Bir grup genç kız kedi yavrusuna işkence ederken filmini çekip internete vermişler… Bir günlük bebeği çöpe atmışlar… Bir yerde sokak köpekleri zehirli iğne ile öldürülmüş… Hava çok soğuk kar kış kıyamet, o biçim mankenlerden biri dışarıda bikini mayo ile poz vermiş… Yakalanan uyuşturucunun haddi hesabı yok… Birden bire nasıl oldu bu patlama?.. Eskiden uyuşturucu kaçakçılığı yapılmıyor muydu?.. Devletin üzerinde TC başlığı ile verdiği yasal vesikalarla KDV’li ve korumalı seks yapan kadınlar 2013 yılında daha gelişmiş bir fuhuş yapacaklarmış… Vahşi adamın biri, kediyi telle bağlamış ağaca asmış, hayvancağız ölmüş…

Büyük gazetelerde mankenler, futbolcular, şarkıcılar, türkücüler, süper zengin müteahhitler geçit resmi yapıyor.

Çocukluğumda İstanbul’a bugünkünden daha fazla kar yağardı ama okullar tatil edilmezdi.

İmralı imparatoru ile resmî görüşmeler devam ediyor.

Derin güçler Paris’te üç PKKlı kadını öldürdüler.

Suriye kan ağlıyor… Irak’ta Sünnîlerin durumu berbat… İran ile münasebetlerimiz çok gergin…

PKK silah bırakırsa yekûn olarak doların yüz milyarları ile oynayan uyuşturucu ve silah kaçakçıları ne yapacaklar? Barış onlar için tam bir felaket olacaktır.

Ankara’da büyük bir kültür ve kitap dairesine polis mahkeme kararıyla baskın yapmış. Müdür ve yardımcıları mevkilerini kayb ederlerse yerlerine bir kesime mensup kişiler getirilecekmiş.

Bazı çağdaş, laik ve ataist gazeteler ve tv’ler buram buram şehvet, müstehcenlik, en âdisinden magazin kokuyor.

Ermeni tehcirinin yüzüncü yıldönümü yaklaşıyor. Ermeni iddialarına cevap vermek ve Türkiye’yi savunmak konusunda devletimiz, ilgili bakanlıklar, tarih kurumlarımız, aydınlarımız ve tarihçilerimiz neler yapıyor acaba?

Osmanlı toplumundaki durum, Balkan harbi arifesinde böyle miydi acaba?

O devirde medyada bugünkü kadar seks patlaması olmamıştır, olamazdı da. Çünkü bundan yüz sene önce fotoğrafçılık ve matbaacılık bu kadar gelişmemişti. Hem devlet buna izin vermezdi. Osmanlı devleti toplu taşıma vasıtalarından kadınlarla erkekleri birlikte seyahat ettirmezdi.

Defalarca yazdım: Sultan Abdülhamid, vefat ettiği 1918 tarihine kadar tahtında kalmış olsaydı, Osmanlı devleti daha az zararla, bugünkünden daha fazla toprağı olarak tasfiye edilebilirdi.

Bugünkü kaos, anarşi, seks ve fuhşiyattan bahs ederken, ülkemizde 1923’ten bu yana görülmemiş bir serbestlik ve hürriyet olduğunu yazmamak insafa sığmaz. Peki, bu hürriyet içinde Müslümanlar niçin eski İslâm medreselerinin ve tasavvuf tekkelerinin açılıp yasallaşmasını istemiyor? Duyduğuma göre bazı reformcu danışman ve sağ kol ilahiyatçılar bunu istemiyormuş ve açılmasını engelliyormuş.

Bu kış da devletin, ülkenin, halkın milyarlarca doları doğalgaz faturalarına gidecek, duman olacak. Japonya dünyanın üçüncü iktisat devi… Onlar küçük evlerde oturuyor. Biz ise, ihtiyacımızın üzerinde geniş evlerde… Son kırk elli yıl içinde yapılaşma, mesken, mobilya, doğalgaz, otomobil, yakıt için belki de bir trilyon dolar israf ettik. Daha sade ve küçük evlerde otursaydık, israf yapmasaydık da, paramızı sanayi, üretim, ziraatin gelişmesi için harcasaydık, biz de Japonya gibi sağlıklı bir şekilde kalkınabilirdik.

Sevindirici haberler de var. Liseli bir genç rüzgârla dönen bir fırıldak yapmış, fırıldağın ucunda minik bir dinamo; rüzgârlı havalarda fırıldak dönüyor, dinamo elektrik üretiyor ve minik bir cep feneri ampulünü yakıyormuş. Bravo bravo bravo!..

Rusya’ya ihraç edilen mandalinalarda Akdeniz sineği hastalığı çıkmış, mallar geri gönderilmiş. İmha edildiler mi acaba? Yoksa halka yedirildi mi bunlar?

Şu sıralarda soğukların şiddetinden olacak bozuk, zehirleyici, boyalı, sahte gıda ve içeceklerle ilgili haberler yok medyada. Domuz çiftlikleri üretime devam ediyorlardır elbette. Bunların etlerini ve yağlarını kimlere yediriyorlar dersiniz.

Eyüp’te bir sohbete davet edilmiştim. Yüz kişi vardı sanırım. Yemek verdiler: Çorba, tavuklu pilav, ayran ve sütlaç… Çay da içildi. Çok yakınımda oturan bir gence sordum, nerede okuyorsunuz? İmam Hatip lisesinde… Size birkaç soru yöneltmeme izin verir misiniz? Buyurun… Bana Allahü Teala hazretlerinin on dört sıfatını sayar mısınız?.. Genç cevap veremedi, bir tek sıfat bile sayamadı.

Düz lisede okuyan 16 yaşında bir öğrenci ile tanıştım. Onun durumu iyiydi. Bulunduğu lisede bin öğrenci okuyormuş, beş altı kişi namaz kılıyormuş, o bazen kılıyormuş, bazen kılmıyormuş. Allahın sıfatlarını saydı ama mánâlarını iyi bilmiyordu…

* (İkinci yazı) Kınık Çömlekçiği, Devletimiz, Üniversitelerimiz…

On sene olmuştur, bir sabah iki dostumla birlikte otomobille yola çıktık. Bilecik’in Bursa hududuna yakın bir yerinde Kınık köyüne gittik. Bu köyün özelliği orada çömlekçilik sanatının yaygın oluşuydu. O tarihte yirmi beş ev atölyesi, üç de daha büyük atölye faaliyet gösteriyordu.

Köyün başka bir özelliği: Eski geleneksel evlerde yaşıyorlardı. Atölyelerden birini gezmiştik, öğle yemeği için Pazaryeri ilçesine gitmek istediğimizde bırakmamışlar, bir evde bize ikramda bulunmuşlardı.

Kınık gerçekten örnek bir köyümüz. Halkı, insanlığın belki de en eski sanatı olan çömlekçiliği yaşatıyor ve bu yolla helalinden para kazanıyordu.

Eski Kınık çömlekleri şu anda antika oldu ve müzayedelerde satılıyor.

Şimdi soruyorum: Devletimiz, bilhassa Kültür Bakanlığı Kınık çömlekçiliğini teşvik etmek, ilerletmek, geliştirmek için neler yapmaktadır?

Üniversitelerimiz “Kınık köyleri” için ne gibi hizmetler vermektedir?

Artık saksı, sıradan testi, vazo, güveç üretimi verimli ve kârlı olmaz. Kınık gibi çömlek merkezlerinde arkeoloji müzelerinin vitrinlerinde sergilenen iki üç bin yıllık eski toprak objelerin replikaları yapılmalı, bunlar “eskitilmeli”, mühürlü sertifikalarla piyasaya arz edilmelidir.

Yunanistan’da, nice başka ülkede böyle yapılıyor. Hatta Çin’den, Hint’ten, Orta Asya ülkelerinden çömlek ustaları getirilerek yeni şekiller ve üsluplar bulunmalıdır.

Türkiye’de büyük bir kültür erozyonu olduğu için halkın bir kısmı zenginleşse bile sanat boyutu olan çömlek objelere önem vermez, rağbet etmez. Lakin her sene yurdumuza otuz milyon turist gelmektedir. Bunların yüzde biri, üç yüz bin kişi eskitilmiş, sanatlı bir çömlek objesini hatıra olarak satın alsa bu sanatımız şahlanacaktır.

Bendeniz üç yıl önce Balkanlar’daki küçük Karadağ Cumhuriyeti’ne gitmiş, oranın eski başkenti Çetine’de bir müzeyi gezdikten sonra, çıkarken resepsiyonda satılan eski bir çömleğin taklidini almıştım. Onu şimdi evde kalemlik olarak kullanıyorum.

Şu anda dünyanın ihracat birincisi Çin’de toprak, seramik, çini sanatı ve üretimi akıl almaz bir seviyededir. Japonlar hem dünya otomobil sanayiinde birincidirler, hem de toprak çömlek zanaat ve sanatında birinci: Doğan Güneş İmparatorluğu’nda sekiz yüz senedir hiç sönmeden, söndürülmeden üretime devam eden çömlek fırınları vardır. Lütfen internetten /800 years old pottery Japan/ kelimeleriyle arayınız.

Meraklı okuyucularıma tavsiye ederim, evlerini sanat ve kültür boyutu olan küçük çömlek eşya ile süslesinler.

Havalar düzelince Kınık’a tekrar gideceğim. Oradaki atölyelerin birkaçına takdim etmek üzere yerli ve yabancı sanatlı çömlek objelerinden oluşan bir albüm hazırlıyorum. Kendilerine tebrik, teşekkür, selam ve hürmetlerimi sunuyorum.

Beyoğlu Belediyesi’nden bir rica: Meşhur Tophane toprak sanatını canlandıran bir atölye açılırsa milli sanat ve kültürümüze kıymetli bir hizmet etmiş olurlar.

Bu konuda bir ihtar: Çömlekçilikten elbette para kazanılır ama çömlek sanatı kısa zamanda köşeyi dönmeye, voli vurmaya, çarpmaya alet edilmemelidir.

İran’da, Hindistan’da, Çin’de, Japonya’da, Mısır’da geleneksel sanat eserleri herkesi alabileceği hayli ucuz fiyatlarla satılıyor.

Bizde maalesef öyle değil. Birkaç sene önce Nişantaşı’nda Paşabahçe mağazasında yeni yapılmış

Tophane işi kırmızı topraktan kapaklı bir şekerlik

görmüştüm; üç yüz seksen beş lira fiyat koymuşlar, tabiî alamadım. El sanatı eserlerimiz böyle pahalıya satılırsa yaygın hale gelemez. Üç yüz seksen beş liralık şekerliği Çinliler yapsalar Çinden buraya navlun ücreti dâhil yirmi beş liraya satarlar. Hem de daha güzelini yaparlar. Lütfen merhametli, akıllı ve insaflı olalım.

Yeni bir üniversitenin mütevelli heyeti başkanı olan bir dostuma tavsiye ettim:

Şu yetmiş beş milyonluk Türkiye’de sanatının veya zanaatının aşığı “deli” bir çömlekçi bulalım, bir atölye açalım, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden yirmi beş obje seçip replikalarını ürettirelim, mühürlü sertifikalarla piyasaya verelim. İnşallah hayırlı bir başlangıç olur.

Not:

Bu sanatkâr kardeşimiz biraz deli olmalı, dini imanı para olmamalı. Beş on liraya mal olacak topraktan bir objeyi yüz liradan satmaya kalkışmamalı. Geleneksel milli el sanatlarını ihmal eden toplumlar yüzde yüz yerli ve milli otomobillerini de üretemezler. Bizler gibi… 15 Ocak 2013