Cumartesi

 

Evvelki Pazar gecesi bir evde yapılan sohbet toplantısına katılmıştım. Dostlarımdan biri “Bugün Saddam yakalanmış haberiniz var mı?…” deyince, bu haberden pek memnun kalmadım. Saddam’ı sevdiğim ve tuttuğum için mi? Hâşâ! Nice masum, bîgünah insanı, bu meyanda birtakım muhterem din hocalarını katlettirmiş, Irak’ı uzun yıllar boyunca pençe-i kahrında zulm ve istibdat ile inletmiş bir kimseyi sevmem, desteklemem, tutmam mümkün değildir.

Son bir yıl içindeki hadiseler zalim Hüseyin Saddam’ı bir mazlum haline getirmiştir. Amerika’nın ve İngiltere’nin Irak’a saldırmaları, hiçbir meşru ve hukukî gerekçeye dayanmamaktadır. Bu savaş gayr-ı meşru bir saldırıdır. Ben günlük gazete çıkartsaydım, o gün manşeti “Yahudiler Saddam’ı yakaladı” diye atardım.

Saddam’ın yakalanması başkan Bush ekibinin biraz şov yapmasına yol açacak, fakat Irak’taki direnişi durdurmayacaktır. Bu ülke tarihî boyunca nice dehşetli hadiseye sahne olmuştur, Kıyamete kadar da böyle olacaktır. Amerikalılar, İsrail, dünya Siyonizm’i ava giderken avlandılar, kazdıkları çukura düştüler. Oyun yeni başlamıştır, siz asıl bundan sonrasını kaçırmayın, ibretle seyredin.

Romanya’da Çavuşesku ve karısı da öldürüldüğü vakit nefret duymuştum. Ben bir Müslüman olarak zalimleri sevmem, din düşmanlarından hazzetmem ama, her zaman, her hal ü kârda adaletten yanayımdır. Beraat-ı zimmet asıldır, adil bir şekilde yargılanmadan hiç kimse suçlu değildir.

Perşembe’nin gelişi çarşambadan belli imiş. Afganistan’da yakalanan birtakım Müslümanlar Küba’daki ABD üssü Guantanamo’ya tıkıldı. Harp esirleriyle ilgili Cenevre konvansiyonları, diğer uluslararası sözleşmeler ve metinler göz önüne alınmadı. Amerikan askerleri yolda bir otomobili çevirmişler, sürücüsünü ve içindekileri Taliban diye yakalayıp Küba’ya postalamışlar. Adamcağızlar istedikleri kadar çırpınsınlar, feryat etsinler, ağlasınlar nafiledir. Dünyaya demokrasi, insan hakları, adalet, hukuk dersleri veren Amerikalıların bazı konularda merhameti ve insafı yoktur.

Kur’an-ı Kerim’de şu meâlde bir âyet var: Onlar mekr ve hilelerini yaptılar; lakin Allah’ın da hesabı ve kaderi vardır, sonunda O’nun hesap ve kaderi galip gelecektir… ABD, İsrail, uluslararası Siyonizm Irak’ı parçalamak, orada üç ayrı devlet kurmak istiyormuş. Bu hesaplar tutacak, gerçekleşecek midir? Hiç sanmam.

Üçüncü Dünya Savaşının ayak sesleri Orta Doğu’dan geliyor. 1948’de kurulan İsrail, yarım yüzyılı biraz geçen hayatının en vahim, en tehlikeli, en tehditli günlerini yaşıyor. Dehşetli bir savaş patlak verirse ve zor duruma düşerlerse Yahudiler acaba, can havli ve ümitsizlik içinde ellerindeki nükleer silahları kullanırlar mı dersiniz? Böyle bir çılgınlık yaparlarsa, bu dünyanın sonu olur. Keşke Uri Avneri gibi aklı başında, sağduyulu, bilge Yahudilerin uyarılarını dinlemiş olsalardı…

Türkiye nereye gidiyor? Allah sonumuzu hayr eylesin…

Ülkemizde dehşetli, akıl almaz, korkunç boyutlarda rant yiyen, malı götüren zümreler, lobiler, güçler bulunmaktadır. Bunlar milyarlarca dolarlık rantlarından öyle kolay kolay vazgeçmezler. Binaenaleyh kokuşmanın kurutulması, hukuk ve adalet üzerine kurulu bir sistem getirilmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin ve dengesizliğin giderilmesi, toplumsal bir barış ve millî bir konsensüs oluşması yolundaki teşebbüsleri ve faaliyetleri var güçleriyle sabote edecekler, köstekleyeceklerdir. Türkiye’de iyi insanlar, iyi vatandaşlar, iyi okur-yazarlar da vardır. Ancak tepkisiz, cesaretsiz, teşebbüssüzdürler. Şerirler alabildiğine gözü kara, cesur, atılgan ve yavuz; İyiler son derece mızmız, mıymıntı, korkak, pısırık… Böyle bir ülkede karanlıklar dağılır, sabah olur mu dersiniz?

Şer güçleri, kendilerinin yapamayacağı birtakım işlerin taşeronluğunu bazı İslâmcılara vermişlerdir, işler bittikten sonra onların da işini görecekler, kârlarını itmam eyleyeceklerdir.

Kulağı delik olanlar, çok iyi bilirler: PKK’nın en azgın ve şiddetli zamanında “bizimkiler” Hizbullah’ı kurdurttular, maddeten imkân sağladılar, mânen desteklediler; PKK frenlensin, bir denge kurulsun diye. Sonra ne oldu? PKK zayıflatılınca Hizbullah’ın da defterini dürüverdiler.

Bugün Türkiye Müslümanları için en vahim sakınca İslâmî hareketin, siyasal İslâm’ın, Light İslâm’ın bir rant hareketine, bir menfaat şebekesine dönüşmüş olmasıdır. Bazıları “Başkaları yiyeceğine biz yiyelim… Müslüman güçlü olmalıdır, biz de onun için malı götürüyoruz… Biz bu devşirdiğimiz haram ve şaibeli paralarla ileride dinimize ve ülkemize nice nice hizmetler ve iyilikler edeceğiz…” gibi hezeyanlar sarfediyor; bunlar şeytanî, tağutî, nemrudî kuruntulardır.

İslâm dini ahlâk, fazilet, hikmet, iyilik, doğruluk, güzellik dinidir. İslâm dininde terör yoktur.

İslâm dini, haram kazançlarla hayır yapılmasını kabul etmez, böyle bir yamukluğa izin ve cevaz vermez.

Savaş insan toplumlarının vazgeçilmez bir olgusudur, lakin İslâm; isminden de anlaşılacağı üzere barış dinidir. Dünyaya ilahî ve âdil bir barış getirmeyi hedeflemektedir. İslâm’daki cihad, bu barış içindir.

Bütün İslâmî hizmet ve faaliyetlerin Kur’an, Sünnet, Şeriat, fıkıh ve ahlâk hükümlerine, prensiplerine uygun olarak yapılması gerekir. “Ben hem dinime hizmet ederim, hem de kendi küpümü doldururum…” felsefesi yanlıştır. Bazı şeyler ticarete, maddiyata, şahsî menfaate ve ikbale alet edilemez.

Ticareti yapılabilecek konular çok çeşitli ve geniştir, ancak sonsuz değildir. Dinin, imanın, Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın bezirganlığı yapılamaz. Yapanlar mel’undur, merduttur, fâsıktır, fâcirdir, münâfıktır!

Doğru veya yanlış, ünlü bir kişinin aleyhinde bir kitap yazılsa, adam rezil ü rüsvay edilse bazıları akın akın koşar, o kitabı alır, içindeki gıybet, dedikodu, fitne fücur merakını tatmin eder. İnsanları kurtaracak, ebedi saadete yönlendirecek bir ahlâk ve fazilet kitabı çıkartılsa, dedikoduya ve iftiraya yel yeperek yelken kürek koşan beyinsizler hiç ilgilenmezler. 21 Aralık 2003