Mezhep ve Tarikat Düşmanları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
PerşembeMüslümanların inandıkları ve uyguladıkları asıl ve gerçek İslâm’ı “İlmihal Müslümanlığı” diyerek reddeden; onun yerine kendi re’y, heva ve hevesiyle yeni bir İslâm türetmek isteyen bir ilâhiyat profesörü Amerika’da öldürülen Reşad Halife için “merhum” diyor. Reşad Halife’ye merhum denilebilir mi? Bu adam:
1. Bir kitap yazarak Kur’ân’da Tevbe sûresindeki iki âyetin -hâşâ- sonradan ilâve edildiğini iddia etmiştir.
2. Namaz içinde salâvat getirmenin şirk (Allah’a ortak koşmak) olduğunu söyleyerek bütün Müslümanları kafirlikle suçlamıştır.
3. Kendisine vahiy geldiğini, Peygamber olduğunu iddia etmiştir.
Böyle bir adam için nasıl merhum denilebilir? Bizdeki ilâhiyat profesörü ne yapmak istiyor?
Yine birtakım İslâmcılar mezhepler aleyhinde konuşmakta ve yazmakta; onlardan bazıları çok ileriye giderek “Fıkıh mezheplerinin put” olduğunu ileri sürerek haddi çok aşmaktadır.
Neymiş, Asr-ı Saâdette mezhep yokmuş. Tabiî ki, olmayacaktı. Mezhepler, Peygamberlerden sonra bir zarurete, ihtiyaca mebni ortaya çıkmıştır. Peygamber zamanında Mushaf da yoktu, şimdi elimizdeki Mushaflar (Kur’ân nüshaları) bid’at mıdır?
Fıkıh mezhebi olmazsa Müslümanlar temizlik, ibadetler, muamelât hakkındaki binlerce şer’î hükmü nasıl öğrenecekler, dinlerini hayata nasıl tatbik edecekler? Herkes kendi kafasından Kur’ân’a ve hadîslere bakarak İslâm’ı uygulasın diyenlerde kuş kadar akıl yok mu? Herkes kendi aklıyla, kendi kafasıyla Kitabı ve Sünneti yorumlayabilir, bu kaynaklardan ahkâm-ı şer’iye ve fıkhiye istinbat ve istihrac edebilir mi?
İslâm dini ve Şeriatı için en büyük tehlike ve tehdit mezhepsizliktir.
Birtakım kişiler de tasavvufu ve tarikatları inkâr ediyor; tasavvuf ulularına, velilere “şeytan evliyası” diyor, tarikatli Müslümanları müşriklikle suçluyor. Bu suçlama ne korkunç bir azgınlıktır. Bütün akaid kitaplarımız “Mü’mini tekfir edenin kendisi kâfir olur” diye yazmaktadır, yâni bir mü’mini kâfirlikle itham edenin kendisi kâfir olur demektir.
Pakistanlı bir zat vardı, ABD’de profesörlük yapmıştı. Fazlurrahman adındaki bu zat da, İslâm dinindeki bazı hükümler eski zamanlar içindi, zamanımızda bunların hükmü kalmamıştır diye sapıkça bir cereyan çkartmıştır. Dinimizin hükümleri eskimez. Zamanlar geçer, Kur’ân’ın ve Sünnetin hükümleri, değerleri, normları baki ve taze kalır. Maalesef bu adamın da bizde taraftarları vardır.
İranlı biri “İslâm-şinasi” adlı kitabında “Allah gerçek bir Janus’tur” diye yazıyor. Bu kitap Türkçe’ye çevrilmiştir. Farsça aslındaki birçok bozuk yeri çıkartılmış, fakat yukarıda zikrettiğim cümle aynen bırakılmıştır. Bu ne korkunç bir sapıklıktır. Allah’ı iki çehreli bir Roma putuna benzetiyor. Üstelik de, “gerçek bir Janus” diyor. Yıllardan beri bu sapıklığı tenkit ederim. Bir keresinde hızlı İslâmcı gençler bu yüzden benimle tartıştılar. “O büyük bir mücahittir, sen kim oluyorsun da ona dil uzatıyorsun” dediler.
Mısırlı bir zatın Türkçe’ye çevrilen kitabının birinci baskısında “Namazlar ve dualar tembellik çağlarının ürünüdür” diye yazılı. Bizim tenkitlerimiz üzerine bu cümle yeni baskılarda “Salavatlar ve zikirler tembellik çağlarının ürünleridir” şekline dönüştürüldü. Namazlar, dualar, salavatlar, zikirler Kur’ân’da emredilen farzlardır. Bunları “Tembellik çağlarının ürünleridir” diye tahkir eden, kötüleyen kimse ne olur?
İtikadda da bozukluklar başlamıştır. Allahü Teâlâ’ya el, yüz, ayak, mekân izafe eden antropomormistler, tecsimciler türemiştir.
Birtakım İslâmcılar maalesef militan, azgın, harbî din düşmanlarıyla pek sıkı fıkıdır, yakın dostluklar içindedir. Bir mü’min nasıl olur da, kendi dinine ve ümmetine savaş ilân etmiş olan militan ve harbî kafirle dost olabilir? Böyle bir dostluk Kur’ân’a, Sünnete, akla, mantığa, vicdana, iz’ana aykırı değil midir? Büyük bir gaflet ve çelişki değil midir?
Müslümanlar kendileriyle savaşmayan, mukaddesatlarına hakaret etmeyen gayr-i müslimlerle iyi geçinebilirler, lâkin azgın ve saldırgan din düşmanlarıyla nasıl dost olabilirler, onlara nasıl sevgi besleyebilirler?
Hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın ki, dinsizler Müslümanların arasına casuslar, ajanlar, sahte mücahidler sokmuştur.
Bozuk, zayıf, gafil bir Müslümanın paraya, mala, dünya nimetlerine zaafı olabilir ama bir Müslüman için para asla ve asla din iman olamaz. Maalesef bugün parayı din iman yerine koymuş birtakım İslâmcılar görülmektedir.
Ortalık sahte peygamber, sahte mehdi, sahte şeyh, sahte mücahid, sahte kurtarıcı ile doldu. Bu adamlar kafaları karıştırıyor, Müslümanları birbiriyle çatıştırıyor. Hakikî ve muhlis (ihlâslı) âlimlere, şeyhlere, mücahidlere, hizmetkârlara büyük saygımız vardır ama sahtelerin şerlerinden Allah’a sığınırız.
Ahali genellikle cahil. Aldanmaktan, soyulmaktan, maceralara sürüklenmekten hoşlanan milyonlarca kişi var. Hakikî âlimler ve şeyhler yalan söylemezler, herkesin ağzına bir parmak bal çalmazlar, nabızlara göre şerbet vermezler. Bu yüzden onlara pek iltifat eden çıkmaz. Sahtekârların ağızlarından ağulu ballar akar. Etrafları hayranlarla doludur.
Medreseler kapalı, tekkeler tarikatlar yasak; Müslümanların ilim, irfan, kültür, sanat ocakları yok edilmiş. Ortalık şarlatan, soytarı, maceraperest, arrivist ile dolmuş. Din ve mukaddesat sömürüsü ile milyarlarca dolar götürülüyor. Korkunç bir kaos var, her yer toz duman içinde. Hemen Hak Teâlâ bize imdad eylesin.
Kuş kadar aklı olan sorumluluktan kurtulamaz. Tavsiyelerim:
1. İtikad ve ibadet meselelerinde muteber akaid ve ilmihal kitaplarına, hocalarına, ulemaya bağlı olunuz. Dinî konularda tartışmayınız, sevad-ı azamdan ayrılmayınız, ana caddeyi bırakıp çıkmaz yollara, patikalara sapmayınız.
2. İslâm dininin ahlâka dair kesin hükümleri vardır. Bunları öğreniniz ve hayata tatbik ediniz. Elinize, dilinize, belinize hakim olunuz. Müslüman o kimsedir ki, diğer insanlar onun elinden ve dilinden selamette olurlar. Emanetlerin hakkını veriniz. Haram paradan ateşten kaçar gibi kaçınız. İyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman olunuz.
3. Müslümana gerekli olan Ümmet şuurudur. Müslüman hizip, fırka, tarikat, cemaat asabiyetine kapılmaz.
4. En önemli, birinci islâmî eylem (aksiyon, amel) beş vakit namaz kılmaktır. Hür ve mukim erkekler bu namazları camilerde cemaatle kılmalıdır. Şer’î özrü olmadığı halde farz namazları cemaatle kılmayan kimse, kendisini hür Müslüman durumundan, köle Müslüman durumuna kendi ihtiyarı ile (isteği) düşürmüş olur.
5. İslâmî birlik ve beraberlik için çalışınız. Tefrikadan, fitne ve fesattan, bid’atlerden kaçınınız. Zamanın imam-ı kebirine gıyâben de olsa biat ediniz ki, ölürseniz cahiliyet ölümüne benzer bir ölüm olmasın bu. 06 Nisan 2001