PerşembeResmî ideoloji oligarşisinin bütün siyasî hesapları altüst oldu. Onlar Cumhurbaşkanının kendilerine sadık kalacağını, önüne koydukları bütün evrakı uysallıkla imzalayacağını sanmışlardı. Hesapları yanlışmış. Binlerce memuru antidemokratik, hukuka ve adalete aykırı, keyfî şekilde tasfiye projeleri kursaklarında kaldı. Çünkü devlet başkanı, “Ben böyle bir metnin altına imza koymam” dedi.

Düzencilerin infiali büyük oldu; öfkelendiler, sertleştiler, tehdit ettiler. Nâfile… Köşk teslim olmadı.

Hiçbir politik geçmişi olmayan, hiçbir tabanı bulunmayan Cumhurbaşkanı bir anda milletin kalbine girdi. Son kamuoyu yoklamalarında yüzde yetmişin üzerinde halkın itibar, sevgi ve güvenini kazanmış görünüyormuş.

Türkiye’nin bugünkü sistemi nasıl bir sistemdir? Temel prensip ve müesseseleri nelerdir?

Birinci madde: Türkiye’de gerçek mânada laiklik kesinlikle yoktur. “Devlet dini” sistemi vardır. Devletin dini İslâm’dır ama, din ile devlet (daha doğrusu rejim) arasında uyum ve işbirliği yok, aksine büyük bir zıtlık vardır.

İkinci madde: Rejim ideolojik bir rejimdir. Devletin resmî bir ideolojisi vardır ve bu ideoloji devletten, milletten, vatandan, hukuktan, millî kimlikten üstün tutulmaktadır.

Üçüncü madde: Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değildir. Millî irade üzerinde birtakım gizli, esrarlı, egemen güçler vardır. Derin devlet vardır. Küçük, fakat çok güçlü azınlıkların üstünlüğü vardır.

Dördüncü madde: Yargı bağımsız değildir.

Beşinci madde: ABD, Kanada, İngiltere, İsviçre, Almanya gibi ileri, medenî, zengin ülkelerdeki gibi din, vicdan, inanç, fikir hürriyeti bizde mevcut değildir.

Militanlık yapmayan, halkın ezici çoğunluğunun dini olan İslâm’a saldırmayan, Müslümanlara gerici demeyen kimselere bir şey dediğim yoktur ama birtakım Sabataycılar militanlık yapmakta ve bizdeki rejimi bir “Sabataycı cumhuriyet” haline getirmek için çalışmaktadır. Bugünkü büyük krizin en büyük sebebi bu Sabataycılardır.

Ankara’da önemli bir iktidar adamının sağlığı, siyasî vazifesini hakkıyla yerine getirmesine müsait değildir. Bu zatın hanımı militan ve aktivist bir Sabataycı olup, perde arkasından devlet işlerine müdahale edip durmaktadır. Geçenlerde öfkesine mağlup olarak sert bir beyanda bulundu.

Sabataycılar, Demirel’in yerine kendilerinden bir zatı devlet başkanı yapmak istiyorlardı. Amerikalı Yahudi dışişleri bakanının da desteğini almışlardı. Bu isteklerini gerçekleştiremediler ve büyük hayal kırıklığına uğradılar.

Son seçimlerde barajı aşamamış siyasî bir parti şu anda Sabataycıların kontrolu altına girmiş durumdadır. Sabataycılar, siyasî alanda iki cephede faaliyet gösteriyor: Siyasî parti olarak. Bir de medya, baskı grubu, egemen azınlık şeklinde.

Ne gariptir ki, dindar memurların, namaz kılan vali, kaymakam ve öğretmenlerin işlerinden atılması için çalışırken, devlet kadrolarına sızmış olan Sabataycılar hakkında tek kelime konuşulmuyor.

Millet Meclisi’nde bu kadar dindar, milliyetçi, Türkçü milletvekili bulunuyor. Bunlardan biri bile Sabataycılık hakkında bir soru yöneltmiyor, bir konuşma yapmıyor. Sabataycılık Türkiye’nin en büyük baskı grubu, lobisi, gücü ve onun önünde herkes susuyor.

Sabataycılar bütün güçlerini gizliliklerinden, takiyelerinden, bilinmemelerinden almaktadır. Açığa çıkartıldıkları, iki kimlikli oldukları, Türklük ve Müslümanlıklarının sahte olduğu, asıl kimliklerinin Mesihliğini iddia etmiş olan İzmirli Sabatay Sevi (1626-1676) dinine bağlılık olduğu millete duyurulduğu takdirde mesele büyük ölçüde halledilmiş olacaktır.

Türkiye’de farklılıklarla, çeşitliliklerle dolu bir mozayik teşkil vardır. Bunun içinde elbette Sabataycıların da yeri bulunmaktadır. Ancak bazı şartlarla; iki kimlikli olmasınlar, içlerinden bir kısmı İslâm’a ve Müslümanlara savaş ilan etmesin; devleti ellerine geçirmek, Türkiye’yi bir Sabataycı sömürge haline getirmek için çalışmasınlar.

Şu anda irtica veya bölücülük bahanesiyle atılmak istenen memurlar konusunda bir halkoylaması yapılsa, halkın yüzde doksan beşi böyle bir tasfiyeyi kabul etmeyecektir.

Bizde, ihtiyaçtan çok fazla memur yok mudur? Vardır. Bunların bir kısmının tasfiye edilmesi gerekmez mi? Elbette gerekir. Lakin böyle bir tasfiyeyi, Müslümanları ve Kürt asıllı vatandaşları atmak için kullanmak doğru değildir.

Atılacaksa rüşvetçi, işe yaramayan, toprille alınmış olanlar atılsın.

Böyle bir kararname çıkmış olsaydı ve eski Erzincan valisi Recep Yazıcıoğlu vazifesi başında bulunmuş olsaydı hemen hükümet kararı ile atılacaktı. Niçin? Dindar bir Müslüman olduğu için. Böyle bir haksızlığa değil bir Müslüman, bir Hıristiyan bile razı olmaz.

Militan ve aktivist Sabataycılara hatırlatıyoruz: Ahlâkın evrensel değerleri ve ilkeleri vardır: Yalan söylemeyeceksin, emanete hıyanet etmeyecekin, adalet ve hakkaniyetten ayrılmayacaksın, kimseyi aldatıp dolandırmayacaksın. Bu evrensel kural ve ilkeleri bütün semavî dinler kabul eder. Militan ve aktivist Sabataycılar, İslâm ve Müslümanlarla savaşırken kendilerini niçin bu gibi kural ve ilkelerle bağlı görmüyorlar?

Onyedinci yüzyılın 60’lı yıllarında cereyan etmiş bir mesihlik dolayısıyla, aradan üç yüz küsur sene geçtikten sonra bugünkü Türkiye’de gizli, esrarlı, acayip bir siyaset takip etmek hiç de realist ve dürüst bir davranış değildir.

70’li yıllarda Yahudi asıllı Kreisky Avusturya başbakanı olmuştu. Yahudi idi ama, Sovyetler Birliği’nden İsrail’e Avusturya’dan geçerek göç eden Yahudiler meselesinde bir kriz çıktığı vakit, Musevî Kreisky, “Ben aslen Yahudiyim ama Avusturya başbakanıyım ve Avusturya’nın menfaatlerini korumakla mükellefim” mealinde bir beyanda bulunmuştu.

Bizdeki Sabataycı azınlık, Türkiye’nin başına bir Sabataycıyı geçirmek isterse, bunun tek yolu demokrasi mekanizmasıdır. Başka yol denememeleri gerekir.

1492’de Türklerin ve Müslümanların padişahı Bâyezid-i Velî Han hazretleri tarafından bu ülkeye kabul edilmişler; kimliklerini koruyarak, dinlerini muhafaza ederek bu ülkede hürriyet, güven, selamet içinde yaşamışlardır. Şu anda içlerinde bir tek işsiz, fakir, ezilmiş kişi yoktur.

Türkiye’yi sevmeye, korumaya mecburdurlar. Bu ülkenin nüfusunun yüzde doksan küsurunu teşkil eden Müslümanlara karşı iyi niyetli olmaya, İslâm’a saygı göstermeye de mecburdurlar.

Sömürgeci zihniyetini bıraksınlar! 08 Eylül 2000