Çarşamba

 

(1) Din, inanç, ibadet, dinî eğitim, dinî yayın gibi hürriyetler bütün Temel İnsan Hakları metinlerinde zikredilmektedir. Kısaca “Din Hürriyeti” çok köklü bir “değerdir”. Yukarıda beyan edildiği gibi, bu hürriyetin gerçekten var olabilmesi için, dindar vatandaşların hiçbir baskıya mâruz kalmadan dinî eğitim ve dinî yayın yapabilme, din derneği kurabilme haklarının bulunması gerekir. Anayasaya

“Din hürriyeti vardır ve garanti altına alınmıştır”

maddesinin konulmasıyla iş bitmez. Arzu eden vatandaşlar “Kanarya Sevenler Derneği”, başka bir grup “Tüketiciyi Koruma Derneği”, bir diğer topluluk “Şehri Temiz Tutma” veya “Sokak Köpeklerine Bakma Derneği” kurabiliyor ama Müslümanlar “İslâm’a Hizmet Derneği” kuramıyor. Çünkü,

Dernekler Kanunu’nda din derneği kurulması yasaklanmıştır.

Bir ülkede dindar vatandaşlar dinî dernek kurma hakkına sahip değilse orada din hürriyeti kısıtlıdır, dindarlar baskı altındadır…

(2)

İnsan Hakları ile ilgili hiçbir uluslararası, evrensel beyannâmede, metinde

laiklik bir değer olarak zikr edilmemektedir. Binaenaleyh din ve inanç hürriyeti laiklikten daha önemlidir, evrenseldir, önce gelir.

(3) Laikliği korumak için din hürriyetini kısıtlamak fikri ve teklifi yanlıştır.

Dünyada, Anayasasında açıkça laiklik yazan iki demokrat ülke vardır. Biri Fransa, diğeri Portekiz.

Bu iki ülkede de alabildiğine geniş bir din ve inanç hürriyeti bulunmaktadır. Meselâ Fransa’da Müslümanların İslâm Partisi kurmaya, özel İslâm Koleji açmaya, İslâmî dernekler kurmaya, Müslüman kız öğrencilerin başörtülü olarak üniversiteye gitme hakları vardır ve bu haklar garanti altına alınmıştır. Resmî liselerde Müslüman kızlara tesettür yasağı getirilmesi, din ve inanç hürriyetinin haksız bir şekilde kısıtlanması olmuştur. Lakin orada Müslümanlar kızlarını isterlerse, bu yasağın geçerli olmadığı özel okullara, katolik liselerine gönderebilirler.

(4) Türkiye’de halkın yüzde birini veya ikisini teşkil eden küçük ve gizli bir azınlık vardır: Sabataistler yahut Selânik Dönmeleri… Bu azınlık şehir kültürlüdür. Çocuklarını yurt içinde ve dışında en iyi okul ve üniversitelerde okutmaktadır. Medyada, üniversitelerde, Büyük Finans’ta, bütün temel müesseselerin köşebaşlarında kadrolaşmıştır. Şu ana kadar bir devlet yetkilisinin

“Türkiye Sabataistler tarafından kontrol ediliyor, bu azınlık devlete sızmıştır…”

gibisinden bir beyanda bulunduğu,

“Sabataizmi ve Sabataycıları devlet için bir tehdit ve tehlike olarak gösterdiği”

görülmemiş, işitilmemiştir.

(5) Masonlar da ülkemizde çok teşkilatlıdır. Onlar az sayıda elit bir zümredir. Gizli oldukları için sessiz sedasız sızmakta, kadrolaşmaktadır.

Masonluğun kökü dışarıdadır.

Yine hiçbir devlet sözcüsü

“Masonluk Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir tehdit ve tehlikedir. Atatürk Mason localarını kapatmıştı, 1947’de tekrar açıldı. Masonlar her yere sızıyor ve kadrolaşıyor”

dememektedir.

(6) Geleneksel sünnî İslâmlıktan kopmuş olan dinî bir cemaat veya tarikat da ülkemizde kadrolaşmakta, temel müesseselere sızmakta, kimse bu durumu bir tehlike ve tehdit olarak göstermemektedir.

(7) Örnekleri uzatmaya lüzum yoktur. Her grup, her azınlık, her cemaat devletin kontrolunda pay sahibi olmak ister. Bu maksatla kadrolaşır, önemli veya önemsiz makam ve mevkilere kendi adamlarını, kendi bağlılarını getirmek için açık veya gizli çalışır. Bundan daha tabiî bir şey olamaz.

(8) Türkiye’de devleti büyük ölçüde kontrol altında tutan bir azınlık bir müddetten beri

“irtica tehdit ve tehlikesini”

sık sık dile getirmektedir. Ancak

“İrtica nedir ve ne değildir?”

sorusuna açık, seçik, kesin cevap verilmemektedir. Bir dinsize ve ateiste göre dindarlık irtica olabilir… Bir Sabataycıya göre, Müslümanların siyasete atılmaları, devlet idaresinde söz hakkı istemeleri de irtica olabilir… Bir Mason, bir dindarın önemli bir mevkiye getirilmesini irtica olarak kabul edebilir… İrtica konusunda yapılması gereken ilk iş, onun târifini (tanımını) yapmaktır. İrtica nedir ve ne değildir? Ancak bu tarif yapıldıktan sonra konu sağlıklı bir şekilde tartışılabilir. Lakin

bizdeki irtica karşıtları bu tanımı yapmıyorlar ve bulanık suda balık avlamaktan hoşlanıyorlar.

(9) İrtica konusunda ortaya atılan fikirlerden biri de şudur:

Devleti veya laikliği (Onlar devlet ile laikliği özdeşleştirmişlerdir) korumak için gerekirse bireylerin (vatandaşların) din ve ibadet hürriyetleri kısıtlanabilir…

Böyle bir kısıtlama, din hürriyetini temel bir değer olarak kabul etmiş evrensel insan hakları beyanname ve metinlerine ters düşer. Devlet elbette her konuda birtakım nizamlar yapabilir, ancak ibadeti kısıtlayamaz, çünkü ibadet hürriyeti, din hürriyetinin özüdür. Laik devlet resmî okullarda din dersini kaldırabilir, lakin Müslümanların özel din okulu açmalarını, özel olarak çocuklarına din dersi vermelerini yasaklayamaz.

(10) Yakın zamanda dünyada çeşitli laiklik ve din hürriyeti uygulamaları görülmüştür. Meselâ Arnavutluk’ta

Enver Hoca rejimi

1966’dan itibaren dinleri, ibadeti, mâbetleri, din eğitimini, her türlü dinî hizmet ve faaliyeti kesin olarak ve yüzde yüz yasaklamıştı. Ezan okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, çocuklara ilmihal ve Kur’ân dersi vermek yasaktı. Bu yasağa aykırı hareket edenlere, bazen idam cezası bile verilebiliyordu. Stalin’in, Mao’nun, diğer kızıl diktatörlerin de kendilerine mahsus laiklik anlayışları olmuştur. Onlar vatandaşların ibadet hürriyetlerini aşırı şekilde kısıtlamışlardır.

(11)

Laiklik konusunda Türkiye için en iyi iki örnek Fransa ve Portekiz’dir.

Ülkemizin güçlü laikleri şayet devlete ve halka hizmet etmek istiyorlar, sosyal barışı ve mutabakatı sağlamlaştırmayı arzu ediyorlar, çok zararlı olan müzmin tartışmaları bitirmek istiyorlarsa din hürriyeti ve laiklik konusunda Fransa ve Portekiz’den ilham almalı, onları taklit etmelidir. O iki ülkede olduğu gibi çoğunluğu teşkil eden halka geniş bir din hürriyeti verilmelidir. Dindar halk özel okullar, liseler, kolejler açabilmeli, bu okulların camileri olmalı, bu okullara dindar kızlar tesettür kıyafeti ile girip okuyabilmelidir. Yine, bütün üniversite ve yüksek okullarda başörtüsü serbest olmalıdır.

Dindarlık suç sayılmamalı, Masonlar ve Sabataycılar nasıl devlete sızıyor, köşebaşlarını ele geçiriyorlarsa, Müslümanlar da aynı haklara ve fırsatlara sahip olmalıdır.

(12)

Müslüman bir ülkede İslâm’ı, Müslümanları, dindarlığı, dindarları, ibadeti bir tehdit ve tehlike olarak görmek ve göstermek, o ülkeye huzur getirmez.

Aksine bir sürü karışıklığa, üzüntüye sebebiyet verir. Kişinin namaz kılması, erkekse sakal bırakması, kadınsa başını örtmesi niçin devlet ve cumhuriyet için bir tehlike olsun?

Olsa olsa Sabataycılık, Masonluk, ateistlik için bir tehdit ve tehlike teşkil eder.

(Müslümanlara önemli not: Çocuklarınızı, oğul ve kızlarınızı var gücünüzle iyi Müslümanlar, iyi insanlar, iyi vatandaşlar olarak yetiştiriniz. Gerekirse mülklerinizi satarak onların istidatlı ve kabiliyetli olanlarına dış ülkelerde (gereken tedbirleri alarak) en parlak kolej ve üniversitelerde tahsil yaptırınız. Müslüman ve dindar gençlere bilgi ve kültür, ahlâk ve karakter, sanat ve estetik boyutu kazandırınız. Çocuklarınızın, İslâm’ın emr ettiği şekilde ahlâklı, faziletli, doğru olmaları için ne gerekiyorsa yapınız. Peygamberimiz “Güçlü Müslüman, zayıf Müslümandan hayırlıdır” buyurmuştur. Başlıca güç kaynakları şunlardır: İlim, irfan, kültür, ahlâk, fazilet, doğruluk, güvenilir olmak, haram yememek, vatansever olmak, zarif ve kibar olmak, görgülü olmak, herkese yardım etmek… Sevgili çocuklarınızı ihalelere fesat karıştıran, devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlayan haşareler olarak değil, İslâm kahramanları olarak yetiştiriniz. Onlara Peygamber ahlâkını aşılayınız. Kanaatli ve mütevâzı olsunlar, lüks ve israftan kaçınsınlar, benliklerini dizginlesinler…) 20 Nisan 2006