Mason Afganî bir İslâm önderi midir?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 31 Aralık 2018
Çarşamba
Cemalüddin Afganî’yi, Müslümanlar için önder, lider, kurtuluş rehberi, kılavuz, imam olarak gösterenler var. Polemiğe ve olumsuz tartışmalara girmek istemiyorum. Bu konuda iddialarım ve sorularım var. Acaba Afganîciler bunlara açık ve inandırıcı cevaplar verebilirler mi?
Birincisi: Afganî yalan söyleyerek, taqiyye yaparak Müslümanları, yani din ve iman kardeşlerini aldatmıştır. Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstermiştir. İranlı olduğu halde Afgan göstermiştir. Bazıları mugalata yaparak “Şiî olmak suç mudur?” diyorlar. Ben suçtur demedim. “Niçin Şiî olduğu halde, yalan söyleyerek, gizleyerek kendisini Sünnî göstermiştir?” diye soruyorum. Resûl-i Kibriya Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Bizi aldatan bizden değildir” buyurmuşlardır. Müslümanın Müslümanı aldatması, kandırması doğru mudur? Bunu yapan kişi Müslümanlara rehber, kılavuz, önder olabilir mi?
İkincisi:
Herkes biliyor ki, Masonluk ve Masonlar İslâm’a ve Müslümanlara karşıdır. Diyelim ki, Afganî onların içyüzünü bilememiş, sezememiş ve iyi niyetle hatâ ederek, içlerine girmiştir. Gerçek böyle midir? Tarihî ve ilmî araştırmaların derinliklerine inince onun herhangi bir “birader” olmadığı, Masonluk konusunda önde gelen bir isim ve şahsiyet olduğu görülecektir. Bazıları, Müslümanların böyle yalancı, taqiyyeci bir masonun peşinden gitmesini mi istiyor?
Üçüncüsü: Sultan Abdülhamid Afganî’ye karşıydı. Ona İstanbul Teşvikiye’de bir konak vermiş (o zaman oralarda bahçeleri ağaçlı konaklar varmış…) ve kendisini ölünceye kadar altın bir kafeste hapis tutmuştur. Kahire’de yaşadığı yıllarda Afganî Sünnîler arasında oturmamış, Yahudi mahallesinde mesken tutmuştur.
Dördüncüsü: Afganî’nin Mısırlı müridi Muhammed Abduh da Masondur ve Sünnî ulema ve meşayih tarafından tenkit edilmiş ve çürütülmüşlerdir. Onun müridi ve Menar Tefsiri sahibi Reşid Rıza da çok tenkide uğramış bir kimsedir. Bu gibi şaibeli kimseleri Müslümanlara din alimi ve din önderi olarak göstermek elbette doğru olmaz.
Beşincisi: Afganî ihtilalci, aktivist bir kişidir. Bugünkü İslâm dünyasındaki terör hareketlerinde (Şeriata uygun cihad hareketlerini kasd etmiyorum) onun ve takipçilerinin büyük tesiri bulunmaktadır.
Altıncısı: Afganî dinde yenilik, dinde reform isteyen bir kişiydi. Her Müslümanın ictihad yapmasına taraftardı. Sünnî olmadığı için, Ehlisünnet dünyasındaki dinî disiplinin, dinî hiyerarşinin, üniter yapının bozulmasını ve yıkılmasını istiyordu. Aradan bir asrı aşan bir vakit geçti ve onun ektiği tohumların İslâm dünyasını ne hale koyduğu görüldü.
Yedincisi: İran şahı Nasırüddin’i, Afganî’nin koyu bir müridi öldürmüştür. Afganî’nin İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yaparak, bi’l-irs ve’l-istihkak sultan ve halife olan Abdülhamid-i Sani Han hazretlerini tahtından indirmeyi planladığını tarihler yazıyor.
Sekizincisi: Biz Ehlisünnet Müslümanları İslâm dininin ilahî olduğuna, onun hükümlerinin yanlış olmadığına, Allah’ın ve Resulünün bildirmiş olduğu kesin, muhkem hükümlerin Kıyamet’e kadar bakî ve geçerli olduğuna; dinde reform yapılamayacağına; Müslümanların dini kendilerine uydurmak yerine, kendilerini dine uydurmaları gerektiğine inanırız.
Bunların bir kısmı koyu Afganîcidir. Bu bir tesadüf müdür? Şu husus da göz önünden hiç uzak tutulmamalıdır ki, İslâm dinini yıkmak, Müslümanları silmek isteyen agresif ve harbî kafirler de, reforme edilmiş ılımlı, light; Şeriat ve fıkıh ahkamından arındırılmış, bir nev’i beşeri bir hümanizma veya ideoloji haline dönüştürülmüş yepyeni bir İslâm istiyorlar, bunun için büyük paralar harcıyorlar.
Dokuzuncusu: Kur’an’da Müslümanların sağlam bir kulpa (urvetü’l-vuska) yapışmaları isteniyor. Afganî böyle bir kulp değildir. Ciddî araştırmacılar içinde onun Müslümanlığından bile şüphe edenler vardır. Sadece, mason olması gerçeği bile ondan şüphelenmemiz, uzak durmamız için yeterli bir delildir.
Bundan on küsur yıl önce, Afganî aleyhinde bir yazı kaleme almış ve bu yüzden bazı İslâmcıların ağır hakaretlerine mâruz kalmıştım. Bunlara alışkınım, bunlardan dolayı fütur getirmem ve korkmam. Lakin, biz Müslümanların bu gibi ihtilaflı, tartışmalı konuları ve bahisleri terbiye, kardeşlik, hukuk, edeb, akıl, mantık, hikmet sınırları içinde münakaşa ve müzakere etmemiz gerekmez mi?
Böyle bir şey akla ve mantığa sığar mı? Yapacaksan, yapabiliyorsan adam gibi, Müslüman gibi müdafaanı yap, iddiaları çürüt.
Artık emekli olmuş bir İlahiyat profesörü var. Polemik ve tartışma çıkartmamak için ismini vermiyorum, bu zat çok aşırı bir Afganî hayranı ve propagandacıdır. Müslümanların, Afganî’ye tâbi olarak, onun görüşlerini ve tezlerini benimseyerek ve uygulayarak kurtulacaklarını iddia eder. Bu zat ve bağlıları, Afganî konusunda ahlâka ve hikmete uymayan baskılar yapıyorlar, Ehlisünnet alimlerinin bu konudaki tenkitlerinin yayınlanmasını engelliyorlar. Ne kadar yanlış bir şey.
Afganî meselesi madem ki, tartışmalı muhtelefün fih bir konudur; ilmî bir heyet toplansın ve bunu müzakere etsin. Tabiî, önce toplantının gündemi tanzim edilip açıkça yazılacak. Mesela, benim yukarıda ileri sürdüğüm iddialar, tevcih ettiğim (yönelttiğim) sorular… Sonra bilginler ve uzmanlar heyeti, bunları tartışacaklar ve her şey zabt edilip basılacak.
Beş kişi Ehlisünnetten, beş kişi Afganîcilerden ve yenilikçilerden olacak. Toplantıları da son derece âdil, bîtaraf, insaflı, vicdanlı bir kişi idare edecek.
Şu hususu da bir kere daha belirtmek istiyorum: bendeniz bundan 50 yıl önce Afganî hayranıydım. Hattâ Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken (1952-54 yılları arası) Afganistan elçiliğine mektup yazmış, Afganî hakkında kitaplar istemiştim. Onlar da, eksik olmasınlar, isteğime cevap vermişler, bana Afganistan’dan getirttikleri kitapları hediye etmişlerdi… Zamanla bu konuda kitaplar ve araştırmalar okudum ve Afganî hayranlığını terk ettim.
Bu, sağlam bir delil değildir. Çünkü bu iki muhterem şahsiyet masum (ismet sıfatıyla muttasıf, günahtan ve yanılmadan korunmuş) değildirler. Yukarıda beyan ettiğim gibi o tarihlerde Afganî’nin içyüzü, gerçek çehresi bilinmiyordu.
Afganî İstanbul’da vefat etmiş ve Maçka’da (küçük bir kısmı kalmış olan) mezarlığa gömülmüştür.
Afganî’nin mezarını bir Amerikalı yaptırmış, başına bir kitabe koymuştur. Bilahere, sanırım 1930’lu yıllarda, Afganlar kendisine sahip çıkmışlar, mezarını açıp kemiklerini Afganistan’a götürmüşlerdir.
Afganî’nin şöhreti şişirmedir. Ondokuzuncu miladî yüzyılda İslâm dünyasında çok büyük din alimleri, mürşidler, rehberler, şeyhler zuhur etmiştir. Onlar ilim ve hizmet bakımından Afganî’den, Abduh’tan, Reşid Rıza’dan bin kere büyük ve üstündür. Birkaçını sayayım:
Halidi Bağdadî, Mekke Şafiî Reisüluleması Zeynî Dahlan, Yusuf İsmail en-Nebhanî, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî, Şeyh Muhammed Zafir el-Medenî (Sultan Abdülhamid’in şeyhi ve mürşididir), Şeyh Ebü’l-Hüda es-Sayyadî ve daha nice alimler ve mürşidler. Müslümanların böyle Ehlisünnet büyüklerine bağlanmaları gerekir.
Dinimizde elbette din ve dünya ayırımı yoktur ama Afganî ve takipçileri Yüce İslâm dinini siyasallaştırmışlar, adeta siyaseti dinle özdeşleştirmişler, hattâ dinîn üzerine çıkartmışlardır. Afganî’den ilham alanlar Mısır’da, Arap dünyasında, Pakistan’da başarılı oldular mı?
Allah cümlemize akıl, mantık, iz’an, insaf, vicdan, basiret, hikmet, firaset, fetanet ihsan buyursun. Amin… (Afganî hakkında birkaç tercüme ve telif kitap yayınlamış bulunuyorum. Arzu edenler bunları Bedir Yayınevi’nde görebilir.) 09 Ocak 2008