Cuma

Ramazan’a çok az vakit kaldı. Mübarek ay ile ilgili İslâmî kesimde hiçbir hazırlık yok. Hazırlık denilen şeylere siz hazırlık mı diyorsunuz? Ramazanda fırınlarda pide çıkacakmış, radyo ve televizyonlarda iftar ve sahur programları yapılacakmış, minareler aydınlatılacakmış, bazı yerlerde Ramazan çarşıları kurulup Ramazan şenlikleri yapılacakmış. Bunların İslâm’ın ruhuyla ve esasıyla ilgisi yok ki..

Geçen sene bazı yerlerde Ramazan çarşıları kuruldu, Ramazan şenlikleri yapıldı. Yer ismi vermek istemiyorum… Sucuk ekmek dükkânları… Gözleri yaşartıcı, genizleri yakıcı sucuk dumanları… Kokoreççiler… Mersin tantuni kebabı… Börek… Sahlep… Tatlılar… Çaylar, kahveler.. Fosur fosur, tosur tosur içilen nargileler… Korkunç bir kalabalık, iğne atsan yere düşmez. Gecenin on ikisi, tesettürlü, zilli pembeli hatunlar, kollarında kundaklı çocuklar Ramazan çarşısında dolanıp duruyorlar… Kırk, elli, altmış yaşındaki insanlar çocukların yediği macunları yalıyorlar… Yahu böyle Ramazan çarşısı olur mu? Ramazan çarşısında yiyeceğin, içeceğin yanında mutlaka fikir, kültür, sanat bulunmalıdır.Bizde bunlar yok.

Ramazan on bir ayın sultanı… Feyiz, bereket, rahmet ayı… Ne hizmetler yapılabilir bu ayda; nefis, vasıflı, etkili yüzlerce çeşit broşür yayınlanır, bunlar milyonlarca adet basılır ve her sınıf halka dağıtılır. Gençlere, öğrencilere, ev kadınlarına… Yine Ramazanı fırsat bilerek namaz kılmayanlar namaza davet edilir, cemaate katılmayanlar cemaate çağrılır. Ramazan ayı müjdeleme ayıdır. Madalyonun arka tarafında uyarılar ve ihtarlar vardır. Şuurlu olmayan Müslümanların şuurlandırılması, gaflet uykularının dağıtılması… Her eve değerli, faydalı, kalıcı kitaplar ihtiva eden bir özel kütüphane kurulması…

Binlerce İslâmî sivil kuruluşumuz var, vakıflar, dernekler, cemaatler (özel diyanetler), ticarethaneler, holdingler, fabrikalar neler neler… Bunların her biri Ramazanda çok faydalı, çok kıymetli, çok vasıflı, çok etkili küçük risaleler hazırlatıp yayınlasalar memlekette İslâmî bir inkılâp olur.

Yazıklar olsun!… Cami hoparlörlerine, cami kaloriferlerine, cami klimalarına, cami halılarına, imam evlerine, cami helâlarına verdiğimiz önemi ilme, irfana, kültüre, irşada, tebliğe, davete, sanata vermiyoruz.

İstanbul’da darphane gibi para kesen cami dernekleri var. Bunlardan birinin bile Müslümanlara dağıtmak için güzel bir broşür yayınladığını görmedim.

Zamanımız medya asrıdır, propaganda asrıdır, yazılı yayın asrıdır. Maalesef biz Müslümanlar yazı konusunda, yayın konusunda çok geride kalmışız.

Yahova Şahitlerinin bu konudaki faaliyetlerine bakıp utanmamız gerekir.

Vaktiyle Allah düşmanı Maocular, dünyanın çeşitli dillerinde yüz milyonlarca kızıl kitapçık bastırıp dağıtmışlardı.

İslâm’ı ve Müslümanları yeryüzünden silmek isteyen misyonerler, her yıl ülkemizde on milyonlarca broşür dağıtıyorlar.

Bende “İngiliz Kitab-ı Mukaddes” şirketinin ilginç bir kitabı var. Kitab-ı Mukaddesin tamamını veya bir kısmını bine yakın dil ve lehçeye tercüme etmişler, her birinden bir cümle veya bir paragraf almışlar, kocaman bir kitap olmuş.

Türkçemizde “Ar yılı değil, kâr yılı…” şeklinde bir deyim vardır. Biz Müslümanlar da Ramazanı kâr ayı haline getirmişiz. Ramazan’da daha çok din kitabı satılacak, daha çok kâr edilecek, tesbih, seccade, koku satılacak, kâr edilecek, Ramazan çarşılarında harıl harıl ticaret yapılacak… Kâr, kâr, kâr… Başka şeye aklımız ermiyor.

En büyük ticaret, Allah ile yapılan ticarettir. İslâm için, Tevhid için, Kur’ân için, İman için, Şeriat için, Sünnet için, Fıkıh için çalışır, masraf edersin ve Allah’tan kat kat karşılık alırsın. Bunu biliyoruz ama nedense böyle yapmıyoruz, yapamıyoruz.

On altı sayfalık küçük dinî bir broşürün kıymetli, vasıflı, etkili, kalıcı olması için birsürü şart lazım:

1. Yazanın ilminin, kültürünün, irfanının yüksek derecede olması gerekir.

2. Türkçesinin, edebiyatının, kaleminin çok ama çok güçlü olması gerekir. Her sayfada birkaç imla hatası, cümle düşüklüğü, za’f-ı telif, noktalama hatası yapacak, çetrefil bir üslupla yazacak… Bundan ne hayır gelir? Yazdın mı Ahmed Cevdet Paşa gibi yazacaksın.

3. Bu gibi hizmetler parayla yapılmaz. On altı sayfalık bir broşür hazırlamak için telif ücreti isteyen hocaya ben hoca demem. Orta veya büyük boy bir kitap yazmış, bundan telif ücreti almış. Ona bir şey demiyorum. Sekiz, on daktilo sayfası bir metin yazmış, bunun için telif ücreti istiyor, ayıptır.

4. Bazen bir damla ilaç bir canı kurtarır. Küçük bir broşür, şayet tesirli, faydalı, kıymetli ise ölü bir kalbe can üfleyebilir. Broşürü okur, ürperir, gözünden yaş gelebilir ve bu kıraat (okuma) onun hayatında bir dönüm noktası olabilir. Ruhsuz ruhsuz yazılar, sıradan laflar, basmakalıp nasihatler, uyutucu ve esnetici bir üslup… Bunlardan ne hayır gelir? Şimdi artık okumuyorlar, eskiden Şaban ayının son haftasında “Muhterem cemaat… Recep, Şaban derken mübarek Ramazan da geliverdi” cümlesiyle başlayan bir hutbe okunurdu. Yıllar boyu dinlemişimdir, böyle hutbelerin pek faydası olmaz. Halka öğretilecek en basit bilgilerin bile büyük âlimlerin büyük dimağlarından, güçlü kalemlerinden çıkması gerekir. İmam-ı Birgivî Hazretlerinin küçücük bir kitabı vardır, “Vasiyetname-i Birgivî” yahut “Risale-i Birgivî”adında. Bunda basit ilmihâl bilgileri yazılıdır. Yazan çok âlim, çok fazıl, çok takvalı, çok zahid, çok ihlâslı, çok irfanlı olduğu için bu risale asırlarca padişahtan en basit köylüye kadar milyonlarca Müslümanın çerağı olmuştur. Muhyiddîn Arabî Hazretleri’nin “Âdâbü’l-Mürid” unvanlı küçük risalesi de böyledir. Risale küçüktür, içindeki nasihatler avama mahsustur, lakin yazan çok büyüktür. Müslümanlara böyle broşürler, böyle risaleler, böyle kitapçıklar sunulmalıdır.

5. Bu gibi broşürleri okuyanların hiç olmazsa yüzde biri, binde biri derin şekilde etkilenmelidir. Ağlayan biri çıkmalıdır, tövbe eden biri çıkmalıdır, on binde bir, feryad edip gömleğini yırtan, yere baygın düşen biri çıkmalıdır…. (Bundan birkaç ay önce benim bu konudaki bir yazıma itiraz eden biri “Bizim dinimizde böyle şeyler yoktur. Feryad etmek, elbisesini yırtmak, baygın düşmek, bunlar bid’attir…” demez mi… A mübarek! Biz herkes ayılsın, bayılsın, ağlasın, yakasını yırtsın, baygın düşsün demiyoruz. Binde bir böyle bir vak’a olsun diyoruz. Eski ahlâk ve tasavvuf kitaplarında evliyaullahın ve sâlihlerin menkabeleri anlatılırken böyle nice vak’alar kaydedilmiştir. Mevlânâ Celalüddîn Rumî Hazretleri bazen coşarlar, vecde gelirler ve saatlerce sema ederlermiş. Bilirsiniz, hani bir gün Konya’da kuyumcular çarşısından geçiyormuş, Selâhaddin Zerkûbî Hazretleri dükkanında örs üzerinde çıraklarıyla birlikte altın dövüyormuş. Çekicin örs üzerinde çıkardığı muttarit darbeler, dan dun, dan dun, dan dun… Mevlânâ Hazretleri, bu darbelerden etkilenmiş, cûş u huruşa gelmiş ve sokakta dönerek sema etmeye başlamış. Selâhaddin Zerkûbî bunu görünce altını örs üzerinde çekiçlemeyi sürdürmüş, dövüle dövüle altın toz olmuş, bitmiş. Çekiçler vurmuş, Mevlâna dönmüş… Artık ne Mevlâna var, ne Selâhaddin Zerkûbî var, ne o eski semalar var… Kışırda kalmış kaba zahide sorsanız, bid’at diyecek… Eyvallah.)

İnsan ömrü sayılı yıllardan ibaret, bu yılların herbirinde bir tek Ramazan var. Rahmet ayı, feyiz ayı, bağışlanma ayı. Kadr ü kıymetini bilemiyoruz. Bazılarımız Ramazan deyince iftarlarda ve sahurlarda aşırı şekilde tıkınmayı anlıyor, ne kadar yanlış. Oruca aykırı bir düşünce. Ramazan ayı açlık ayıdır, tokluk değil. İftarda, sahurda elbette yenilip içilecek ama aşırı şekilde değil. Bakalım bu Ramazan’da iftar sofralarına kaç fakir çağıracağız? Geçen yıllarda kaç ziyafete gittiysem, birinde bile bir fakir görmedim. Hep ensesi kalın, cüzdanı şişkin, semiz ve zengin Müslümanlar çağrılmıştı. Yahu şu sofraya bir tane de temiz bir fakiri çağırsanız olmaz mı?

Geçen sene Haliç taraflarında bir yerde Ramazan şenliği diye İslâm dininin ve Şeriatının kesinlikle kabul etmediği iğrenç ve rezil eğlenceler tertiplediler. Çıplak karılar, mankenler, berbat bir müzik, ha ha ha, ho ho ho, hi hi hi… Mâlâyâni konuşmalar, fingirdeşmeler… Böyle Ramazan şenliği olur mu? Bunları tertipleyenleri uyarmak gerekmez mi?

Ramazana kaç gün kaldı? Önümüzde iki ihtimal var: Ya bu sene de bu mübarek ayın kıymetini bilemeyeceğiz, feyiz ve bereketinden yararlanamayacağız. Yahut da manevi bakımdan büyük bir ticaret yapacağız… Seçim bize aittir. 17 Eylül 2005