Salı

Müslümanlar doğru dürüst Müslüman olsalar, İslâm’ı yaşasalar, başkalarını kendilerine hayran bırakacak şekilde doğru, iyi, güzel olsalar; gayr-i müslimler ve sadece ismen Müslüman olanlar akın akın İslâm’a girerler. Zamanımızda elbette doğru, iyi, güzel Müslümanlar var ama bunların sayısı az; genelde aslına uygun olmayan bir islâmî uygulama görülüyor.

Namaz, abdest, oruç, hac… Bunlar elbette var ama iş bunlarla bitmiyor. İbadetin yanında ahlâk ve fazilet de gerekli. Ahlâk ve fazilet de yetmez; ilim, irfan, kültür, hikmet (bilgelik), sanat bakımından vasıflı ve üstün olmak şarttır. Müslümanların hepsi mi böyle olacak? Hayır. Yeterli sayıda Müslümanın böyle olması şarttır, zarurettir.

Bir bütün olarak halkın iç barışa, huzura, sükûna, güvene ihtiyacı var. Bu barışı, huzuru, güveni getirecek, sağlayacak istidat var mı Müslümanlarda? İslâmî kesimde bin türlü tarikat, cemaat, meşreb, fırka, hizip, grup mevcuttur. Bunların bazısı birbirleriyle çekişip duruyor. Müslüman Müslümana verip veriştiriyor. Öyle aşırı gidenler var ki, iman kardeşine “Müşrik, kâfir, münâfık, sapık” gibi damgalar vurmaktan çekinmiyor. Müslümanlar birbirleriyle böyle çekişirse gayr-i müslimler onlara güvenebilir mi?

Bir ülke ve bir millet için en önemli husus adalettir, emanetin ehil olanlara verilmesidir. Müslümanlar âdil mi? Ellerine fırsat geçen Müslümanlar emanetleri ehil olanlara mı veriyor, yoksa ehil olmayan yandaşlarına, yoldaşlarına, ihvanlarına mı?

İslâm; yalanı yasak kılmıştır, Peygamber yalanı münâfıklık alameti saymıştır. Yalan; alkollü içki, zina, adam öldürmek gibi çirkin ve büyük bir günahtır. Bu hususta Müslümanlar, dinlerinin ölçülerine uyuyorlar mı?

İslâm; şarlatanlığı, soytarılığı, popülizmi meşru görmez. Bunlar, islâmî hikmete zıt şeylerdir.

Para hususunda Müslümanlar; dinlerinin, Kitab’larının, Peygamber sünnetinin, Şeriat’ın hükümlerine uygun hareket ediyorlar mı? Yoksa, dinsizler gibi güruh güruh Müslüman, parayı din iman haline mi getirmiştir?

İslâmî kesimde kara ve kirli para var mı, yok mu?

Birtakım yamuk adamlar Ümmet’in İslâmî hizmet ve faaliyetler için vermiş olduğu büyük miktarları yerli yerinde kullanmışlar mıdır, yoksa bu paraların önemli bir kısmını zimmetlerine mi geçirmişlerdir.

İslâm’a, Kur’an’a, Sünnet’e, sâlih seleflerin metodlarına uygun hareket edenlere bir şey dediğim yok; onların ellerinden ve eteklerinden öperim. Lakin dedikodular, rivayetler, söylentiler ayyuka çıkıyor bazıları hakkında.

Su-i zan etmemek lâzım. Âmenna… Lakin kırk küsur senedir gazetecilik yapıyorum. Benim durumumda bir kimse bir bakıma toplumun savcısı demektir. Rivayet, söylenti yolu ile gelen istihbârî haber ve bilgiler de bir değer taşır. Bunlar karinedir, üzerinde durmak gerekir.

Şu adamların bu kadar çok parası ve serveti olması nasıl izah edilecek?

Devletin, belediyelerin, memleketin, milletin bir işi bir milyon dolara yapılabilecekken bunu üç milyon dolara yaptırtmak doğru mudur? İşlerden yüzde on komisyon almak doğru mudur? Birtakım haşaratı zengin etmek doğru mudur?

Çirkin ve yamuk Müslümanın İslâm’a ve Ümmet’e vereceği zararı, harbî kâfirler, azılı din düşmanları veremez.

“Bizi tenkit eden, bizi desteklemeyen kâfir olur…” Yok canım! Böyle diyenlere olgun Müslüman denilebilir mi?

– Efendim, biz çok doğruyuz, hiç hatâmız yanlışımız yok. Bütün kabahat Masonlarda, dinsizlerde, münâfıklarda, mürtedlerde, falancalarda filancalarda… Bu gibi bahanelere inanan ahmaktır, eblehtir, salaktır.

Kimse üzerinde durmuyor. Türkiye’deki kavga bir rant kavgasıdır. “Cumhuriyeti yıktırtmayız, Kemalizmi ve laikliği sarsmak istiyorlar…” diyenlerin büyük bir kısmı rant peşindedir. Bazı sahte Türkçü ve milliyetçiler de rantçıdır. İslâmî kesimde de rantçı çoktur. Bir adamın ihlası, dürüstlüğü, dâva adamı olup olmaması; hizmete başladığı sıradaki mal beyanıyla daha sonraki mal beyanı mukayese edilerek anlaşılır. Vatan, millet, Allah, din, mukaddesat, Türkçülük, milliyetçilik, Kemalizm, laiklik demişler ve bu arada vurmuşlar, götürmüşler, soymuşlar, talan etmişler… Böyle adamlardan bu ülkeye, bu halka, bu devlete ne hayır gelir?

Başka dinlerde, başka cemaatlerde de dâva adamı var. Hindistan’da Mecusî Gandi; dâvasına, milletine, kimliğine hizmet ederken ücret aldı mı, servet sahibi oldu mu? Asla! Kıyafeti, biri beline sardığı, ötekisi omzuna attığı iki peştemaldan ibaretti. Rahibe Tereza, Nobel kazandı ve 375 bin dolarlık ödülün tamamını hayır işlerine verdi. Mandela tam yirmi sekiz sene hapiste kaldı; almadı, verdi; hayatını verdi. Nobel kazanan Dr. Albert Schweitzer Afrika’da Lambarene’de cüzzam hastahanesi açtı, orada berbat şartlar altında, yaşanmaz bir iklimde zavallı insanların acılarını paylaştı, onlara yardım etmek için çırpındı.

Bin beş yüz yıllık İslâm tarihi hizmet ahlâkının en güzel örnekleriyle doludur. Peygamber bu konuda bir şahikadır. Ashab ihlasla, garazsız ivazsız, hasbeten lillah, alarak değil vererek canla başla hizmet etmişlerdir. Her asırda selef-i sâlihîn efendilerimiz böyle çalışmışlardır.

Dünyanın en kötü, en şerefsiz, en alçakça ticareti din ticaretidir. Böyle namussuz tâcirlere para veren, onları destekleyen ahmaktır, beyinsizdir.

Son çeyrek asırda bizde dinî hizmet ve faaliyetler hep para ile yapılır sanılmış ve çok aldanılmıştır. Peygamber bize en güzel bir örnek ve modeldir ve o parasız çalışmıştır, parasız başarılı olmuştur. Başarı paradan gelmez, başarı Allah’tan gelir. Allah ihlaslıları, doğruları, iyileri başarılı kılar; münâfıkları, dini imanı para olanları, hizmet ederken Karun gibi zengin olanları, emanetleri ehil olmayanlara verenleri başarılı kılmaz.

“Başarılı olmadılar ama hiç olmazsa çok zengin oldular…” Böyle düşünenin aklına şaşılır. Bu gibi servetler, sahipleri için ateştir, vebaldir, büyük zarardır.

İslâm’ı bize Peygamber, Ashab-ı Kiram, Tâbiîn, Selef-i Sâlihîn anlatmışlar. Büyük âlimler, mürşidler, rehberler bu bilgileri muteber kitaplarda yazmışlar. İslâm besbellidir. Ya İslâm’ı hayata ve hayatımıza tatbik eder; iyi, doğru, güzel Müslümanlar oluruz, ya da böyle sürünür dururuz. 04 Nisan 2001