Pazar

 

SORU: Böyle bir şey câiz ve doğru mudur?

CEVAP:

Câiz ve doğru değildir.

“Telfik-i mezahip İslâm dinini oyuncak etmektir”

(Ulemadan Seydişehirli Mahmud Es’ad)

SORU: İslâm dininde

reform, yenilik, değişiklik

yapılabilir mi?

CEVAP:

Kesinlikle yapılamaz.

Bu dini Allah koymuştur, yorumunu Peygamber yapmıştır.

Allah yanılmaz, Peygamber hâtadan ve yanlıştan korunmuştur.

Reform ve değişiklik ancak

muharref

(bozulmuş)

dinlerde olabilir, İslâm’da asla olmaz.

SORU:

İlâhiyatçılar

İslâm âlimi midir?

CEVAP:

Bir kimsenin İslâm âlimi olması için, ucu Resullerin Seyyidine dayanan bir icazeti

(dinî diploması)

olması gerekir.

Ayrıca,

itikad ve fıkıh konusunda Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesinde bulunması gerekir.

Bununla da bitmez.

Bildiği ile âmil olması gerekir.

Bir ilahiyatçıda bu üç sıfat varsa o din alimidir.

Yoksa değildir, yerli ve ehlî oryantalisttir.

SORU: Reformcu, diyalogcu ilahiyatçılara tâbi olmanın hükmü nedir?

CEVAP: Yanılmak ve sapıtmaktır.

SORU: Tasavvuf ve Tarikat ne demektir?

CEVAP: Şeriatsiz Tasavvuf ve Tarikat olmaz. Şeriata uygun bütün tarikatlar haktır.

SORU: Bütün şeyhler gerçek şeyh midir?

CEVAP: İcazeti varsa, Şeriata uyuyorsa, şeyhlik şartlarına ve sıfatlarına sahipse gerçek şeyhtir. Değilse sahte şeyhtir, müteşeyyihtir (şeyh taslağıdır).

SORU: Namaz kılmayan şeyh olur mu?

CEVAP: Böyle sorularla adamı güldürmeyin! Namaz kılmayan merduttur. Böyle adama şeyh denir mi? Tarik-i Salât fâsıktır.

SORU: Bazıları

“Biz yaqîn derecesine vasıl olduk, bizden namaz kalktı”

diyorlar…

CEVAP:

Namaz kimseden sâkıt olmaz. İnsanların derece itibariyle en büyüğü olan Resulullah Efendimiz ölünceye kadar beş vakit namazı cemaatle kılmışlardır.

İlim şehrinin kapısı olan

Hazret-i Ali sabah namazını kıldırmaya hazırlandığı sırada Kûfe’de camide şehid edilmiştir.

“Sana yaqîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et”

meâlindeki ayetteki

yaqîn ölüm demektir.

Yani ölünceye kadar ibadet et.

SORU: İslâm’da

din ve dünya ayırımı

var mıdır?

CEVAP:

Yoktur

.

SORU: Bir insan

sadece iman etmekle

kurtulabilir mi?

CEVAP:

Hem iman etmesi, hem de sâlih ameller işlemesi gerekir.

Bellibaşlı sâlih ameller şunlardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, haccetmek, cihad etmek, zekat dışında sadaka vermek, hayır hasenat yapmak, eliyle ve diliyle insanlara zarar vermemek, İslâm’ı yaymak, tebliğ etmek için çalışmak ve çalışanları desteklemek, farzları yerine getirmek, haramlardan kaçınmak…

SORU: Bütün Müslümanların topluluğuna ne denir?

CEVAP:

Ümmet

denir.

SORU: Ümmetin belli başlı özellikleri nelerdir?

CEVAP: Namaz kılarlar, emr-i maruf ve nehy-i münker yaparlar. Yeryüzünde İslâm barışının ve medeniyetinin hâkim olması için çalışırlar. Adaleti ve güvenliği sağlarlar. Azgınlıkları ve fenalıkları engellerler. Maruf yani iyi, güzel şeyleri teşvik ederler, yaptırırlar. Zalimlerin ve güçlülerin acizleri ve fakirleri ezmesini ve sömürmesini önlerler.

SORU: Müslümanlar kaç sınıfa ayrılır?

CEVAP: Çeşitli sınıflandırmalar yapılabilir. İyi Müslüman, orta dereceli Müslüman, kötü Müslüman… Avamm, havass, havassü’l havass…

SORU: Bu devirdeki Müslümanların durumu nedir?

CEVAP: Maalesef İslâm ile Müslümanlar arasında büyük bir seviye farkı bulunmaktadır. İslâm çok yücelerdedir, Müslümanlar onun çok çok gerisinde kalmışlardır. Bugünkü bozuklukların, zilletin, esaretin, tezebzübün, fitne ve fesadın ana sebebi budur.

SORU: Vasıflı Müslüman ne demektir?

CEVAP: Tahkiki iman sahibi… İlim, irfan ve kültür sahibi… Ahlâk ve fazilet sahibi… Abid ve zâhid… Mütteki ve Mütevverri… Mürüvvetli ve fütüvvetli…

SORU: Sadece dinî kitap okuyarak iyi ve vasıflı Müslüman olmak mümkün müdür?

CEVAP: Değildir. İslâm dininde rehberlik (initiation) esastır. Mutlaka ehil bir hocadan, mürşidden, mürebbiden, rehberden ders almak ve yetişmek gerekir.

SORU:

Para

bir değer midir?

CEVAP: Kesinlikle değildir. Parayı değer, hem de ana değer olarak kabul eden bir kimse sapıktır, ahlâksızdır, âdidir. Resul-i Kibriya Efendimiz uğursuz ve şerli bir tâifeyi şöyle tarif ediyor:

“Onların dinleri para, kıbleleri karıdır.”

SORU:

İsrafın

(savurganlık),

lüks hayatın, gösterişin, aşırı tüketimin dinimizde hükmü nedir?

CEVAP: Bunlar haramdır. Allah müsrifleri Kur’ân’da kötülüyor, onlara

“Şeytanın kardeşleridir”

diyor. Peygamber lüksten, israftan, gösterişten kaçmıştır. Müsrifler ve lüks hastaları Nemrud, Firavun, Şeddat ahlâklı kötü kişilerdir. Ebedî saadetini kurtarmak isteyen akıllı ve şuurlu Müslüman israftan, lüksten, aşırı tüketimden, gurur ve kibirden, saçıp savurmaktan uzak dursun.

SORU: Doyduktan sonra yemenin hükmü nedir?

CEVAP: Doyduktan sonra yiyen kişi, başkalarının hakkını yemiş olur. Doyduktan sonra yemeyi adet haline getirmek, oburluk çirkin bir günahtır. Hazret-i Aişe Validemiz

(radiyallahu anha)

şöyle buyuruyor.

“Resulullah’ın vefatından sonra ilk çıkan bid’at, insanların fazla yiyip de semirmeleri oldu…”

SORU:

“Benim şeyhim HER ŞEYİ bilir”

diyene ne lazım gelir?

CEVAP: Böyle diyen kişinin

küfre ve şirke düşmesinden korkulur.

HER ŞEYİ bilmek ancak Yüce Allah’a aittir.

SORU: Yalan söyleyen, Müslümanları aldatan, Müslümanların paralarını toplayıp zimmetine geçiren, halka verdiği sözü tutmayan, emanetlere ihanet eden, ihalelere fesat karıştıran, devlet ve belediye bütçelerini hortumlayan, kısa zamanda büyük kara ve kirli servet sahibi olan kimseler nasıl adamlardır?

CEVAP: Onlar münafıktır! Hem de azılı münafık…

SORU: Zengin bir Müslüman zekatını verdikten sonra canının istediği gibi lüks, israflı, sefih (beyinsizce ve ahlâksızca) bir hayat sürebilir mi?

CEVAP: Süremez. İslâm dini, İslâm Şeriati, İslâm tasavvuf ve ahlâkı, Peygamber Sünneti böyle bir şeye izin vermemektedir. Müslüman, zengin de olsa, süper zengin de olsa orta halli, mütevazı, kanaatli, zâhidâne bir şekilde yaşamalıdır. Meskeni, otomobili, evindeki eşyaları, yemesi içmesi, yazlığı asla lüks olmamalıdır.

SORU: Yurt içinde milyonlarca, dünyada yüz milyonlarca Müslüman sefalet içinde yaşıyor.

Hattâ bazı İslâm ülkelerinde halk açlık tehlikesi ile karşı karşıya

. Böyle bir durumda, imkânı olan Türkiyeli Müslümanlara düşen vazifeler nelerdir?

CEVAP: Birinci olarak bu durumu bilmek, araştırmak. İkinci olarak yürekten ve derin bir şekilde üzülmek. Üçüncü olarak

var gücüyle yardım etmek, imdatlarına koşmak.

Sadece

“vah vah çok üzüldüm”

demekle iş bitmez. Çağımızda dünya küçüldü. Globalleşme oldu.

Eskiden altı ayda gidilen yere şimdi bir günde gidiliyor. İnternetin düğmesine basıyorsunuz, birkaç saniye içinde istediğiniz bilgiler sel gibi akmaya başlıyor, bir ülkeden öbürüne kolayca para ve eşya gönderilebiliyor.

Ben bu satırları yazarken Afrika’daki Nijer adlı Müslüman ülkede büyük bir açlık ve kıtlık var. Halk perişan.

Uluslararası kuruluşlar yardım yapıyor. Türkiyeli Müslümanların çoğunun haberi bile yok.

.. Nijer’den vaz geçtim, kendi sınırlarımız içinde sefalet çeken kardeşlerimize yardım etmiyoruz.

“İslâmî Sosyete”

(!) yatlara biniyor, sahillerde sefalar sürüyor. Gökkuşağı gibi rengârenk giyimli sözde tesettürlü Müslüman bayanlar

beş yıldızlı otellerde

(Yazık ki, ülkemizde altı ve yedi yıldızlı lüks otel yok!)

ikindi çayları içiyor.

Arada bir uçakla Avrupa’ya gidip çok lüks, çok pahalı; lüks ve pahalı olduğu kadar zevksiz ve sanatsız elbiseler alıyorlar. Maalesef bir kısım zengin, varlıklı, paralı, yüksek tabaka Müslümanlarda vicdan kalmamış, iz’an kalmamış, yardımlaşma duygusu kalmamıştır.

Biz gerçek Müslümanlar olsaydık, Türkiye’de bir kişi bile aç ve perişan kalmazdı. Yardım, himmet, kerem, ihsan ellerimiz Nijer’e kadar uzanırdı.

SORU: Bazıları dinî hizmet ve faaliyetleri bir hobi gibi yapıyor. Buna ne dersiniz?

CEVAP: Hobi, insanın boş zamanlarını değerlendirmek için yaptığı birtakım sosyal, kültürel, sanat ve zenaatle ilgili şeylerdir. Boş zamanlarında saksafon çalmak, herhangi bir şeyin koleksiyonunu yapmak, haftada iki gün yazlığına gidip gül yetiştirmek gibi.

İslâmî hizmet ve faaliyetler bu gibi hobiler gibi yapılmaz.

Yapılırsa işte bugünkü gibi, Müslümanlar rezil, esir, zelil olurlar. Bir Müslümanın ana vazifesi, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak

VAR GÜCÜYLE ibadet ve hizmet etmektir.

19 Eylül 2005