Salı

Güney Kore Cumhurbaşkanı, bir Kore otomobiline biniyor da niçin Türkiye Cumhurbaşkanı bir Türk otomobiline binmiyor?

Güney Kore Başbakanı, nefis bir Kore otomobiliyle geziyor da, Türkiye Başbakanı niçin nefis bir Türk otomobiliyle gezmiyor?

Kore bakanları, Kore valileri, Kore büyükelçileri, Kore’nin büyük bürokratları hep Kore otomobillerine biniyor. Bizim bakanlarımız, valilerimiz, büyükelçilerimiz, büyük bürokratlarımız niçin Türk otomobillerine binmiyorlar?

Kore’de olduğu gibi, İsveç’te de Kral, Başbakan, bakanlar, büyükelçiler hep kendi milli otomobillerine biniyorlar. Ya Volvo’lara, ya Saab’lara…

Güney Kore’nin, İsveç’in yüzölçümleri, nüfusları bizden küçük…

Güney Kore kalkınmaya, sanayileşmeye bizden sonra başlamış. Güney Kore bizimkilerden büyük güçlüklerle, sıkıntılarla, problemlerle pençeleşmiş, bütün bunlara rağmen Uzakdoğu’nun o dinamik milleti, cumhurbaşkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını, elçilerini millî arabalarıyla gezdiriyor.

Biz Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasına sahip Türkiyelileriz. Bizim niçin yüzde yüz millî ve yerli bir otomotiv sanayimiz yok?

Bu kadar iktidarsız, beceriksiz, âciz, hünersiz miyiz?

İsteseydik biz de Güney Koreliler gibi bir otomotiv sanayii kurup geliştiremez miydik?

Elbette bizim de Koreliler kadar, hattâ onlarInkinden daha güçlü otomobil fabrikalarımız olabilirdi. Yüzde yüz yerli ve millî otomobiller üretebilirdik. New York’ta, Londra’da, Paris’te, Roma’da, Viyana’da, Berlin’de Türk otomobilleri dolaşabilirdi.

Peki, niçin bunlar olmadı?

Çünkü birçok konuda olduğu gibi otomobil sanayii ve üretimi konusunda da korkunç bir hıyanete uğramışızdır.

Verilen tâlimat şuydu:

(1) Türkiye kendi millî-yerli otomotiv sanayisini kurmayacaktır.

(2) Türkiye, birkaç Batı firmasının demode modellerini üretecektir. Bu otomobiller dünya standartlarının altında olacaktır.

(3) Türk otomobil sanayii, dışa, ihracata dönük olmayacak, iç piyasayı tokatlamaya dönük olacaktır.

(4) Türklerin yaptıkları otomobillerin dizaynları ikinci kalite olacaktır. (Kartallar, Toroslar, Moroslar…)

Belki motor yapımında, teknikte başlangıçta bocalayabilirdik ama dizaynda, otomobillerin içini döşemekte çok başarılı olabilirdik. Biz Süleymaniyeleri, Selimiyeleri, Sultanahmetleri inşa etmiş bir milletiz.

Yakın tarihte Türkiye’den dünya çapında otomobil modelcileri yetişti. Bizim yerli, bağımlı, güdümlü, protokollü otomotiv sanayimiz bunları istihdam etmedi. Biri Almanya’da Mercedes firmasına, diğeri Fransa’da Peugeot’a girdi.

Ben eminim ki, otomobil dizaynı konusunda bizde de, şu yetmiş iki milyon nüfus içinden Bugatti gibi biri çıkardı. Aramak, bulmak, teşvik etmek, imkân sağlamak gerekirdi.

Son otuz kırk yıl içinde Türkiye otomobile, yedek parçaya, yakıta, belki de bir trilyon dolar harcamıştır. Güçlü, yerli, millî bir otomotiv sanayii kurmuş olsaydık, birkaç trilyon kazanabilirdik. Düşünebiliyor musunuz, dünyanın yüz ülkesinde yüz binlerce, milyonlarca nefis, güzel harika Türk otomobilleri dolaşıyor. Bir ülke, bir devlet için bundan daha güzel tanıtım ve reklâm olur mu?

Gemi inşa sanayinde de çok utanılacak, çok acınacak durumdayız. Bu sahada Güney Kore dünya birincisidir. Tersaneleri kapalı gişe çalışıyormuş, dünyanın en büyük tankerlerini inşa ediyorlarmış.

Güney Kore’nin Samsung elektronik firması, o ülkeye hem para kazandırıyor, hem prestij.

Efendim bizdeki bazı çokbilmişler, Mısır’a, Arjantin’e birkaç fakir ülkeye otomobil ihraç ettiğimiz için neredeyse zil takıp oynayacaklar. Biz zaten ağlanacak şeylere güler dururuz.

Otomobil ihraç etmek ne demektir biliyor musunuz?..

Gemilere, trenlere otomobilleri yüklersin Fransa’ya, İngiltere’ye, Almanya’ya, İtalya’ya, İsveç’e, İsviçre’ye, Avusturya’ya gönderirsin ve göğsünü gere gere bunları satarsın. İhracat budur.

Mısır’a 300 otomobil satılmış, Arjantin’e 100 otomobil gönderilmiş, Libya’ya bir miktar yollanmış; bu da ihracattır ama asıl ihracat bu değildir. Kore böyle mi yapıyor? Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Polonya’da muazzam bir otomobil fabrikası inşa ettiler.

İçten ve dıştan hıyanete uğramamış olsaydı, Türkiye, uçak sanayii bile kurabilirdi. Tanklarımızı kendimiz yapabilirdik, sanayi konusunda Güney Kore’den aşağı kalmazdık.

Biz Kore gibi olacağımıza ne yaptık? Korkunç miktarda borç ve kredi aldık, har vurup harman savurduk, dehşetli bir batağa battık. Şimdi bunların faizlerini ödemek için, fabrikalarımızı, limanlarımızı, madenlerimizi satıyoruz.

Nüfusu bizden fazla olan, bizden kat kat zengin olan Almanya’da bizdeki kadar lüks Mercedes yokmuş. Birtakım hainler Türkiye’yi çökertmek için toplumu lüks belâsına alıştırdılar. Ayranımız yok içmeye, lüks Mercedes’le gideriz bilmem ne etmeye…

Bu memleketi batıranlar yıllardan beri trilyonlarca doları taşa toprağa, betona bağladılar. Bu paralar sanayide, ziraatte, ticarette kapital olarak kullanılmış olsaydı Türkiye, Japonya gibi olurdu. Geçenlerde yazmıştım, şu on beş milyonluk İstanbul’da yeni yapılmış, sadece bir tek klasik ve geleneksel Türk evi var. İstanbul Türk’tür diyoruz ve sonra şu koca metropole Türk evi yapamıyoruz. Bereket versin ki, atalarımız şehrin tepelerine, ulu camiler dikmişler, onların kubbeleri ve minareleri bu beldenin bir Türk-İslâm beldesi olduğunu gösteriyor. Gerçi bizi içimizden yıkanlar minarelere de düşmandır, ellerinden gelse onları da yıkmak isteyeceklerdir. Nitekim 1930’ların sonlarına doğru yüksek bir yerden bir emir gelir: “Ayasofya’nın dört minaresini yıkınız…” Emri alanlar şaşkına dönerler, kara kara düşünürler. Nihayet birinin aklına bu yıkımı durdurmak için bir çare gelir. “Minareler ağırlıklarıyla, köhne binayı tutmakta ve desteklemektedir, yıkıldıkları taktirde yapı çökebilir…” Böylece minareler kurtarılır. (Merhum tarihçi, üstad İbrahim Hakkı Konyalı’dan)

Kendilerini faydasız, afyonlayıcı aldatıcı bahaneler ve kuruntularla avutan Müslümanlar, gereken ehliyete sahip olup, niyet ve teşebbüste bulunsalardı, son otuz sene içerisinde güçlü bir otomobil sanayii kurabilirler, nefis otomobiller üretebilirlerdi. Bunu hem yapmadılar, hem yapamadılar.

Düşmanlarımız böyle bir sanayinin kurulmasına izin vermezmiş. Bu gibi sözlerin hiçbir kıymeti yoktur. Sen azimliysen, sabırlıysan, güçlüysen, akıllıysan başarabilirsin. Düşmanlar elbette engellemek isteyeceklerdir, sen vasıflı ve üstünsen o engelleri aşarsın.

Dünyada az sayıda lüks otomobil üreten firmalar vardır, İngiltere’de, Hollanda’da, İtalya’da. Bunların bazısı yılda birkaç yüz, en büyüğü bilemediniz bin-iki bin arası lüks otomobil üretir. Piyasaya araba vermezler, sipariş alırlar.Biz isteseydik, böyle bir lüks otomobil sanayii de kurabilirdik. Nitekim Hasan Yurdakul Beyefendi, Seyrantepe’de küçük bir atölyede iki kişilik lüks spor otomobiller yapmaktadır. Kendisine imkân, fırsat verilse, destek görse birkaç model lüks otomobili daha fazla sayıda niçin üretemesin?

İçteki ve dıştaki birileri Türkiye’nin, Türkiyelilerin güçlü, yerli, millî, dünyaya dönük iyi otomobiller yapmasını istemedi… 05 Ekim 2005