşu ülkeler) aralarında alabildiğine geniş ve yoğun ticarî ilişkiler bulunmalıdır.

Türkiye’de bir miktar Arap kökenli vatandaş bulunuyor. Suriye’de de beş yüz bin kadar Türkmen yaşıyor. Bu Araplar ve Türkler iki ülke arasında bir köprü oluşturabilirler.

Ben Suriye’yi, bilhassa Şam’ı ve Halep’i çok seviyorum. Bir Müslüman olarak bu sevgim çok tabîdir. Siyonistler, Sabataycılar, cryptolar istemiyor diye niçin Suriyeli din kardeşlerimden, komşularımdan uzak kalıyorum?

Türkiye komşularıyla yoğun ve geniş ticaret yaparsa hepsi birden ihya olacaktır. Böyle bir ticareti baltalamak vatan hainliği değil midir?

Sakıncalara, olumsuzluklara karşı tedbirler alınmalı, çare ve çözümler bulunmalıdır. Şu hususu unutmamalıyız ki, ölümden başka her şeyin çaresi vardır.

Her şeyi devletten, siyasî iktidardan beklemek son derece yanlıştır. İş adamlarımız, gazetecilerimiz, aydınlarımız, kültürlü ve seviyeli dindarlarımız harekete geçmelidir. Mesela Suriye’ye turlar tertiplenmeli ve bu seyahatlerde şu ziyaretler yapılmalıdır:

– Müzeler gezilmeli,

– Büyük bir manevî, sosyal, kültürel güç teşkil eden tasavvuf tarikatleri ile temasa geçilmelidir. Nasibi olan bir takım Türkler Suriyeli mürşidlere, şeyhlere intisab etmelidir. Benim bu teklifim bizim gizli Yahudilerin kanlarını damarlarında dondurmaya yeter de artar bile. Onlar istemiyor diye bundan geri mi kalacağız?

– Suriye’deki büyük din ve fikir adamları ile de tanışılmalıdır.

– Suriye’deki geleneksel el sanatları ile ilgilenilmeli, onlardan örnekler alınmalı ve Türkiye’deki evler, bürolar bunlarla süslenmelidir.

Türkiye’de İslâm-Arap yazısıyla hüsn-i hat (kaligrafi) sanatı çok inkişaf etmiştir. Suriye’den İstanbul’a hat öğrenecek öğrenciler getirilmeli, bunlara burs verilmeli; Suriye’ye de, mesela sedef kakma sanatını öğrenmeleri için Türk öğrenciler gönderilmelidir.

Birkaç yıl içinde binlerce Türkiyeli ve Suriyeli Müslüman aile kardeş olmalı, birbirlerini ziyaret etmelidir.

Bizde olduğu gibi Suriye’de de böyle bir yakınlaşmayı istemeyenler çıkabilir. Onlar istemiyor diye birbirimizden uzak, kopuk kalmamız acz ve bir nevi intihar değil midir?

Müslüman din kardeşleri, komşular arasında dostluk olsun, yakınlık olsun, alabildiğine ticaret yapılsın, yoğun turizm olsun istiyoruz…

Düşmanlarımız Türkiye’nin yağlı tohumlar ziraatini öldürdüler ve şimdi Atlantik ötesinden tankerlerle sıvı yağ getirip, burada şişeleyip halkımıza yediriyorlar. Eğer ille de dışarıdan yağ almamız gerekiyorsa bunu Suriye’den, İran’dan almamız daha doğru ve menfaatli olmaz mı?

Zahirdeki adı İsmail görünen fakat asıl adı Şmoil olan hüviyet kartında Süleyman yazılan, fakat doğrusu Salomon, Şemsi yazılan, doğrusu Şimon olan bazıları İslâm’dan, Müslümanlardan, Araplardan, Suriyeli veya Mısırlılardan nefret ediyor diye benim memleketim komşularıyla küs ve dargın mı kalacaktır ilelebet?

Sadece Müslüman komşularımızla değil Bulgaristan ve Romanya ile münasebetlerimiz azamî (en fazla) seviyeye çıkartılmalıdır. Yunanistan ile aramızdaki pürüzler giderilmeli, iki ülke arasında vize kaldırılmalı ve alabildiğine ticaret ve turizm yapılmalıdır.

Belki bir istisna vardır, o da Ermenistan’dır. Ermenistan bizim toprak bütünlüğümüzü kabul ettiği taktirde onunla da ticaret ve turizm münasebetlerine başlamalıyız.

Yedi ülke ile sınır komşusuyuz. Akdeniz’in ve Karadeniz’in öteki tarafında da hayli komşumuz var. Bunlarla yoğun ticaret yapsak, her yıl karşılıklı milyonlarca turist getirip götürsek iktisadî durumumuzu düzeltebiliriz.

İktidara İslâmcısı da gelse bunları yapamıyor. Çünkü davul onlarda ama tokmak başkalarının elinde.

Bu yazdığım şeylerin gerçekleşmesi elbette kolay olmaz. Bir ara Sarıyer’e (İstanbul Boğazı’nda) hali vakti yerinde Arap aileler geliyor, ev tutup tatil yapıyordu. Birtakım ahlâksız, rezil, soyguncu, şerefsiz adamlar onları tokatladılar, üzdüler, küstürdüler. 01 Ağustos 2003