Sadaka Veriniz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Çarşamba
Uyarıyorum: Herkes kendi şahsi imkânlarına göre sadaka versin, hayır hasenat yapsın. Sadaka denilince cami kapılarındaki, cadde kenarlarındaki profesyonel dilencilere atılan birkaç yüz bin lirayı, bilemediniz 1 milyon lirayı kastetmiyorum. Sadaka, Allah rızası için muhtaçlara, sıkıntıda olanlara yapılan karşılıksız yardımdır.
Sadaka, hayır hasenat Müslümanın manevi sigortasıdır. Pozitivistler, rasyonalistler, maneviyat boyutu olmayanlar sadakaların belâ ve musibetleri def edeceğine inanmazlar; akılları böyle bir şeye ermez. Müminin buna inanması çok kolaydır, çünkü Muhbir-i Sâdık (Hiç yalan söylemeyen haberci) ne söylediyse doğrudur.
Fitne fesadın çoğaldığı, bir kısım insanların çok azdığı, yeryüzünün kötülük yangınlarıyla tutuştuğu bir dünyada yaşıyoruz. Müminlerin böyle bir ortamda kesinlikle gaflete düşmemeleri, devamlı sadaka vermeleri gerekir.
Çevrenizde araştırma yapınız, güvendiğiniz esnafa, komşularınıza, muhtara sorunuz, sıkıntıda olan insanları tespit ediniz. Yakınınızdaki cami imamıyla konuşunuz, ondan da bu konuda bilgi alınız, ancak şu hususu unutmayınız:
1. Camiyi güzelleştirmek, boyatmak, yeni halı sermek,
2. Camiye klima cihazı taktırmak, kalorifer yaptırtmak, hoparlör koydurtmak,
3. Meşruta (cami görevlisi lojmanı) yaptırtmak veya tamir ettirmek… ve bunlara benzer şeyler sadaka sayılmaz.
* İşsiz kalmış, şiddetli geçim sıkıntısı çekiyor,
* Hastalanmış, tedavi masraflarını karşılayamıyor,
* Çocuğunu okutacak, gerekli parayı bulamıyor,
* Borca batmış ödeyemiyor,
* Bir sille yemiş, belini doğrultamıyor,
* Yaşlanmış, tek başına kalmış, bakanı yok, geliri yetersiz….
Eskiden bu memlekette sosyal sigorta falan yoktu. Lakin Müslüman halk arasında dayanışma, yardımlaşma, tesanüd vardı. Zenginler fakirleri korurlardı. İmkânlı olanlar, imkânları nisbetinde, ellerinden geldiği kadar sıkıntıda olanlara yardım ederlerdi.
Hâlâ duruyor, Üsküdar’da bir “Sadaka taşı” vardır. İçine el girecek kadar oyuk bir taş. Yanından geçenler içine sadaka parası atarlarmış, muhtaç olanlar da ellerini sokar bir miktar alırlarmış. Tabii bu güzel adet çoktan tarihe karıştı. İnşaallah taşı da çalmamışlardır. Bu devirde bir yere sadaka taşı konsa, içine birkaç hayırseverin para attığı farz edilse, yine bir işe yaramaz. Çünkü ihtiyacı olmayanlar ellerini sokarlar, paraları alırlar.
İslâm’ın güzel adetlerinin çoğunu yitirdik. Artık kanaat kalmadı. Adamın geliri çok az, imkânları çok dar lakin kanaatle yaşamak istemiyor. Toplumda öyle ahmaklar var ki, kredi kartı alıyor ve alabildiğine harcama yapıyor. Sonunda sıkıntıya düşüyor, rezil-ü rüsvay oluyor, icralara veriliyor. Zavallı beyinsiz… Kartla yaptığı ödemeyi mutlaka karşılaması gerektiğine aklı ermiyor.
Sosyal yardımlaşma ve komşuluk hakları da unutuldu. Müslümanlık “Komşusu aç gecelerken, tok yatan bizden değildir…” buyuruyor. Biz bu ilkeyi hayata uyguluyor muyuz?
İslâm ahlâkının düsturlarından biri de şudur: “Çorbaya veya yemeğe biraz daha su koy. İki kişi için hazırlanan yemek üç kişiye de yeter, üç kişi için hazırlanan yemek, dört-beş kişiye de yeter…” Elimizi vicdanımıza koyalım, bizde bu ahlâk var mı?
Kendisini sofu, zâhid, dini bütün Müslüman sanan bazı kimselerin yemek yemelerine bakıyorum, Sünnete tamamen zıt. İslâm büyüklerinin öğütlerine, ölçülerine hiç uymayan halleri var. Doyduktan sonra da yiyorlar, doyduktan sonra yemek haramdır. Kendilerine alkollü içki ikram edilse hiddetten ateş kesilirler, eserler savururlar. Böyleleri işlemedikleri günahlar konusunda pek yavuz, pek serttirler. İşledikleri günahlar, yedikleri haramlar konusunda hiç sesleri çıkmaz. Gıybet konusunda da, birtakım sahte dindarlar böyledir. Domuz eti yiyene sövüp sayarlar, kendileri günde birkaç saat “ölmüş din kardeşlerinin etlerini” yerler. Böyleleri ne iğrenç insanlardır.
Yine sadakalara dönelim. Bilhassa büyük idareciler ve iktidar adamları bugünlerde bol sadaka vermelidir. Gerekçesini sormasınlar, sadaka vermek zaten dinimizin temel kurallarındandır.
Sadakadan başka, nelere dikkat edilmelidir.
– Tövbe ve istiğfar edilmelidir. Günahlar, isyanlar, azgınlık ve taşkınlıklar dolayısıyla pişmanlık duyulmalıdır. Allah’tan bağışlanma dilenmelidir.
– Hak sahipleriyle helalleşilmelidir.
– Her ne şekilde olursa olsun, haram yemekten vazgeçilmelidir, zamanımızda şeytan aleyhillânenin bir fetvası var: “Bu düzen bozuktur, böyle düzenlerde yamuk işler yapılabilir, haram yenilebilir…” Şeytanın bu gibi tuzaklarına düşülmemelidir. Haram ateştir, dünyada da yakar, ahirette de yakar.
– Yalan konuşmaktan ve yazmaktan, halkı aldatmaktan uzak durulmalıdır. Müslümanları aldatanlar bizden değildir.
– İslâm düşmanı kâfirleri, dost ve veli edinmeyi yüce dinimiz yasaklıyor.
– İkbal, şöhret, saltanat, iktidar, dünyevî şan ve şeref sarhoşluğunun sonu kötüdür. Hiçbir politikacı, zavallı Adnan Menderes’in başına gelenleri unutmasın. 12 Ağustos 2004