Çarşamba

 

Hayır rüya görmüyoruz, sayıklamıyoruz, saçmalamıyoruz… Haber bütün dünya medyası tarafından yayınlandı.

İsrail İran’ı vuracakmış…

Nereden vuracakmış? Türkiye’den vuracakmış…

Bendeniz yıllardan beri ABD ve İsrail, Türkiye ile İran’ı birbiriyle savaştırmak istiyorlar diye yazıp duruyordum. Birgün birisi bir sohbette:

– Böyle bir şey düşünülebilir mi, olabilir mi?.. diye alaylı bir şekilde sormuştu.

Pekâlâ olabilir. İşte gazeteler yazıyor… İsrail, Türkiye’den kalkıp İran’ı bombalayacak, tesislerini tahrip edecek, belki füze gönderecek de İran bunu karşılıksız mı bırakacak?

Bomba taşıyan uçaklar nereden geliyorsa, füzeler nereden atılıyorsa, elbette vurulan ülke karşılık verecektir. Buyurun Türk-İran savaşına!.. Irak-İran savaşı sekiz sene sürmüş, bir milyon Müslüman ölmüştü.

Zaten Evangelistlerin ve Siyonistlerin gayesi Ortadoğu’daki, İslâm âlemindeki büyük devletleri bölüp parçalamak değil midir? Üstelik iki İslâm ülkesi savaşırken ABD ve İsrail, silah ve cephane ticaretinden yüz milyarlarca dolar vuracaktır.

İsrail’in, İran’ı Türkiye’den vurmaya hazırlandığına dair haberlere gereken cevaplar verilmedi, reaksiyonlar gösterilmedi. İsrail hava kuvvetlerinin Türkiye’de tâlim ve manevra yaptığı bilinmeyen bir şey değil.

İran nükleer enerji üretiyormuş, atom bombası da yapabilirmiş. Kim diyor bunu? Tepeden tırnağa nükleer silahlarla donanmış İsrail söylüyor. Sevsinler.

İsrail’in ateşleyeceği savaşta Türkiye bir milyon, İran da bir milyon ölü verecektir. Tabiî ki, zenginlerin, büyüklerin, saygın ve seçkinlerin çocukları geri hizmetler yapacaklar, halk çocukları cepheye sürülecektir. PKK savaşında kaç milletvekilinin, kaç bakanın, kaç holding sahibinin, kaç büyük bürokratın, kaç medya babasının çocuğu şehid oldu?

Bizdeki gizli Yahudilerin gerekçeleri hazır: İran’da mollalar rejimi var. İran gerici. İran’da dinî bir sistem hüküm sürüyor.

Peki İsrail ırkçı ve teokratik bir rejime sahip değil mi?

Öyle ama onlar Yahudi.

Hiç Yahudi ile Müslüman bir olur mu?

İki devleti savaştırmak için binbir provokasyon yapacaklardır. Vahim hâdiselere hazır olalım. Peki birileri (AKP iktidarı R.E.B) bu durum karşısında ne yapıyor? Ne yaptıklarına dair haberler alıyorum. Burada yazamam, dünyayı bana zindan ederler.

Din Büyükleri Dinden Tâviz Vermez

Bendeniz gerçek ulema ve meşâyih (din âlimleri ve tarikat şeyhleri) görmüş bir kimseyim. 1960’da merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’nın altı ay kadar Diyanet’te özel kalem müdürlüğünü yapmıştım. Merhum Ahmed Davudoğlu Hoca Efendi’ye gider gelirdim. Şeyh Muhammed Zâhid Kotku efendi hazretlerinin sohbetlerine katılırdım. Lise talebesiyken, Bediüzzaman hazretleri, aleyhinde açılan bir dâva için İstanbul’a gelmişti. Galatasaray’dan iki arkadaşımla birlikte ziyaretine gitmiş, elini öpüp duasını almıştık. Daha çok hocalar ve şeyhler gördüm. Hepsi de rahmet-i Rahman’a kavuştular. Mekânları cennet olsun.

Ahmed Davudoğlu Bulgaristan’da iken kızıl rejimin zulmüne ve işkencelerine mâruz kalmış, zindanlarda çok çileler çekmişti. Türkiye’de de, şer’î bir mesele hakkında verdiği fetva dolayısıyla hapse atılmıştır.

Hocalardan ve şeyhlerden başka

Üstad Necip Fazıl, Üstad Mahir İz gibi edipler ve münevverle

de muarefem olmuştur. Hepsini minnet ve şükran ile anıyorum.

İster âlim, ister şeyh, ister mütefekkir (düşünür) olsun bir İslâm büyüğünün birinci özelliği din konusunda tâviz (ödün) vermemesidir. Din konusunda ödün veren, dine aykırı bid’atler (bid’at-i seyyie) çıkartan, dine hizmet ediyorum diye dini ve mukaddesatı istihdam eden, kısaca din sömürüsü yapanlar asla büyük olamaz.

Büyükler din uğrunda can ve baş verirler fakat taviz vermezler. Dinini dünyasına satanlar ne kadar sefil ve alçak kişilerdir. Aczime rağmen Müslümanları uyarıyorum. Dinde en ufak bir tâviz bile verilmesin. Dinimizin en küçük bir hükmü bile önemsiz görülmesin.

Bu emâneti bir “bütün” olarak korumalıyız.

Hemen, Hiç Gecikmeden!

Âhir zamanda yaşayan Müslümanlar için şöyle bir müjde vardır: İlk Müslümanların, kurtulmak ve ebedî saadete nail olmak için dinin 10’da 9’unu yerine getirmeleri gerekiyordu. Son Müslümanlar, 10’da 1 ‘ini yaparak inşaallah kurtulacaklardır. Ancak şu husus hiç hatırdan çıkartılmamalıdır:

beş vakit namaz kılmak bu 10’da 1’e dahildir…

Binaenaleyh aklı başında her vicdanlı, şuurlu ve sorumluluğunu müdrik Müslüman namaza çok önem vermeli, onu dosdoğru bir şekilde edaya çalışmalıdır.

Namazı terk etmek büyük bir felâkettir. Namazı hafife almak, o da felâkettir. “Efendim, vaktim yok kılamıyorum… Nefsime bir türlü namazı kabul ettiremiyorum. Benim kalbim temizdir, namaz kılmadan da kurtulabilirim…” gibi kuruntuları, bahaneleri ve geçerli olmayan özürleri bırakıp ciddî bir irade ile günlük namazlara başlamamız gerekir. Eski Müslümanlar nasıl dosdoğru kılmışlarsa biz de pekâlâ kılabiliriz. Şeytanî vesveselerle kendimizi oyalamayalım… Namaz kılmayan kardeşlerimiz ne zaman başlayacaklar?.. “Gelecek sene başlayacağım… Ay başı gelsin, başlarım… Bir hafta sonra başlamayı düşünüyorum…” gibi geciktirmeler doğru değildir. Hemen başlamak gerekir.

O günün öğle vakti karar verdin, hemen öğle namazını kılmalısın. “Ben Fatiha’yı ve namaz surelerini bilmiyorum…” diyenler, bunları en kısa zamanda ezberleyinceye kadar yine kılmalıdır.

Namaz mü’minin mi’racıdır.

Namaz bizi, zamandan ve mekândan münezzeh olan Yüce Allah’a manen yaklaştırır. Peygamber kıldı, Ashab kıldı, Tabiîn kıldı, Tebe-i Tabiîn kıldı, Selef-i Sâlihîn kıldı. Yakın zamanlara kadar sâlih ve günahkâr bütün Müslümanlar kıldı. O halde biz de kılacağız, kılmalıyız.

Namaz kılarsak zilletten izzete, esaretten hürriyete, yenilgiden galibiyete geçebiliriz.

Şu anda Türkiye Müslümanları olarak gerçekten çok kötü bir durumdayız.

Dünyada necat bulmak, âhirette ebedî mutluluğa nail olmak istiyorsak, eylem planında ilk yapacağımız şey beş vakit namaz kılmak olmalıdır.

11 Ocak 2007