Salı

 

Bir Müslümanın ilmihal düşmanlığı yapması akıl almaz bir iştir. Maalesef birtakım yeni fırkaların mensupları ilmihallerin aleyhinde bulunuyor. Çok mübarek ve faydalı bir ilmihal olan, merhum Dersiam Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslâm İlmihali” şimdiye kadar milyonlarca nüsha satılmış ve milyonlarca Müslümanın temel din bilgilerini öğrenmesine vesile olmuştur. Böyle değerli bir kitabın aleyhinde bulunmak için insanın deli olması gerekir. Maalesef bazı reformcu, yenilikçi, bid’atçi Müslümanlar bu deliliği yapıyor.

Onların dediği özetle şudur: “HerMüslüman İslâm dinini Kur’ân’dan doğrudan doğruya öğrenmelidir.” Bu adamlar fıkhı, mezhepleri inkâr ediyor. Metodları ve istekleri bir hayalden ibarettir. Kur’ân elbette, şeksiz şüphesiz Allah’ın kutsal kitabıdır, Kelamullahtır ama her Müslüman ondan din ve Şeriat hükmü çıkartabilir mi? Kesinlikle çıkartamaz. Çünkü, Kur’ân’dan hüküm çıkartabilmek için bazı ilimleri bilmek gerekir. Kur’ân’dan hüküm çıkartabilmek için Sünnet’i, Peygamberimizin (Salat ve selam olsun O’na) onbinlerce hadîs-i şerifini senetleriyle bilmek gerekir. Kur’ân’dan hüküm çıkartabilmek için müçtehid olmak gerekir. Her Müslüman müçtehid değildir. Kur’ân’dan hüküm çıkartabilmek için iyi Arapça bilmek yetmez. Uzman ve ehliyetli büyük din alimi olmak gerekir.Zamanımızda “Mealciler” adı verilen yeni bir fırka türemiş olup, bunlar Arapça bilmedikleri halde Kur’ân’ın Türkçe tercüme ve meallerini okuyarak din, fıkıh, Şeriat hükmü çıkartmaya yeltenmektedir.

Kur’ân elbette bütün insanlığa gönderilmiştir. Arapça bilmeyen, din alimi olmayan Müslümanlar onun tercümelerini, meallerini, tefsirlerini okuyabilirler; içindeki müjdeler, uyarılar, öğütler, emirler, yasaklar, kıssalar hakkında bilgi edinebilirler ama kendi kafalarına göre o yüce ve kutsal kitaptan hüküm çıkartamazlar. Kur’ân-ı Kerîm’de “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyurulmaktadır. “Râsih âlimlerden” bahsedilmektedir.

Zamanımızda birtakım ehliyetsiz, kötü niyetli, cahil, fesatçı, münafık kişiler kendi re’y, heva ve hevesleriyle Kur’ân tercümeleri, mealleri, tefsirleri yazmışlar, bunları okuyan Müslümanların zihinleri karmakarışık olmuştur.

1950’li yıllarda ehliyetsiz bir zat “Türkçe Kur’ân” adıyla bir tercüme çıkartmıştı. Kur’ân Arapçadır, “Türkçe Kur’ân” demek yanlıştır, günahtır. Arapça metin nazm-ı ilâhîdir, Türkçesi ise filan kulun ondan anladığı, çıkardığı mânâdır, lâfız olarak kul sözüdür.

Fıkıh ve ilmihal bilgisi olmayan çok zeki bir kimseye birkaç Kur’ân tercümesi ve tefsiri veriniz; beş sene uğraşsa bile onlardan taharet, namaz, oruç, zekât, hac ile ilgili hükümleri çıkartamaz.

Kur’ân’dan din, fıkıh, Şeriat hükmü çıkartabilmek için Sünnet’i, onbinlerce hadîsi bilmek gerekir. Çünkü Kur’ân’daki mücmel (özlü) bilgileri onlar açıklar. “Herkes Allah’ın Kitabı olan Kur’ân’ı alsın ve kendi kafasına göre ondan hüküm çıkartsın, dinini onun tercüme ve tefsirlerinden öğrensin” diyenler İslâm dünyasında anarşi, fesat, nifak çıkartmak istiyorlar.

Peygamberimiz “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, bunların biri müstesna diğerleri cehennemliktir” buyurmuştur. Ashabın “Kurtulacak fırka hangisidir?” sorusuna da “Benim ve Ashabımın yolunda olanlar” cevabını vermiştir. İşte ilmihal kitapları Peygamberin ve Ashabının getirdiği ve anladığı gerçek İslâm’ı Müslümanlara bildirmektedir.

Reformcu ve yenilikçi bir ilahiyat profesörü ter ter tepiniyor: “İlmihal Müslümanlığı bozuktur. Ben size Kur’ân Müslümanlığını öğretiyorum…” diyor. Şimdi Müslümanlar bu şeytan kılıklı reformcunun ve yenilikçinin peşinden mi gitsinler, yoksa, ilimde, ucu Resullerin Seyyidine dayanan (Sallallahu aleyhi ve sellem) nuranî bir silsileye bağlı olan icazetli din alimi, dersiam Ömer Nasuhi Bilmen’e mi tâbi olsunlar?

Türkiye’ye son otuz kırk yılda birtakım yeni İslâm yorumları ithal edildi. Arap dünyasından, Pakistan’dan, İran’dan hayli reformcu, ehl-i sünnet dışı, yenilikçi, radikal, aktivist fikirler, metodlar, yorumlar bize bulaştı. İz’an ve insaf ile bakmak gerek. Bu fikirler, metodlar, meşrepler Pakistan’da, Mısır’da, İran’da beklenen, ümid edilen salahı, necatı, kurtuluşu, yücelmeyi, hürleşmeyi sağlamış mıdır?

Bindörtyüz yıllık İslâm tarihinde Hulefa-i Raşidîn devrinden sonra en başarılı, aslına uygun, Kitab ve Sünnet’e muvafık İslâmî uygulama Osmanlı-İslâm uygulamasıdır. Bu başarılı uygulamanın metodlarını, eğitimini bırakıp da birtakım ütopyalara, kuruntulara kapılmak Türkiyeli Müslümanlara yakışmaz.

Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslâm İlmihali” veya onun gibi başka bir ilmihal her Türkiyeli Müslümanın başucu kitabı olmalıdır. İtikada, temizliğe, ibadetlere, ahlâka ait temel din bilgileri muteber ilmihallerden öğrenilmelidir. Mezhepsizlik, İslâm dinini ve Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’attir. Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür. Berberlik, terzilik, aşçılık gibi meslekler ve işler bile ruhsatla, izinle, icazetle yapılıyor. Bir hastaya damardan iğne yapmak ihtisas isteyen bir iştir. Kur’ân ve hadîslerden din ve Şeriat hükmü çıkartmak bu işlerden bin kere zor, veballi, nazik bir iştir. Her önüne gelenin ictihad yapmasını, Kur’ân’dan hüküm çıkartmasını arzu edenlerde hiç vicdan, akıl, iz’an, mantık yok mudur? Mezhepsizler, bid’atçiler, reformcu ve yenilikçiler yüzünden Müslümanlar paramparça oldu. Her kafadan ayrı bir ses çıkmaya başladı. Müslümanlar arasındaki din birliği ancak fıkıhla, mezheple sağlanır.

Bazı mezhepsizler “Buharî’de mevzu hadîs var…” diyecek kadar ölçüyü elden kaçırdı.

Osmanlı devleti, her Müslümanın içtihad yapmasına, kendi kafasına ve re’yine göre Kur’ân’dan hüküm çıkartmasına izin vermiş olsaydı yüz sene bile yaşayamazdı.

Bir İslâm topluluğunda, bir İslâm ülkesinde Müslümanlar dinî konularda tartışırlarsa tefrika çıkar ve sonunda hepsi birden zelil ve rezil olurlar. Düşmanlarımız bizim birlik olmamızı istemiyor, bizim kardeşlerimizle çekişip tepişmemizi istiyor. Onların ekmeklerine yağ sürmeyelim.

Dinimizi muteber ve güvenilir ilmihallerden öğrenelim. Kur’ân’dan kendi kafamıza, re’yimize, hevamıza göre hüküm çıkartmaya yeltenmeyelim. Dinî konularda tartışıp çekişmeyelim. Sevad-ı azamdan ayrılmayalım. 24 Eylül 2003