Vahşi kapitalist sistem halkımızı, bu arada Müslüman çoğunluğu paraya ve maddi çıkara endekslemiştir. Toplumumuzda para ve menfaat ana/temel değer olmuştur. Para ve kazanç getirmeyen nice ilim, sanat, değer hor görülmektedir. İnsanlarımız şartlı refleksli, zombilere, robotlara dönüştürülmüştür.

Para ve maddi çıkar konusunda cehennemî ve şeytanî bir kısır döngü içindeyiz.

Nice faydalı iş var, lakin para getirmediği ve menfaat sağlamadığı için insanlar onlarla meşgul olmuyor.

Müslüman kesim genelde o kadar bozuldu ki, Allah rızası için yapılması ve ücretinin Allah’tan istenmesi gereken nice dini hizmet para ve menfaat karşılığında yapılıyor.

Para put olmuştur. Paraya tapınmak, en azından mecazi mánâda müşrikliktir.

Milyonlarca Müslümanın ve bilhassa gençlerin para konusunda çok sıkı ve etkili bir rehabilitasyon tedavisi görmesi gerekir. Bu tedavi ve eğitimi hakiki tasavvuf tarikatleri verebilir.

Tarikatler ikiye ayrılır: Gerçek tarikatler, sahte tarikatler. Sahte tarikatler Müslümanları para tuzağından, para cehenneminden, para yangınından kurtaramaz. Müslümanlıkta para kazanmak, maddi menfaat devşirmek, zengin olmak amaç değildir. Müslüman, ihtiyacı nispetinde geçimini temin etmek için çalışır. Lakin onun asıl ve temel işi Allah’a kulluk ve ibadet etmektir. İbadet deyince sadece namaz oruç hatıra gelmemelidir. Allah yolunda ihlasla yapılan cihad da ibadettir, yine ihlasla yapılan İslamî eğitim (tedris ve tederrüs) ibadettir, Tevhid dinini insanlara anlatmak maksadıyla tebliğ ve davet faaliyetleri ibadettir… Helalinden para kazanıp zekât vermek, parayla hayır hasenat yapmak (Allah rızası için olmak şartıyla) onlar da ibadettir.

İslam insanı bir homo religiosis’tir… Para, ticaret, madde adamı değil.

Ashab-ı kiramdan, aşere-i mübeşşere’den Abdurrahman İbn Avf Hazretleri çok zengindi. Yüklü yedi yüz deveden (bir rivayette bin deve) oluşan bir ticaret kervanı Medine yakınlarına gelmişti. Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) bir sohbetinde Allah yolunda sadaka vermenin hayır hasenat yapmanın faziletinden bahsetmişti. Bu sohbette Abdurrahman İbn Avf Hazretleri de bulunmuştu. Efendimizin konuşmasından sonra yanına yaklaşmış, Şam’dan gelen ticaret kervanımı hem develeri hem üzerindeki mallarla birlikte Allah yolunda infak buyurmanız, dağıtmanız için zat-ı risaletpenahinize sunuyorum, demişti.

Müslüman zengin böyle olur. O bin dağıtır, Allah bir milyon verir.

Müslüman zengin paraya tapmaz. Müslüman zengin haram ve şüpheli kazanç elde etmez.

Müslüman zengin ihalelere fesat karıştırmaz.

Müslüman zengin haram rantlar yemez.

Müslüman zengin haram komisyonlar almaz.

Ribanın yetmiş çeşidi vardır. Müslüman zengin yetmişinden de uzak durur.

Müslüman zengin servetinin kendisine emanet olarak verilmiş olduğunu çok iyi bilir.

Müslüman zengin parasının ve servetinin kendisi için yaman bir sınav olduğunun bilincindedir.

Müslüman kardeşlerime ve bilhassa gençlere önemle rica ediyorum, para ve maddi çıkar konusundaki sınavı kaybetmemek için uyanık olsunlar.

İnsanlar uykudaymış, ölünce uyanırlarmış, öldükten sonra uyanmak işe yaramayan geç kalınmış bir uyanıştır.

(İkinci yazı) DİYARBAKIR

Bir gazete yazarı

“Diyarbakır zaten bizim değil, elimizden giderse gitsin…”

meâlinde bir laf etmiş. Böyle laflar boş laflardır.

Diyarbakır Türkiye’nin bir parçasıdır.

Bir Kürt şehridir. Türkiye’nin en büyük Kürt şehri hangisidir?

Şu anda İstanbuldur.

Farz edelim, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeler Türkiye’den koptu, ayrıldı. İstanbul’daki milyonlarca Kürt ne olacaktır? Kürdistan ve Diyarbakır ayrılırsa onlara

“Sizin şimdi ayrı, başka bir ülkeniz var, hadi oraya gidin…”

denilmez mi?

Türkiye’nin parçalanması, bölünmesi, bağımsız bir Kürdistan kurulması şu anda mümkün değildir. Marmara Bölgesi’nde, Bursa’da, Ege Bölgesi’nde, ülkenin her yerinde milyonlarca Kürt asıllı vatandaş yaşamaktadır. Bölünmek bir felaket olur.

Tarih kültürü yeterli olanlar 1947’de

Hindistan’la Pakistan’ın ayrılması

faciasını düşünsünler.

Türkiye Kemalizmle buraya kadar geldi.

Resmi ideoloji ile bütünlüğümüzü koruyamayız… Demokrasi ile de koruyamayız.

Tek çare İslam’a, tarihi devamlılığa dönmektir.

Yazık ki, bu tek çıkış yolu kullanılmıyor.

Ermeniler bağımsız veya özerk bir Kürdistan kurulunca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Karadeniz’den Akdeniz’e kadar uzanan bir bölümüne yeniden yerleşmek isteyeceklerdir. Bu konuda şu anda Kürt ve Alevi postuna bürünmüş kripto Hıristiyanlarla anlaşmış olduklarını zannediyorum.

Türkiye parçalanır mı? Yanlış işler yapılır ise pekâlâ parçalanabilir. Balkan Harbi’ni kaybettik, koskoca Rumeli elimizden gitti.

Osmanlı Devleti’nin ordusu 1912’de çok büyük bir orduydu, çok silahı ve cephanesi vardı ama ülkedeki Jön Türk rejimi bozuktu. Ordu politikaya karışmıştı, nice ehliyetsiz kimse önemli makamlara getirilmişti. Bir Balkan Harbi koptuğunda batılı büyük devletler Osmanlı’nın kazanacağından o kadar emindiler ki, harbin neticesi ne olursa olsun statükoyu bozmamak konusunda karar almışlardı. Ama Osmanlı feci şekilde yenildi.

Son yıllarda ordumuzun politika dışına çekildiğini görmekten çok memnun oluyorum. Politika yapan, bir siyasi parti gibi hareket eden ordular iç savaşları kazanırlar, dış savaşları kaybederler.

Şu husus da bir an bile hatırdan çıkarılmamalıdır: İsrail’in bekası, yaşaması, pâyidar olması Kürt kartına bağlıdır. İsrail Kürt pokerini kaybederse tarihten silinecektir.

Bizde PKK ile görüşmeler başladı, İsrail de buna paralel olarak Mavi Marmara gemisi hakkında resmen özür diledi ve tazminat ödemeyi kabul etti. Bu bir tesadüf müdür, yoksa işin içinde iş mi vardır?

Hiçbir istihbarî bilgiye sahip değilim ama PKK ile anlaştıktan sonra Ermenilerle de anlaşılacağı söyleniyor.

Medya olup bitenleri halka duyurmuyor. Olup bitenlerin onda biri su üzerinde onda dokuzu su altındadır.

Meclis’te sandalyesi olan büyük muhalif partilere gelince doğrusu muhalefetleri çok ucuz ve ciddiyetten uzak.

Muhalif bir zat Başbakana senin bacağını kırarlar dedi. Laf mıdır bu?

Şu anda Türkiye’de on milyonlarca halkı ilgilendiren en önemli, en hayati, en heyecanlı konu futbol maçlarıdır.

Medyaya bakınız: Müstehcenlik, seks, baldır bacak, her çeşit azgınlık ve beyinsizlik had safhada.

İktidar akil adamlar heyetleri kurdu. Çalışıyorlar…

Çoğunluğu oluşturan Ehl-i Sünnet Müslümanlarının da devletten ve siyasi iktidardan bağımsız akil adamları olması gerekmez mi?

Türkiye’nin bugünkü perişanlığının ana sebebi Sünni Müslümanların vasıfsızlığı ve perişanlığıdır. Ümmet yok… İmamet yok… Biat ve itaat yok… Ümmet teşkilatı ve hiyerarşisi yok… Müslümanlar şûrası yok… Kafirler ve münafıklar Müslümanları binden fazla Protestan İslamcılık kilisesine ayırmışlar… Topyekun bir kaos ve anarşi… Cemaat, hizip, fırka holiganlıkları ayyuka çıkmış… Sultan Abdülhamid düştükten sonra hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet diye çılgınlar gibi haykıranların sağ kalanları 1918’de devletin teslim olduğunu, 1922’de son Padişahın yurt dışına hicret ettiğini, 1924’te son Halifenin kovulduğunu gördüler.

Osmanlı’nın felaket yıllarında bile bir kısım alçaklar soygun yaptılar. İstanbul Cerrahpaşa’daki Bulgur Palas bu soygunların mücessem abidesidir. 28 Nisan 2013