Niçin?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Mart 2019
Cumartesi
Türkiye’de niçin çağ seviyesinde ilmî araştırmalar yoktur? Niçin bizde türkoloji, islâmiyat, Orta-Asya ve Kafkasya, tarih, edebiyat, arkeoloji, sosyal antropoloji, sosyoloji araştırmaları yayınlayan dünya çapında ilim dergileri çıkmıyor? Dünya birincisi olmamız gereken Türkiyat araştırmaları ve yayınları sahasında niçin dünya sonuncusu olmuşuz ve nal topluyoruz? Hititler, Eski Mısırlılar, Asurlular, Urartular gibi eski kavimlerin ve medeniyetlerin tarihini, sanatını, lisanını niçin incelemiyoruz, bu sahalarda niçin dünya çapında, çağ seviyesinde akademisyenlerimiz yoktur? Batı Türkleri niçin Anadolu Türkçesinin mükemmel bir gramer kitabını, mükemmel bir lügatini telif edememişlerdir? Niçin bizde Jean Deny, Albert Gabriel gibi büyük müdekkikler yetişmiyor?
Hiç kimse yoktur demiyorum. Sayıları beşi onu geçmeyen bir takım değerli araştırıcımız var. Onların kadr ü kıymetini Amerikalılar, Avrupalılar biliyor, çoğu yabancı ülkelerin üniversitelerinde çalışıyor, araştırıyor.
Evet lisan, lisaniyat, tarih, sanat, antropoloji ve diğer sosyal konularda yeterli, tatminkâr, ciddî araştırmalar yapamıyoruz?
Muasır (çağdaş) medeniyet seviyesine çıkacağız diyenler bilmiyorlar mı ki, böyle bir çıkış ve yükseliş, ilmî araştırma olmadan mümkün değildir. Yoksa bazı zekâ özürlüler medeniyeti asfalt yol, otomobil, uçak, cep telefonu, kalorifer, televizyon, bilgisayardan ibaret mi sanıyor.
Bir ülkenin, bir devletin, bir milletin iyi idare edilebilmesi için öncelikle iyi bir sistem olması, sonra idarenin ilmin, hikmetin kontrolunda olması gerekir.
Türkiye niçin ilimden, hikmetten, araştırmadan, sanattan bu kadar yoksun kalmıştır?
Bunun birinci sebebi kötü sistem, kötü ideoloji, kötü düzendir. İdeolojiler objektif ilmî araştırmalara iyi gözle bakmazlar. Resmî ideolojisi olan bir ülkede her şeyin üzerinde o ideoloji vardır. Gerçek, devlet, millet, ülke, millî kimlik önemli değildir. Gaye ideolojiyi ayakta tutmak, ideolojiye dayanan statükonun ilelebed yaşaması ve hükümran olması için çalışmaktır.
Yakın tarihimizde Türkiye’nin millî kimliği değiştirilmek istenmiştir. En büyük unsuru İslâm olan eski millî kimlik atılacak, onun yerine yepyeni ve dinsiz bir kimlik getirilecekti. Böyle birşey mümkün müydü? Bir insanın kan grubu değiştirilebilir miydi? Mümkün değildi, değiştirilemezdi ama buna teşebbüs edildi. Bu maksatla ilk köklü değişim lisanda yapıldı. Yirminci asrın başlarında iki yüz bin kelimeye sahip olan (Mübalağa etmiyorum, bugün Fincede bu miktarda kelime bulunmaktadır) lisanımız sadeleştirme, arılaştırma bahanesiyle küçük, zayıf, yetersiz bir sokak ve kabile dili haline getirildi. Eski nesillerle yeni nesiller arasında bir dil uçurumu meydana getirildi. Yeniler kütüphanelerdeki arşivlerdeki, mezarlıklardaki milyonlarca yazma ve basma kitabı, arşiv vesikasını, kitabeyi okuyamaz hale düşürüldü.
Ülkede demokrasi hareketleri başladıktan sonra popülist, cahil, sorumsuz, vicdansız, yetersiz birtakım politikacılar ve iktidarlar eğitim sistemini çökerttiler. Okullarda bitirme imtihanlarını ve bakalorya (olgunluk) barajlarını kaldırdılar. Herkes okumalı, herkes kolayca diploma almalıydı. Eğitim ve kültür işlerinden anlamayan teknokrat kafalı kişiler lise ve kolejleri fen dershanesi haline getirdi. Lisan, edebiyat, tarih, psikoloji, mantık, ahlâk (felsefenin bir şubesi olan ahlâk), metafizik, estetik, sosyoloji, sanat tarihi ve kültürü dersleri doğru dürüst ve yeterli şekilde okutulmaz ve öğretilmez oldu.
Üçyüz kelimelik sokak ve konuşma Türkçesi ile onbinlerce kelimelik yazılı-edebî lisan arasındaki farkı bilmeyenler, medenî ve kültürlü olabilmek için mutlaka edebî-yazılı Türkçeyi iyi bilmek gerektiği gerçeğini dikkate almadılar.
Türkiye lisansız kaldı. Lisan olmayınca bütün medenî, ilmî, sanata ait, kültürel sahalarda büyük bir tereddi ve tefessüh (dejenere olma, çürüme, çökme) başladı. Zeki, akıllı, cin gibi çocuklarımız okullarda geri zekalı hale getirildi.
Millî kimliğe, İslâm’a, ahlâk ve fazilete savaş açanlar parayı ve maddeyi tek değer haline getirdiler.
Yozlaştırılan demokrasi kırsal kesim, köylü, varoş, taşra zihniyetini ve kültürünü ülkeye hakim kıldı.
Din ve ahlâk darbelenince kokuşma, rüşvet, emanete hıyanet, hırsızlık, yalan, talan, soygun, hortumlama, asalaklık korkunç boyutlara ulaştı.
Bozuk düzenin alternatifi olan islâmî hareket de çeşitli provokasyon, manipülasyon ve hıyanetler sonunda kirletildi, çığırından çıkartıldı.
Şimdi sistem bitmiştir ve alternatifi de yoktur.
Millî kimliklerine, lisanlarına, kendi kültür ve sanatlarına, yazılarına bağlı kalan Japonya, Güney Kore, Taiwan gibi Asya ülkeleri medeniyet, teknik, sanayi, ilmî araştırma, eğitim, ticaret sahalarında harikalar meydana getirirken Türkiye 150 milyar doları geçen korkunç bir borç yükü altında eziliyor. Birkaç yıl önce bir tahıl ambarı olan ve buğday ihraç eden ülkemiz şimdi ekmeklik buğdayının bir kısmını dışarıdan getirtmek durumuna düşmüştür. Etimiz, pirincimiz, bakliyat, muz, bir kısım sebze ve meyveler de dışarıdan getirtiliyor.
Her sene Kıbrıs’ın sathı kadar verimli toprağımız erozyonla denize akıyor. Her yaz ormanlarımız cayır cayır yanıyor. Sorumsuz, ahlâksız, vicdansız bir kısım balıkçılar denizlerimizde balık diye bir şey bırakmadılar, yuvalarını ve kökünü kuruttular.
Politikacılara, devlet ve idare adamlarına, bürokratlara, halka, gençliğe, aydınlara ışık tutması, yol göstermesi gereken üniversitelerimiz ideoloji hizmetinde, başörtüsü avıyla, irtica mücadelesiyle meşgul oluyor.
Türkiye’yi Pax Judaica havzasına sokan, çağdaş, ilerici, lâik kişilerimiz Yahudi cumhuriyetinde din ve devlet uyumu olduğunu bilmiyorlar ve görmüyorlar mı? İsrail’de bizdeki gibi din-devlet çatışması olsa, o devlet kaç yıl ayakta durabilir?
Müslüman kızlar ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, Fransa üniversitelerine başörtüsü ve hicabla gidip okuyabiliyorlar da, bizde niçin okuyamıyorlar?
Lâiklik olmazsa cumhuriyet de olmaz, demokrasi de olmaz, çağdaş medeniyet de olmaz deyip duruyorlar. Yalan söylüyorlar. Pekalâ olur. Hem bizde lâiklik yoktur. Bizdeki “devlet dini” sistemidir. Devletle din arasında uyum, uzlaşma, iyi münasebetler yoktur. Türkiye bu yüzden batmış, bugünkü hale gelmiştir.
Osmanlı zamanında din-devlet birliği vardı. Devletimiz güçlü zamanlarında bütün enerjisini bu birlikten almıştır. Türkiye’ye yazık ettiler. Hâlâ pembe ufuklardan, yirmibirinci asrın Türk asrı olacağından bahsediyorlar. Bu sistemle, bu ideolojiyle, bu kafayla, bu icraatla mı? 11 Haziran 2000