Çarşamba

 

Yirmiden fazla ciddî ve kaliteli kitabın yazarı, Fransız mütefekkiri

(düşünürü)

Jacques Attali’nin

“XXI’inci Yüzyılın Lügati”

(1998, Paris)

adlı kitabının Türkiye maddesinde şu satırlar yazılıdır:

“Türkiye: Batı ile İslâm’ın ilişkileri, bölgedeki ve dünyadaki savaş ve barış;

Türkiye’nin geleceğine sıkı şekilde bağlıdır.

2030’dan önce 100 milyonu aşacak, yüzyılın sonunda 150 milyona ulaşacak bir nüfusa sahip olabilecek bu ülke üç muhtemel (olası) geleceğe sahiptir:

*

Kabul edilirse Avrupa Birliği’ne üye olmak.

Bu suretle AB, evrensel olmak için kendisine gerekli olan Müslüman boyutunu kazanmış olacaktır. Türkler bugün bu seçimden yanadır.

*

Büyük Amerikan petrol şirketlerinin hesabına, bir Orta Asya imparatorluğunun kalbi

(merkezi, beyni)

haline gelmek.

Türkler, Avrupa yolunun kendilerine kesin olarak kapalı olduğunu anlayınca bu ikinci şık devreye girecektir.

*

Türkiye’nin üç parçaya ayrılması:

Biri Avrupa’da, biri Orta Asya’da, biri Kürt…

Birinci seçenek Avrupa için en iyisidir. İkincisi ABD’nin lehinedir. Üçüncüsü, bölünme-parçalanma ahenkli bir şekilde olmazsa, dünyanın fosil enerji (petrol ve gaz) kaynaklarının yarısından fazlasının bulunduğu bölgede sürekli bir kaos oluşacaktır.”

Attali’nin fikir ve görüşlerine şunları ilave etmek isterim:

* Avrupa, Türkiye’yi üye olarak kabul edemez. Çünkü, bu takdirde kendi birliği parçalanacaktır. Avrupa’nın nüfusu artmamakta, eksilmekte ve yaşlanmaktadır. Hızla çoğalanTürkiye nüfusu onun için bir tehlike ve tehdit oluşturur.

* Türkiye’de şu anda yirmi milyondan fazla işsiz bulunmaktadır. Onlara serbest dolaşım hakkı verilirse Avrupa yeni bir

“Türk İstilâsına”

mâruz kalacaktır.

* Başlayacak olan değil,

“Başlamış olan”

İslâm-Hıristiyan çatışması karşısında, Türkiye’nin AB’ye üye olması çok zordur. Attali’nin belirttiği gibi, üç parçaya ayrıldıktan sonra, Pembelerin kontrolunda olacak kısım belki Avrupa üyesi olabilir.

* Türkiye AB üyesi olduğu takdirde kısa bir müddet sonra birliğin dağılma ihtimali büyüktür.

* Attali,

“Yirmibirinci Yüzyılın Lügati”

ni 1998’de yazmıştır. Aradan fazla bir zaman geçmedi ama köprülerin altından çok su aktı.

New York’ta İkiz Kulelerin yıkılması,

ABD’nin ve müttefiklerinin

Afganistan’a ve Irak’a saldırmaları

ve bu iki İslâm ülkesini resmen işgal etmeleri, dünyanın çeşitli yerlerinde oluk oluk Müslüman kanı akıtılması, Guantanamo’da ve başka Amerikan hapishanelerinde Müslümanlara çok çirkin, çok zâlimâne işkenceler ve zulümler yapılması;

bir buçuk milyar nüfuslu İslâm dünyasını Batı Âlemi ile karşı karşıya getirmiş bulunmaktadır.

Tahminimce ABD’nin terörü ve Müslümanların buna direnmesi ve karşılık vermesi gittikçe kızışacaktır.

Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır.

* Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kuzey Kafkasya’da durum son derece gergindir ve bu bölgeler patlamaya hazır barut fıçıları haline gelmiştir. Rusya’daki Putin rejimi Kuzey Kafkasya’da kontrolu elinden kaçırmaktadır. Filistin hükümeti (Nasıl bir hükümetse) İslâmî silâhlı gruplara söz geçirememektedir. İsrail’in elinde dehşetli nükleer bomba, füze ve silâh bulunmaktadır. (Sayısının 200 olduğu söyleniyor…) Bu durumda Ortadoğu’da aniden büyük bir savaş patlayabilir ve kısa zamanda dünyanın diğer bölgelerine sıçrayabilir.

Yani Üçüncü Dünya Savaşı…

Zaten bugün yaşananlar onun başlangıcı mahiyetindedir.

* Üçüncü Dünya Savaşı genelleşince AB devam eder mi? ABD ayakta kalır mı? İsrail ne olur? Türkiye’nin başına neler gelebilir?

* Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunuğu en önemli konu, bugünkü sınırlarını, birliğini ve tamamiyetini (bütünlüğünü) korumaktır. AB’ye girdiği takdirde bütünlüğü korunabilecek midir? Avrupalıların, bilhassa İskandinav ülkelerinin temâyülü bir federasyondur.

Yani Kürtlere özerklik verilecek, onların çoğunlukta olduğu bölgeler ayrı bir statüye sahip olacaktır.

* Ermeniler Türkiye’den toprak istemektedir. Bu maksatla Doğu Anadolu boşaltılmaktadır. Ermenilerin millî ve dinî sembolü olan Van’ın Akdamar adasındaki kilise, masrafı Türkiye devletinin bütçesinden verilmek suretiyle tâmir edilmektedir. Buna mukabil, 1915’te Ermeniler tarafından yakılmış ve tahrip edilmiş olan iki harap cami binası perişan vaziyette beklemektedir.

* Yunanlıların ve Rumların, Samsun’dan Hopa’ya kadar olan Pontus bölgesi konusunda istekleri vardır.

* Türkiye’den bahs edip de, ülkemizdeki İsrail, Yahudi ve Siyonist nüfuz, tesir ve kontrolundan bahs etmemek büyük bir eksiklik teşkil eder. Şu anda Türkiye’de çok ağır, çok etkili, çok güçlü bir İsrail-Yahudi kontrolu ve baskısı bulunmaktadır. Öyle ki, gırtlağa kadar borca batmış olan ülkemiz,İsrail’e yardım ve destek olsun diye, uçak ve tank tâmiratı bahanesiyle bu ülkeye milyarlarca dolar vermektedir. Yahudiler gözlerini Güneydoğu Anadolu’ya, bilhassa GAP bölgesine dikmişlerdir.

Attali’nin geleceğe ait tahlil ve kehânetleri, bugünkü dünya düzeninin anahatlarıyla devam edeceği tahmin ve inancına göre yapılmıştır. 1938’de Münih anlaşmasından sonra, çok zeki, çok kültürlü bir Fransız’ın Avrupa’nın geleceğine dair iyimser tahminlerine benziyor… 1939’da Almanya Polonya’yı (Sovyetler Birliği ile birlikte) paylaştı, dünyanın dengeleri altüst oldu, İkinci Cihan Savaşı başladı, altı yıl boyunca kan gövdeyi götürdü, dünya ve insanlık görülmemiş felâketlere uğradı.

* Türkiye’nin dominant çoğunluğunun şu anda başlıca endişeleri şunlar olmalıdır:

Ülkenin bütünlüğünü, bugünkü sınırlarını korumak… Parçalanma felâketini önlemek… Türkiye’nin kendi millî kimlik ve tarihî devamlılık yapısına dönmek… Mensubu bulunduğu İslâm ve Doğu dünyasına ters düşmemek, ondan büsbütün kopmamak, onlarla karşı karşıya gelmemek…

*

Güney Kore’den ders ve ibret alalım:

Ülke ikiye ayrılmış, iki ayrı Kore devleti kurulmuş. Marksist rejimli Kuzey Kore, Kore’yi temsil etmez. Kore denince, Güney Kore anlaşılmalıdır. İşte bu Güney Kore iktisat, sanayi, ticaret ve finans bakımından akıllara durgunluk verecek başarılara imza atmıştır. Masrafları çok ağır olan büyük bir ordu beslemesine rağmen zenginleşmiş, kalkınmış, ürettiği sınaî malları bütün dünyaya ihraç etmiştir. Sosyal kültür, eğitim, üniversite bakımından da çok vasıflı, güçlü ve üstündür. Son uzakdoğu iktisadî krizinde sıkıntıya düşmüş, IMF’den 41 milyar dolar kredi almış ve borcunu vâdesinden önce ödemiştir. Yani uluslararası çetelerin borç ve fâiz tuzağına düşmemiştir.

Türkiye niçin Ortadoğu’nun bir Güney Kore’si olamasın?

Hattâ niçin bir Japonya’sı olamasın? Türkiye niçin bir Tayvan kadar üretken, çalışkan, zengin, sıkıntılarına çare ve çözüm üretebilen bir ülke olamasın? Türkiye, Osmanlı İmparatorluğunun tarihî, kültürel mirasına sahip büyük bir ülkedir. Türkiye’nin Avrupa, Amerika, İsrail, Rusya vesâyeti altına girmesine ne lüzum var? Biz, iyi idare edilirsek kısa zamanda kalkınabiliriz. Türkiye’yi batırmak, parçalamak, yıkmak isteyenler bizi borç bataklığına düşürdüler, bizi fâiz cehennemine attılar. Ülkemiz uluslararası dev şirketlerin sömürgesi haline getirilmek isteniyor. Ülkemiz yeni ve amansız bir Haçlı seferi ile karşı karşıyadır. Türkiye’nin yücelmesi, güçlenmesi, haysiyetli olması için bize yeni kiliseler lazım değildir. 19’uncu asırda Osmanlı İmparatorluğunu Haçlı misyonerler yıkmıştı. Şimdi de modern Türkiye’yi aynı metodla yıkmak ve parçalamak istiyorlar.

* Türkiye’nin kurtuluşu dışta değil, kendi içindedir. Hiçbir toplum kendi millî kimliğini yitirerek, yabancılaşarak, ahlâksızlık ve kokuşma gayyasına düşerek, eğitim ve üniversitelerini yozlaştırarak kurtulamaz.

* Kurtuluşumuz millî kimliğe dönmekle, tarihî devamlılık çizgisinde yürümekle olur. Tarihî kaza ve ârızaların sonu yoktur. Almanya’da Nazizmi, İtalya’da Faşizmi, İspanya’da Frankizmi, Portekiz’de Salazarizmi, Rusya’da Bolşevizmi gördük. Arap ülkeleri Baas ideolojisiyle battı. Yine bazı Arap ülkeleri, ABD’ye dayanan despot idareler tarafından sömürge haline düşürüldü. Türkiye’nin selâmeti, kurtuluşu, yücelmesi, güçlenmesi, üstünlüğü millî kimliğine, tarihî devamlılığına dönmesiyle ve vaktiyle kendisini, cihanın en güçlü devleti ve ülkesi haline getirmiş olan gerçek değerlere sarılmasıyla mümkün olabilir.

Avrupa’nın kuyruğu olmak… Amerika’nın uydusu ve sömürgesi olmak… İsrail’e tâbi olmak, onun kontrol ve yönlendirmesini kabul etmek…Bunlar çıkar yol değildir. 04 Ağustos 2005