Salı

 

Ülkemizde birtakım temel müessese ve faaliyetlere vasıf getirilmesi gerekiyor. Bu müessese ve faaliyetler nelerdir? Hepsini sayamasam bile bazısını beyan edeceğim.

Politikaya vasıf getirilmesi gerekiyor. Hangi partiden olurlarsa olsunlar Millet Meclisi’ne girecek vekillerin çok seçkin, çok kaliteli, çok vatansever, çok ahlaklı, çok faziletli, çok güçlü kimseler olması icab eder. Bundan iki yıl önce

“Gerçek Hayat”

gazetesinde çok önemli bir yazı yayınlanmıştı. Başlığı şuydu:

“Eski Mücahidler Müteahhid oldu!”

Gazetenin iddiasına göre Meclis çatısı altında elli kadar parlamenter, milletvekilliğine yakışmayacak

“şeyler”

yapıyorlardı. Bu gibi kimselerin milletvekili olmamaları, Meclis’e girememeleri gerekir.

Vaktiyle gördük. Adam sırf maaşına, maddî menfaat ve imkânlarına özenerek milletvekili olmak istiyor ve oluyor. Bir ülke için, bir millet ve devlet için bundan büyük felaket olamaz.

Milletvekili olmak isteyen kimse, para ve menfaat için değil, hizmet için bu yola girmiş olmalıdır. Elbette maaş alacak, elbette yolluk alacak. Vazifelerini hakkıyla yapanlar için bugünkü maaşlar ve hizmetler azdır bile. Merhum Adnan Kahveci gibi canla başla çalışacaklara, binlerce köyü gezeceklere, halkın nabzını tutmak, dert ve problemlerini öğrenmek için çarşılara, pazarlara ineceklere iki misli maaş verilse yetmez.

Milletvekili seçilecek ve yan gelip yatacak. Böylelerinin aldıkları maaşlar haramdır. Milletvekili olan zatın ayda en az bir kaç kere halkın bindiği toplu taşıma vasıtalarına binmesi gerekir. Zaman zaman esnaf lokantalarından yemek yemesi gerekir. İşçilerin, çiftçilerin, küçük esnafın arasına karışıp dert dinlemesi gerekir. Milletvekili çare ve çözüm üreten kimsedir. Kendi partisi içinde olumlu olmak şartıyla özeleştiri yapmalıdır. Bir sürü yolsuzluk yapılacak, saçı bitmedik yetimlerin hakları yenilecek, devlet ve belediye bütçeleri talan edilecek, adam kayırılacak, torpil yapılacak; makam, mevki, vazife ve memuriyetler ehil olmayanlara partizanca bir zihniyetle peşkeş çekilecek ve bizim milletvekilimiz bunca yolsuzluk ve kötülük karşısında susacak. Böyle milletvekili olmaz olsun!

Bizde birtakım parti liderleri veya ağaları güçlü ve vasıflı kimseleri istemezler, tutmazlar, seçtirmezler. Onlara yağcı, yalaka, evet efendimci, sessiz, pısırık, sallabaş, uysal adamlar lazımdır.

İstanbul’un şu bölgesinde milletvekili seçildi. Seçilir seçilmez o zat artık bütün Türk halkının vekilidir. Bölgecilik yapması, sadece kendi seçim bölgesi ile ilgilenmesi yanlıştır, ayıptır. Milletvekili, hangi partiden olursa olsun, halkın yüzde yüzünün vekili olduğu bilincine sahip olmalıdır. Sünnî inançlı bir milletvekili Sünnîlerin değil, Alevilerin de vekilidir. Alevî vekil de, Sünnîlerin vekili olduğunu bilecektir.

Milletvekillerinin büyük kısmı, gazete, dergi, kitap okuyacak derecede yabancı dil bilmelidir ve günde en az bir saat kültürel konularda kitap okumalıdır. Nüfuz ticareti yapan, milletvekilliğini âlet ederek gayr-i meşru servet ve kazançlar elde edenler vekil değil, alçaktır! Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır. Bir yolsuzluk, haksızlık, emanete hıyanet vak’ası tesbit ederse, namuslu milletvekili kendi partisini, kendi liderini bile tenkit etmeli, uyarmalıdır. Yüksek ahlâka ve karaktere sahip faziletli, kültürlü, geniş ufuklu politikacılar ve milletvekilleri ülke ve devletlerini yüceltir, selamete çıkartır. Hasletsiz kötü politikacılar ise batırır.

Vasıf getirilmesi gereken temel müesseselerden biri de üniversitelerdir.

Üniversiteler bir ülkenin beyni mesabesindedir. Beyin iyi çalışmazsa vücut çöker. Bugünkü üniversite sistemimiz son derece kalitesizdir. Sayı çokluğu bir şey ifade etmez. Kalitesiz yüz üniversiteyi bir araya getirseniz bir tek kaliteli üniversite kadar hayrı, ağırlığı, faydası, hizmeti olmaz.

Türkiye Müslüman bir ülkedir. Agresif İslâm ve Müslüman düşmanlığı yapan bir üniversite hocası burada hizmet değil, hezimet üretir ancak. Üniversiteler millî kimlik dışında hiçbir değere bağlı olmamalıdır.

Marksist, Sabataist veya sonu …ist ile biten başka bir ideolojiye bağlı olan profesörlerin yaptıklarını biliyoruz.

Sovyetler Birliği çökmemiş, dağılmamış olsaydı onlar hâlâ yoğun bir Marksizm propagandası yapacaklar, ülkemizi ve halkımızı ateist Bolşevik sistemin kurtaracağını iddia edeceklerdi.

Bu ülkenin hakikî sahiplerine “Acı Soğanlar” diyen şu karacüppelilere bakınız. İlmî araştırma yapmıyorlar, ülkeye Nobel kazandıramıyorlar, Türkiye üniversitelerini dünyanın en iyi 500 üniversitesi listesine sokamıyorlar ama başörtüsü düşmanlığı yapıyorlar, laikçilik yapıyorlar (laiklik demedim), millî kimlik düşmanlığı yapıyorlar. Bunların bir kısmı yaklaşan Kurban Bayramı’nda yine

“Vahşet!.. Müslümanlar sokak ve meydanlarda hayvanları boğazlıyor…”

diye canhiraş feryatlar kopartacaklardır. İslâm’a saldıran bu adamlara

“Kuzu Bayramı’ndan…”

bahs edersek fena halde bozulacaklar ve bizi

“Eski TCK’nın 312’nci, yeni TCK’nın 216’ncı maddesini ihlal etmekle”

suçlayacaklardır.

Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Yüce Peygamberimize hâşâ

“Çöl bedevisi”

diyerek hakaret edenlere soruyoruz: Cesur olun, açıkça anlatın bize. Sabatay Sevi’nin ilkeleri ve dini ile bu ülke nasıl ilerleyecek, kalkınacak, uygar çağdaşlık ufuklarına sıçrayacaktır? Şimdiye kadar yaptıklarınızı gördük. Türkiye’yi ne hale getirdiniz.

Bizi Hazret-i Muhammed’in izinden gitmek mi izzet ve selâmete götürür, yoksa sahte Mesih Sabatay Sevi’nin yolundan ve dininden gitmek mi?

Üniversitelerimizin, sapık ideolojilerin, gizli ve esrarlı dinlerin fideliği haline getirilmesini istemiyoruz. Herkesin dini kendinedir. Hiçbir ateist, marksist, Hıristiyan, Musevî, Bahaî, Sabataist veya Mason karacüppelinin İslâm’a saldırmaya hakkı yoktur. Hangi ilmi ve uzmanlığı okutup öğreteceklerse adam gibi öğretsinler, millî kimliğe ve dominant dine saldırmasınlar.

İslah edilmesi, vasıf kazandırılması gereken temel kurumlardan üçüncüsü büyük medyadır.

Ülkemizde Fransa’daki
Le Monde,
İngiltere’deki
The Times,
Almanya’daki
Frankfurter Allgemeine Zeitung
gibi çok ciddî, çok seviyeli, çok haysiyetli gazeteler istiyoruz.

Hiçbir medya organının ve medyacının ülkenin ve halkın hâkim dinine Don Kişot gibi saldırmaya hakkı yoktur. Bir medyacı ateist olabilir ama asla İslâm’a saldıramaz. Müslüman bir ülkede seviyesiz şekilde İslâm’a ve dindar Müslümanlara saldıranlar anti-demokratik zihniyetli vahşilerdir. Medya, din ve teoloji konularının bayağı şekilde tartışılacağı, agresif saldırılar yapılacağı bir zemin değildir. Gücü yeten, İslâm dini aleyhinde ilmî olmak şartıyla kitap yazar, Müslüman âlimler de ona cevap verir.

Bu memlekette medyaya kalite kazandırmak için bu temel kurumun mutlaka Sabataycıların, Dönmelerin tekelinden kurtarılması gerekmektedir. Maalesef Müslümanlar bunu yapamıyor.

Gülay Göktürk

hanımefendi Müslüman değildir, ateist olduğunu yazmıştır. Lakin medenî, demokrat zihniyetli, doğru bir vatandaş olduğu için başörtülü kızların haklarını, dindar halkın hürriyetlerini Müslümanlardan daha iyi ve tesirli bir şekilde savunmaktadır. Kendisine teşekkür ediyoruz, tebriklerimizi sunuyoruz. Efendi! Sabataycıysan senin Sabataycılığın sana aittir. Benim dinime saldırmayacaksın, dindar oldukları için Müslüman vatandaşlara gerici demeyeceksin. Aksine

“Ben senin inançlarını paylaşmıyorum ama senin haklarını ve hürriyetlerini sonuna kadar savunacağım”

diyeceksin. Bu ülkede millî barış, toplumsal uzlaşma ancak böyle sağlanır.

Seçkinler zümresine de vasıf getirilmelidir.

Aydınlar aydınlar deyip duruyorlar. Türkiye’de bir aydınlar sınıfı yoktur. 1928’den önce yazılmış, basılmış Türkçe kitapları, evrakı, tarihî binalardaki kitabeleri, atalarının mezar taşlarını okuyamayan kişiler aydın olamaz. Dejenere olmuş, yabancılaşmış, halkının ve ülkesinin millî kimliğine düşmanlık eden mukallitler aydın değildir, aydın müsveddesi veya karikatürüdür. 04 Ocak 2006