İşler Kötüye Gidiyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Durum her geçen gün kötüye gidiyor, eksik söyledim, “çok kötüye” gidiyor. Yakında dolar bir buçuk iki milyon liraya fırlarsa kimse şaşmasın. İflâslar, kepenk kapatmalar, işsizlik çığ gibi büyüyor. Çıldıranlar, intihar edenler, kendini yakanlar görülüyor. Ufuklarda ümit yok. Nice safdil, Kemal Derviş’in Amerika’dan para getireceğini sanıyordu. Yabancılar böyle bir düzene para vermez. Önce kokuşmayı, soygunu, talanı, hortumu, haramiliği önleyin, sonra para isteyin diyorlar. Haklılar.
İktidar bitti, tükendi ama çekilmiyor. Bizim alternatifimiz yok diyorlar; bir bakıma haklılar. Muhalefetteki iki partinin oyları yetişmiyor. Âcilen seçime gidilmesi gerekiyor. Lâkin seçimden önce mutlaka sağlıklı bir siyasi partiler kanunu ile yine sağlıklı bir seçim kanunu çıkartılması lazım. Düzen partileri böyle bir şeye yanaşmaz. Devlet, ülke, halk batsın, umurlarında değildir, yeter ki, siyaset derebeylerinin saltanat ve hakimiyetleri devam etsin.
Yeterli sayıda milletvekili istifa ederse mecburen, zarurî olarak seçime gidilecektir. Bazen edebiyatı yapılıyor ama sîne-i millete dönmek için ciddî bir niyet ve teşebbüs yok.
Gündeme yeni bir konu geldi. Anayasa’nın 119’ncu maddesi mucibince olağanüstü hal ilân edilmesi. Allah göstermesin, böyle bir gelişme karanlık tabloyu bir misli daha karartacaktır.
Temizel istifa etmeden önce, soyguncuların mal varlıklarına el konulması, kara paraların ve kirli servetlerin hazineye irat kaydedilmesi için bir kanun teklifi hazırlamıştı. Meclis bu tasarıyı kabul etmedi.
Bunca kriz, felâket, uğursuzluk, sarsıntı, çalkantı, fırtına içinde şu meşhur, mâlum ve mâhut YÖK koskoca bir üniversiteyi kapatma kararı aldı. Neymiş, başörtüsü yasağı hususunda bazı küçük ihmalleri olmuş… Yahu memleket batıyor, devlet çok kötü durumda, halk perişan ve onlar hâlâ başörtüsü ile savaşıyor ve bu uğurda üniversite kapatacak kadar gözükara hareket ediyor.
Büyük medya; felâketin, krizin büyüklüğünü ve dehşetini halka anlatmıyor. Tuzu kuru zümre vur patlasın çal oynasın sefih (beyinsizce) çılgınlıklara devam ediyor.
Bazıları ucuz ve kolay ümitler ile avunuyor. Çok turist gelecekmiş ve onların dövizleriyle ülke düze çıkacakmış. Zavallılar! Bu bozuk düzen değişmedikçe, köklü ve topyekûn bir değişiklik olmadıkça, biz kendimizi islâh etmediğimiz müddetçe bırakın turist gelirlerini, ABD bütçesini verseler yine faydası olmaz.
Doların milyarı ile yolsuzluk yapmış, efsânevî kara ve kirli servetler edinmiş birtakım kişiler kurtarıcı rolü oynuyor. Memleket onlara verilirse kurtulurmuş. Tehlikeli ve boş hayaller.
Nisanda büyük bir zelzele olacak diye kehânetler var. Milyonlarca halk bunun endişesinde. Allah saklasın böyle bir felâket gelir çatarsa ne yapacağız?
Bazı bölgelerde hırsızlık vak’aları çoğaldı. Aç, işsiz, sefil kalanların bir kısmı şeytana uyup hırsızlık yapıyor. Durum böyle giderse sonbahara doğru ülkenin yarıdan fazlası işsiz kalacak ve korkarım, münferid (bireysel) hırsızlıklar kütlevî (toplumsal) yağma hareketlerine dönüşecektir.
Soygun durdu mu? Bazı kesimlerde durdu. Bazı kesimlerde ise devam ediyor. Ankara’da ve İstanbul’da büyük işlerden yüzde on komisyon (haraç) alma pisliği aralıksız sürüyor. Bunlarla başa çıkmak mümkün mü? Mümkün de çok zor.
Herkes üzüntülü ve kaygılı. Fakat yeterli tepki hâlâ yok. Halk sindirilmiş, uyuşturulmuş. Memleket batıyor, buna karşılık cılız bir şekilde “Vah vah, tüh tüh…” iniltilerinden başka tepki yok.
Bilhassa son onbeş yılın isyanlarının, günahlarının, azgınlıklarının, kuduzluklarının, gafletinin, sorumsuzluğunun cezasını çekiyoruz. İşlerin iyi gittiği, bol para kazanıldığı, çılgınlar gibi yaşandığı o günlerde ne haltlar edilmemişti ki. Faizle, ribayla, rantla, repoyla, alavere dalavere ile kazanılan haram, şâibeli, şüpheli kazançların sonunun çok fena olacağını kimse düşünmedi. Hiç bir şeye fazla yanmam da, islâmî kesimdeki olumsuzluklara yanarım. Ne öğüt dinleniyor, ne uyarılara kulak asılıyordu. Para put olmuştu. Azgınların ve kudurmuşların dini imanıydı altın gümüş, dolar mark. İslâm dini; israfı, aşırı tüketimi, lüksü, Nemrudluğu, Firavunluğu, azgınlığı, taşkınlığı, hedonizmi yasaklıyormuş; umurlarında bile değildi. Deliler gibi lüks meskenler ediniyor, lüks arabalara biniyor, lüks yaşıyorlardı. Helâlmiş harammış, ayırt eden çok azalmıştı.
Kardeşler yesin, yandaşlar yesin, bizdenler yesin… Bunca yıl cemaate, fırkaya, hizbe hizmet ettik, elbette yiyeceğiz. Yıllar boyunca sorumsuzca, şuursuzca zıkkım yediler. Şimdi acısını çekiyorlar.
Resulûllah Efendimiz, Ashab-ı güzin, sâlih selefler, her asırda yaşamış örnek Müslümanlar kanaat içinde yaşamışlar, bunu düşünen yoktu. Herkes kısa zamanda köşeyi dönmek istiyordu. Ayda beş altı yüz milyon alan herif her yıl Bağlarbaşı taraflarında lüks bir katı hangi parayla aldı? İşe girer girmez eski ucuz arabasını atıp da lüks bir Japon otomobili alan bunu helâl parayla mı edindi? Nasıl?
İşkembeler ve şehvetler galeyana gelmişti. Metresler, ikinci karılar, kaçamaklar gırla gidiyordu. Bunların bazısının gizli kamera ile filmleri bile çekilip dosyalandı.
Bozuk düzen bazı sahte İslâmcıların önlerine kemik attı ve onları kullandı.
Birtakım sözde milliyetçiler ve sözde Türkçüler vaktiyle cart curt edip duruyordu. Onların da ne mal olduklarını gördük. Bir bilseniz nasıl götürüyorlar. Eskiden bu memlekette eşkıyanın bile raconu varmış, bunlarda o bile yok. Hakikî milliyetçilere ve Türkçülere canım feda, ben onları kasdetmiyorum, sahtelerini kastediyorum.
Ya bazı militan Sabataycılar, naylon Kemalistler… Nasıl götürdüler milyarlarca doları? Böyle bir pislik tufanı içinde namuslu, şerefli, çalmayan, yemeyen, talan etmeyen, hortumlamayan adamları yaşatırlar mı? Alimallah bir kaşık suda boğarlar. Dünyevî sebepler gittikçe yokoluyor. Allah’a sığınmak lâzım. 01 Nisan 2001