Pazartesi

Öyle kötü siyasî çeteler vardır ki, onlara Makyavelist sıfatını bile veremezsiniz. Makyavelizmde, bir ülkeyi soyup soğana çevirerek sonunda iflâs ettirmek yoktur. Sömüreceksen akıllıca, adam gibi sömürürsün. Bal üretenler arılara kışı geçirecek kadar bal bırakırlar. Sütçülük yapanlar, ineğin sütünü alırlar ama hayvanı doyururlar, sağlığına, barınmasına dikkat ederler.

Hiçbir ölçüsü olmayan kötü idareler ve idareciler geleceği düşünmez. Ülke onlar için bir denizdir, bir madendir; sonuna kadar talan ederler, silip süpürürler. Halkmış, ülkenin geleceğiymiş, devletin selâmetiymiş; böyle dertleri, kaygıları yoktur.

Şehir kültürüne sahip, az buçuk mantığı olan akıllı ve medenî haydutlar usturuplu çalar, ölçülü çalar, hesaplı çalar. Kültürsüz medeniyetsiz, ölçüsüz haydutların hırslarının, azgınlıklarının freni yoktur. Sonunda ülkelerini uçuruma yuvarlarlar, kendileri de yükseklerden düşer paramparça olur.

Büyük ve saygın hırsızlar götürdükleri servetin büyük kısmını dış ülkelere transfer eder. Günün birinde onlara gidip mutlu bir hayat süreceklerini sanırlar. Bilmezler ki, görünmez intikam elleri tepelerindedir. Bir sille gelir, neye uğradıklarını anlamayazlar. Hem artık dünya eski dünya değil. Miloseviç ne oldu? Şimdi altı metrekarelik bir zindan hücresinde. Bir süpürgesi, bir de faraşı varmış, temizliği kendisi yapıyormuş. Bulaşıkları kendisi yıkıyormuş, insan ne oldum değil, ne olacağım demeliymiş.

Bazı kokuşmalar, soygunlar, talanlar bütün dünyayı rahatsız eder. Emperyalist devletler üçüncü dünya ülkelerinin iflâs etmesini, ettirilmesini hoş karşılamaz. İçteki soyguncular memleketi talan edecekler ve sömürgeci güçlere hiç bir şey bırakmayacaklar. Bu, onlar için uluslararası bir suçtur. Cezasız bırakmazlar. Sessizce, sinsice darbelerini vururlar.

Makamlı, mevkili, büyük ve saygın soyguncular, gözlerini perdeleyen hırs yüzünden önlerini değil, burunlarının ucunu bile göremez. Saltanatları, hakimiyetleri, soygunları, talanları ebedî sürecek zannederler. Gökten yerden uyarılar gelir, aldırmazlar. Feryatları dinlemezler. Bina çatırdar, önemsemezler. Sonunda büyük, topyekûn bir çöküş olur, cümbür cemaat enkazın altında kalırlar. Sağ çıkarlarsa, bazıları hatıralarını yazar, bizim hiç suçumuz yoktu derler.

Bir ülke için en büyük felâket, orada beyin kalmamasıdır. İyi idare, adalet, huzur, güven, refah, mutluluk, selamet hep beyinledir. Beyin derken sıradan beyinleri kasdetmiyorum; çağ seviyesinde, millî kimlik ve kültüre sahip, vicdanlı, ahlâklı, yüksek karakterli insanların beyinlerini kasdediyorum.

Demokrasi deyip duruyorlar. Demokrasinin yüz çeşidi var. İsviçre’deki, İngiltere’deki demokrasi ile Afrika’daki bir muz cumhuriyetindeki demokrasi bir midir? Vaktiyle Arnavutluk’ta ismen bir halk demokrasisi vardı ama demokrasinin kendisi yoktu.

Bozulmuş toplumların seçme hakkı vardır ama onlar en kötü seçimi yaparlar. Köy kızını kendi haline bırakırsanız ya davulcuya, ya zurnacıya varırmış. Bozulmuş toplumlar da, kendilerini ve kültürlerini felâkete götürecekleri seçer, başa geçirir.

Geri toplumlar felâketlerden ders almaz. Kriz, fırtına, felâket gelip çatınca ağlar, feryat eder, sızıldanırlar; hava açınca, düze çıkılınca yine eskisi gibi yan gelip yatarlar.

Almanya ve Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nda uğradıkları felâketlerden büyük dersler çıkarmış, eski hatalarına tövbe etmiş ve kısa zamanda bayındır, zengin, huzurlu ülkeler haline gelmişlerdir.

Arjantin İkinci Dünya Savaşı’na girmedi. Savaş esnasında başta et olmak üzere gıda maddesi ihracatıyla büyük paralar kazandı. O ülke akıllıca idare edilmiş olsaydı, ele geçen paralar akıllıca kullanılsaydı Arjantin şimdi Almanya’dan da, Japonya’dan da ileri, güçlü, zengin olurdu. Olamadı. Niçin? Hispanik kültüre sahip bir Latin ülkesi olduğu için mi?

Haydutun, eşkıyanın bile namuslusu vardır. Eski edip ve gazetecilerden merhum üstad Refi’ Cevad Ulunay “Balçıklı Edhem” adlı romanında, bundan bir asır önce Gebze ile Şile arasındaki bölgede yaşamış bir eşkıyayı anlatır. Edhem, şu anda yine mevcut olan ve Gebze civarında bulunan Balçık köyünden çıkma bir hayduttur. Çetesinde, oğlu gibi sevdiği yeğeni de bulunmaktadır. Bir gün Balçıklı Edhem yanındakilerle bir köye gider ve orada, kendisini son derece üzen ve öfkelendiren bir şey öğrenir. Yeğeni, köydeki evli bir kadınla ilişki kurmuştur. Onu hemen huzuruna getirtir ve abdest alıp iki rekat namaz kılmasını söyler. Sonra da bizzat kendi silahı ile yeğenini kurşuna dizip idam eder. Öldürmeden önce de şunu söyler: “Biz eşkıyayız ama ırz düşmanı değiliz!”

Dünkü eşkıya Balçıklı Edhem’in bu menkibesi, levha yapılıp duvara asılmaya layıktır.

Ahlâkın temeli dindir. Bir ülkede din zayıflar, baltalanırsa orada ahlâk da zayıflar. Dindar insanlar ahlâklı, faziletli olur. Hem dindar görünüyor, hem de ahlâksız ve faziletsiz… Böyle bir adam kesinlikle dindar değildir.

Hırsızlık; fahişelik gibi, insanlığın en eski ve köklü mesleklerindendir. Her ülkede, her tarihte hırsız, soyguncu olmuştur. Olmuştur da, daima bir nisbet dahilinde olmuştur, yüzde biri ikiyi geçmemiştir. Hırsızlık ve soygun ne zaman yaygınlaşırsa, o ülke ağır şekilde hastalanmış ve batma tehlikesiyle karşılaşmış olur.

Ülkeler gemiler gibi batmaz. Geminin batışı görülür. Ülkelerin batışını görmek, anlamak o kadar kolay değildir.

Küçük, orta, büyük, çok büyük işyerleri olduğu gibi küçük, orta, büyük, dev haydutluklar da vardır. Kanunlarımızın pençesi küçük ve orta hırsızlık ve soygunları yakalamaya yetiyor ama büyüklere, hele çok büyüklere fazla bir şey yapılamıyor. İyi okullarda okumuş, parlak yüksek tahsiller yapmış, makam ve mevki kapmış; iyi konuşan, iyi giyinen, kendini iyi gösteren haydutlar memleketi talan ediyor. Bunların yüzde 99’u, hattâ binde 999’u cezasız kalıyor. Meclis’in ve hükümetin bu haydutlarla, bu eşkıya ile, bu vatan hainleri ile mücadeleyi başarılı kılacak ve bu âfetin kökünü kazıyacak radikal kanunlar ve nizamlar çıkartması gerekir.

Millet Meclisi’nin, büyük hırsızların devletten ve âmmeden (kamudan) çaldıkları dehşetli servetlerin onlardan alınıp tekrar hazineye konulması ile ilgili kanun teklifini reddetmesi çok üzücü olmuştur. Niçin? Kocaman, kodaman, dev hırsız ve soyguncu milyarlarca dolar vuracak; yakalanırsa birkaç yıl hapis yatacak ve sonra çıkıp, çaldıklarını ve hortumladıklarını yiyecek. Olur mu böyle şey? 10 Nisan 2001