Orada İyilik Var mı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Cumartesi
Taşradan bazı ziyaretçiler geliyor, soruyorum “Sizin oralarda ne var, ne yok.”, “İyilik var” diyorlar. Gerçekten iyilik var mı? Orası çok şüpheli. Benim ziyaretçilerim dindar Müslüman kimseler, yaşadıkları şehirler de İslâm şehirleri. Bir İslâm şehrinde iyilik olması için ne gibi şartlar gereklidir?
Birincisi: Günde beş vakit Ezan-ı Muhammedî okunduğu zaman Müslümanların camiye gitmeleri, cemaate katılmaları gerekir. Ezan duyulur duyulmaz şehirde bir hareket, bir kaynaşma olmalı; dükkanlar kapatılmalı, insanlar en yakın camiye gitmelidir. Bugün bunu İslâm şehirlerinde görebiliyor muyuz? İstanbul’da, bırakın beş vakit namazı, Cuma ezanından sonra bile sokaklar, caddeler, meydanlar, dükkanlar, lokantalar, kahvehaneler, işyerleri insan kaynıyor. Halbuki normal bir İslâm şehrinde Cuma ezanı okununca hayat durmalıdır. Evet bir İslâm şehrinin birinci özelliği, orada Ezan okunması, hür ve mukîm erkeklerin cemaatle namaz kılmasıdır. Bugün Türkiye’de beş vakit namaz kılan Müslümanların yüzdesi kaçtır? Bunların camiye gidip cemaate katılanlarının miktarı nedir? Peygamber Efendimiz meşhur bir Hadis-i şerifinde “Beş vakit namaz, dinin direğidir…” buyurmuşlardır. Biz bu direği yıkmışız da haberimiz yok. Hadisin devamında “Onu yıkan dini yıkmış olur” buyurulmaktadır.
İkincisi: Bir İslâm şehrinde kadınların tesettürlü olması gerekir.
Üçüncüsü: Bir İslâm şehrinde İslâm okulları olması ve oralarda icazetli din alimi, bilgili Müslüman yetiştirilmesi gerekir. Bizde böyle okullar, medreseler, darü’l-ulumlar var mı?
Dördüncüsü: Bir İslâm şehrinde tasavvuf, tarikat, zaviye, mürşid, zikrullah halkası bulunmalıdır.
Beşincisi: Bir İslâm şehrinde mâruf işler yapılmalı, münker işler açıkça yapılmamalı, yapılamamalıdır.
Biz hiç düşünmeden “Şehrimizde iyilik, güzellikler var” diyoruz. Bunlar mesnedsiz, indî görüşler ve hükümlerdir. Bizim dinimizin Kur’ân’a, Sünnete, icmaya dayanan kıstasları, ölçüleri, endazeleri, hükümleri bulunmaktadır. Onları kullanarak durumu değerlendirmemiz icap eder.
Sadece şehri değil kendimizi, Müslüman toplumu, bağlısı bulunduğumuz cemaati de İslâm’ın ölçülerine göre değerlendirmeliyiz. “Biz iyiyiz… Biz iyiyiz…” Bu kuru edebiyatın faydası yoktur, doğru da değildir.
Şehir demek, içinde medeniyet olan yer demektir.Bizim hangi şehrimizde, olması gerektiği gibi İslâm medeniyeti vardır? Anadolu’nun bir milyon nüfuslu büyük bir şehrine gidiyorsunuz, maşaallah yüksek yüksek beton binalar, geniş geniş asfalt yollar, pırıl pırıl, ışıl ışıl işyerleri, okullar, üniversiteler, adliye sarayları, hapishaneler var, ancak birtakım kültür ve sanat kurumları yok. Mesela büyük bir kütüphane yok, bir milyonluk bir şehirde en az bir milyon kitap ihtiva eden bir genel kütüphane bulunması gerekmez mi? Bizim hangi taşra şehrimizde böyle bir kütüphane vardır? Büyük şehirlerde sanat merkezlerinin, sanat galerilerinin, antikacıların, sahhafların olması icap eder. Bazen büyük bir şehirde sorarım: “Burada antikacı dükkanı, sahhaf, geleneksel sanat ürünlerini satan dükkanlar var mıdır?” Muhatabım şaşkın şaşkın yüzüme bakar.
Bazı Müslümanlar bir cemaate, bir tarikata, bir zümreye mensupturlar. Dünyayı, ülkeyi, şehri cemaatten, tarikattan ibaret sanırlar. Küçücük bir başarı, minicik bir gelişme onlar için büyük zafer, büyük fütuhattır. Şehirde irtidat, küfür, şirk, isyan, tuğyan, günah, fısk, fücur, nifak, şikak almış yürümüştür, içki seller gibidir, fuhşiyat ortalığı kasıp kavurmaktadır. Maneviyat sahasında korkunç bir yangın görülmektedir; bizim dar ufuklu Müslüman bunları hiç umursamaz, kendi cemaat veya tarikatının küçük hizmetleriyle mutlu olur, huzur içinde yaşar. Eski büyüklerimizden birisi “Şehre varsam, feryad u figan kopartsam…” buyurmuş. Maalesef büyük ve küçük şehirlerimiz her geçen gün İslâm’dan, İslâmî hayattan, İslâm medeniyet ve kültüründen uzaklaşmaktadır. Kendilerini dindar, salih, iyi zanneden birtakım Müslümanlar, dinî ölçülere göre hıyanet içindedir de, bunu fark edemiyorlar.
Olgun, sâlih, kâmil, âbid, muttakî bir Müslüman farz namazları cemaatle kılar. Bu sıfatlara sahip değilse, hiç olmazsa zaman zaman cemaate katılır, camiye gider. Bizim kaçta kaçımız bu konuda imtihanı yüz akıyla verebilir? İyi Müslüman, iyi vatandaş, iyi komşu demektir. Civarındaki kimseler onun gıyabında “Çok hayırsever, çok anlayışlı, komşuluk münasebetleri çok mükemmel bir kimsedir” demelidir.Biz kendimize böyle dedirtebiliyor muyuz?
Esnaflık yapan dindar Müslümanlarda birtakım özellikler bulunmalıdır:
– Malın iyisini, kalitelisini elden geldiği kadar ucuza satar.
– Müşterilerine daima güler yüzle hizmet eder.
– Bono imzalarsa, senedini vadesinde öder.
– Çek verirse, günü gelince çekin karşılığı bulunur.
– Asla yalan söylemez.
– Dürüstlükte, hizmette, iyilikte meslektaşlarıyla yarışır ve en önde koşar.
Mesela, beş vakit namaz kılan tarikat mensubu bir Hacı Beyin, orta büyüklükte bir lokantası vardır. Bu aşevinin yemekleri son derece lezzetli, fiyatları benzerlerine göre biraz daha ucuz olmalıdır.Lokantasının dekorasyonu, temizliği diğerlerinden üstün olmalıdır. Garsonları o kadar güler yüzlü ve tatlı dilli olmalıdır ki, müşterileri bu sebeple de orayı tercih etmelidir.
İslâmî kesimde bazı gruplar, birtakım işlerde gerçekten çok hünerli, çok maharetlidir:
– Para toplamakta. Öyleleri vardır ki, adamın gözünden sürmeyi çekip alırlar.
– Cemaatçilik, hizipçilik, fırkacılık, tarikatçılık konusunda aşırı asabiyet sahibidirler.
– Lafa geldi mi, mangalda kül bırakmazlar.
Son otuz yıl içinde İslâm’a hizmet, hayırlar yapmak maksadıyla yekûn olarak milyarlarca dolar toplandı. Bu muazzam miktarlarla “yapılması gereken hizmetler” yapıldı mı?
Perşembe günü büyük bir Anadolu şehrinden ziyaretime dört Müslüman geldi. Onlara sordum:
– Şehrinizde halka nasihat edecek, müjdeleyecek ve uyaracak güçlü, vasıflı, büyük İslâm alimleri ve tarikat şeyhleri bulunuyor mu?
Biraz durakladılar, düşündüler, taşındılar, “Yok” dediler… Demek ki, o şehir İslâmî bakımdan batmıştır. Cami çok ama cemaat yok, ben öyle İslâm şehrini ne yapayım? Şehirde para, servet, lüks, ihtişam; fabrikalar, yüksek ve şatafatlı binalar, pahalı otomobiller var; lakin İslâmî ilimler, İslâmî kültür ve araştırma müesseseleri, İslâmî sanat merkezleri, İslâmî hayır hasenat kurumları yok. O şehir zâhiren mamur ve âbâd görünse de, mânen harab ve berbattır. Binaların yüksek olması bir şey ifade etmez, yüksek olması gereken ilimdir, irfandır, takvadır, ahlâktır, fazilettir, hikmettir, hüner ve marifettir.
Peygamber aleyhisselatü vesselam kendisine peş peşe üç defa sorulan “Din nedir?” sorusuna, üç kere “Nasihattir” cevabını vermişlerdir. Bir İslâm şehrinde halka, gençliğe, ev kadınlarına, idarecilere, esnafa, patronlara, işçilere gereken nasihatler, en uygun bir şekilde yapılmıyorsa o şehre batmıştır gözüyle bakabilirsiniz.
Efendim, bizim şehirde yeni camiler çok şatafatlıymış, minareler çok yüksekmiş, bol şerefeleri varmış, hoparlörler avaz avaz bağırtılıyormuş…Bunlar İslâmî gelişme olduğunun delili değildir. 07 Mart 2004