İstanbul Elden Gider
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Pazartesi
1453’te Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldı, Bizans’ı tarihe gömdü ya, biz İstanbul’un kıyamete kadar elimizde kalacağını zannediyoruz…
Allah’ın kanunları ve sünneti vardır. Dünya mülkleri kimsenin mutlak mülkü değildir. Gayr-ı menkullerin, ülkelerin, malların zilyedidir insanlar. Mallar, mülkler onlara emanet olarak verilmiştir.
Malı mülkü çok olan bir adam ölür ve mülkiyet hakları elinden gider, varislerine kalır.
Ülkeler ve şehirler de böyledir. Osmanlı vaktiyle muazzam miktarda ülkeye, şehre, toprağa sahip olmuştu, bunların büyük kısmı elden çıkmıştır. Bir zamanlar Orta Avrupa’ya kadar uzanıyordu imparatorluğumuz, şimdi topraklarımız Edirne’de bitiyor.
Hadis-i şeriflerde, âhir zamanda İstanbul’un Müslümanlar tarafından tekrar fethedileceği bildiriliyor. Allah, Allah, İstanbul zaten bizde değil mi?.. Bizde ama daha ne kadar müddet bizde?
İstanbul uzmanı, İstanbul aşığı Çelik Gülersoy vefat ettikten sonra Mine Kırıkkanat adlı yazar, Radikal gazetesinde onun hakkında bir makale yazdı. Çelik Bey, Mine Hanıma:
demiş. Bir bildiği, bir sezdiği varmış ki, öyle demiş. İstanbul, biz Müslüman Türkiyelilere Allah’ın bir emanetidir, asıl Mâlik Cenab-ı Hak’tır. Emanetçiler emanetin hakkını vermezler, emanete riayet etmezlerse ellerinden geri alınır. Biz şimdi İstanbul emanetinin hakkını eda edebiliyor muyuz?
İstanbul denilince ilk hatıra gelen suriçindeki tarihî şehirdir. İsterseniz geliniz bu bölgeyi birlikte gezelim.
Zeyrek’ten başlayalım… Şu anda Zeyrek yürekler acısı, utanç verici bir harabe, bir yıkıntı, bir sefalet ve rezalet manzarası arz etmektedir. Bizans’ın Pantokrator kilisesini cami yapmışızdır ama gidip içine bakın, tam bir facia, bakımsız, harap… Amerikalı misyonerler para göndermişler, dışı tamir ve restore edilmiş, içine çivi çakılmamış. Peki, Müslümanlar uyuyor mu? Tabii uyuyorlar, uyumasaydılar Zeyrek Camii o halde kalır mıydı? Son otuz beş sene içinde İslamî kesimde hizmet hizmet denilerek milyarlarca dolar para toplandı. Bu paranın cüzî bir miktarıyla Zeyrek Camii’nin içi mükemmel bir şekilde, İslam’ın şanına layık bir sanat ve zarafetle pekala tamir ve tezyin edilebilirdi.
Zeyrek semti şu anda sanki yangından çıkmış, yahut bir savaş felaketine uğramış kadar haraptır. Başta Yunanlılar olmak üzere Hıristiyan dünyasına
denilse, hemen koşarlar, gereken parayı bulurlar, yüksek mimarlar, restorasyon uzmanları, şehirciler getirirler ve kısa zamanda o mahalleyi imar ederler. Tabii ki, orayı bir Bizans, bir Hıristiyan mahallesi haline dönüştürmek için.
Peki Müslümanlar ne yapar? Maşallah yatakta uyurlar, ayakta uyurlar.
O hale gelmişizdir ki, Zeyrek Camii’ni ve civarını imar için 50 milyon dolar bulunsa yine fazla bir şey yapılamaz. Kara, yeşil, kırmızı, mor, pembe sinekler, eşekarıları, haşarat üşüşürler, paraları yerler, göstermelik, yarım yamalak birtakım işler yaparlar, o kadar…
Yedikule’ye gidelim, Kocamustafapaşa’ya doğru yürüyelim. Bir yığın perişanlık, medeniyetsizlik görürüz. Şehrin öbür ucuna, Ayvansaray’a gidelim, orası da zevksiz, çarpık, medeniyet ve kültüre aykırı, eciş bücüş yapılarla doludur. Silivrikapı, Mevlanakapı… O semtlerin de, manzarası iç açıcı değildir. Tarihî bir müze şehri olarak bırakılması gereken suriçi İstanbul’unu en fazla Adnan Menderes iktidarı tahrip etmiştir. Hiç durmadan, hiç dinlenmeden tahribat sürdürülmektedir. Son belediye seçimlerinden önce, yine bir yığın kaçak kat yapıldı.
Geçen hafta gece yarısından sonra, Sultanahmet’teki evimde korkunç gürültülerle uykudan uyandım. Yerin altından birtakım duvar kırma ve yıkma sesleri geliyordu, saatlerce sürdü. Ertesi gün araştırma yaptım, mahalledeki bir binanın altında Bizans’ın Magnaura Sarayı kalıntıları varmış, biraz yer kazanmak için izinsiz ve kaçak olarak onları yıkıyorlarmış. Bu kazı dolayısıyla ileride bina başlarına çökebilirmiş… Bunu düşünmezler bile.
Topkapı Sarayı’yla, Ayasofya Camii arasındaki (müze değil cami!) Soğukkuyu Sokağı’nı Çelik Bey ne güzel hale getirdi. Orada çürük çarık binalar vardı, hepsini aldı, yerlerine ahşap kaplamalı Osmanlı-Türk mimarisiyle binalar yaptırttı, sokağa granit taşından kaldırım döşetti, kenarlara güzel ağaçlar diktirtti. Rahmi Koç Bey, Zeyrek’te, Zeyrekhane adıyla eski Türk üslubunda nefis bir kapalı mekan yaptırdı, yanında geniş bir açık bahçesi de var. Zeyrekhane bir medeniyet ve sanat abidesidir.
Cibali’den Ayvansaray’a giderken yol kenarında tamir ve restore edilmiş birkaç eski bina görülüyor. Demek ki, istenilirse bütün o sahil çok güzel, çok yüksek, çok nefis, çok sanatlı bir şekilde imar ve ihya edilebilir. Duyduğuma göre Balat ve Fener semtinin bir kısmını bazı uluslararası kuruluşlar, büyük paralar sarf ederek tamir ve ihya ettiriyorlarmış. Bir yandan sevindirici, bir yandan düşündürücü bir gelişme. Herhalde bu tamir ve ihya işleri, biz Müslüman Türklerin kara gözleri için yapılmıyor, İstanbul yavaş yavaş Haçlılar tarafından fethediliyor da haberimiz bile yok.
Cağaloğlu’ndaki Hadım Hasan Paşa Medresesi harap ve berbat bir vaziyette yıllardan beri duruyor, aldıran, ilgilenen yok. Vakıfların onu tamir ettirecek parası mı yok? Var ama her şey parayla olmuyor ki.
İstanbul bir medeniyet merkezidir, bizden evvel bu şehir Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Bizans’ın merkeziydi. Sonra Allah, şehri onların elinden aldı, Müslüman Osmanlılara verdi. Osmanlılar camilerle, medreselerle, hanlarla, hamamlarla, taş mekteplerle, kütüphanelerle bu şehre İslam damgasını vurdu. Yakın tarihte şehrin Türk ve İslam karakterini silmek için birtakım sabotaj hareketleri yapıldı. Binlerce cami, mescid, tekke ve tarihî bina yıkıldı, yerleri düzlendi. Şehrin içindeki kabristanlar, hazirelerin bir kısmı tahrip edildi. Yeni yapılan binalara millî kimliğimize ve millî sanatımıza uygun şekiller verilemedi.
Unutmayalım, biz bu şehrin mutlak mâliki değiliz, emanetçisiyiz. Bu emanete hıyanet edersek, elimizden alınacaktır. Olur mu böyle şey? Tarihe bakınız. Kudüs, Hazret-i Ömer zamanında Hıristiyanlardan alındı, 1. Haçlı seferinde Hıristiyanların eline geçti, bir asır kadar bir zamandan sonra Selahaddin Eyyubî onu tekrar aldı. 1514’te emanet Mısır Memluklerinden alındı, Osmanlılara verildi. 1917’de Osmanlıdan alındı, bir müddet İngiltere’nin hakimiyetinde kaldı. 1948’de İsrail devleti kuruldu, kutsal şehrin yarısı İsrail’de, yarısı Ürdün’de bırakıldı. 1967’de İsrail şehrin tamamını ele geçirdi. Fazla beklemeyeceksiniz, yakın bir tarihte Kudüs yine el değiştirecektir… Bilmem bir şeyler anlatabildim mi? 20 Temmuz 2004