Hayırlı İşlere ve Hizmetlere Yönelmek
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 07 Şubat 2019
Pazar
Bu dünyanın fitnesi, fesadı, nifakı, şikakı bitmez tükenmez. Fırtınanın biri biter, birkaç gün havalar iyi olur, ardından başka bir fırtına patlar. Fırtına olmazsa zelzele olur, zelzele olmazsa savaş olur, savaş olmazsa salgın hastalık veya başka bir âfet gelir. Günler, aylar, yıllar, ömürler bu hengâme içinde gelir geçer. Hâdisat akıp giden bir nehir gibidir. Bazen sâkin akar, bazen çılgınca akar. Gafiller günlük aktüel hadiselerin dedikodusuyla vakitlerini, vaklıklarını ziyan eder. Yakın bir tarihte meşhur zengin Üzeyir Garih, Eyüb Sultan mezarlığında hunharca öldürülmüştü. Günlerce, haftalarca halk bu cinayetten bahsetti. Sonra o hadise unutuldu, artık kimse Üzeyir Garih cinayetinden söz etmiyor.
Akıllı insanın boş işlerle, lüzumsuz dedikodularla ömrünü ziyan etmemesi gerekir. Konuşulanlar faydalı ve lüzumlu olmalı, yazılanlar faydalı olmalı, yapılanlar faydalı olmalı.
Gelip geçmiş ve gelecek insanların en bilgesi olan Peygamberimiz ne demiş: “Yarın Kıyamet’in kopacağını bilsen, bugün elindeki fidanı dik…”
Türkiye halk olarak, ülke olarak, devlet olarak günlük dedikodularla, aktüel hadiselerin konuşulup yazılmasıyla bir yere varmaz. Faydalı, lüzumlu, önemli, zarurî sözler söylenmeli, yazılar yazılmalı, işler yapılmalıdır. Dört kelime ve kavram zikrettim, tekrar etmek istiyorum: Faydalı, lüzumlu, önemli, zarurî…
Faydalı, lüzumlu, önemli, zarurî düşünce ve işlerin hangileri olduğunu nasıl öğrenebiliriz? Önümüzde iki kaynak vardır:
1. Akıl ve hikmet, 2. Din yani Kitab, Sünnet ve Şeriat…
Bugün Türkiye’de yaşayan akıllı, hikmetli, firasetli, uzak görüşlü, sezgi sahibi Müslümanlar ne gibi işler yapmalı, ne gibi işler yapmamalıdır. Bu husustaki bazı görüşlerimi, tekliflerimi naçizâne arz etmek istiyorum:
1. Bu devirde en büyük hizmet insanların imanını kurtarmak, insanları imana ve hidayete davet etmektir. En büyük sevap ve manevî ticaret bu iştedir. Peygamberimizin (Salat ve selam olsun O’na) “Yâ Ali! Allah’ın, bir kulunu senin vasıtanla hidayete kavuşturması, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı her şeye sahip olmaktan daha hayırlıdır” buyurmuşlardır. Bu devirde bu iş en fazla kitap ve broşürlerle yapılabilir. Bunları çok az sayıda âlim, ârif, zarif kimseler hazırlayabilir. Diğer Müslümanlar da dağıtılmasına, yayılmasına yardımcı olur.
2. Yine çok büyük feyizli, çok bereketli hizmetlerden bir diğeri de İslâm, Kur’ân, Şeriat hakikatlarını, halkın ve gençliğin anlayacağı şekilde yaymaktır. Bu da kitaplarla ve bilhassa broşürlerle olur. Bunu da ancak vasıflı, güçlü, üstün, bilgili, irfanlı, firasetli alimler yapabilir. Zaman bozulmuştur. Dinden uzaklaşmış insanların kafaları karmakarışık olmuştur. Lüks, sefahat, aşırı tüketim bataklıklarına batmış zümrelere Mızraklı İlmihal, yahut Birgivî Vasiyetnamesi verirseniz, onlar bu mübarek kitaplardan yararlanamaz, feyz alamaz. Onlara Mevlana Celalüddin Rumî’nin tarzı ve meşrebi ile hitap etmek gerekir. Yine, diğer önemli bir husus şudur: Dinî yayınlarda üslup çok önemlidir.Kaba Türkçe ile yüksek tabakaya hitap etmek mümkün değildir. Edebiyatı kuvvetli olmayan hocaların okları onlara işlemez.
3. Müslümanlar günlük dedikoduları bırakmalı ve evrensel gerçeklere hizmet etmek için çareler, çözümler üretmelidir. Bir insan için en önemli iş, Kelime-i Şahadet’i lisan ile ikrar ve kalp ile tasdik ederek imana gelmektir. Müslümanların, bu konuda çağın icaplarına uygun çalışmalar yapması gerekir. “Piyasada binlerce İslâmî kitap var, alsınlar bunları okusunlar ve imana gelsinler…” gibi laflar kuruntudan ibarettir. Herkesin aklına, zekasına, kültürüne, mensup olduğu sosyal kişiliğe, zihniyetine göre davet ve tebliğ yapılmalıdır. Diyanet’in küçük “Cep İlmihali” adlı kitabını Norveççeye çevirtip adı geçen ülkede yüz binlerce nüsha dağıtsak dâvet ve tebliğ vazifemizi hakkıyla yapmış olur muyuz? Asla olmayız. İş o kadar kolay, basit ve ucuz değildir. İslâm sadece sözden, nazariyeden, bilgiden ibaret bir din değildir. İslâm aynı zamanda aksiyondur. Norveçlilere İslâm’ı hakkıyla tanıtabilmek için orada İslâm kültür merkezleri ve tasavvufî dergahlar açmamız ve nasibi olanlara İslâm’ı tanıtmaya çalışmamız gerekir. Norveç’ten, başka ülkelerden önce de kendi vatanımızda, İslâm’dan uzaklaşmış kişi ve zümrelere dinimizi anlatmak, onları yeniden Müslüman etmek için, nasıl çalışmak gerekiyorsa öyle çalışmamız icab eder.
4. Ülkemizde büyük bir ahlâkî fesat ve bozukluk görülmektedir ve bu fesat her geçen gün artmaktadır. Maalesef Müslümanlar da bu fesaddan hisselerini almış bulunuyor. Müslüman kütleyi İslâm ahlâkı sınırları içine sokmak için de çok ciddî, çok planlı, çok akıllıca çalışılması gerekir. Müslüman demek iyi insan, iyi vatandaş demektir. Adam veya kadın Müslüman geçiniyor, Müslümanlık edebiyatı yapıyor ama insan olarak, vatandaş olarak durumu parlak değildir. Böyle bir Müslümandan ne köy olur, ne kasaba . Müslümanların başını çekenler, her yıl din hizmeti yapmak için milyarlarca dolar para toplayanlar ahlâk konusunda ne gibi çalışmalar yapmaktadır?.. Bence, bu konuda kuru bir edebiyat dışında bir şey yapılmıyor. Bir örnek vermek istiyorum: Müslüman bir aile bir tatil günü çoluk çocuk otomobillerine bindiler ve ağaçlık bir yere gidip piknik yaptılar. Şayet orayı kirletirlerse, yaktıkları mangal ateşinin dumanı ile başkalarını rahatsız ederlerse, geri dönerken çöp ve zibil bırakırlarsa onlar iyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş değildir. Öyle kimseler duyuyoruz ki, kurtulmak istedikleri kedilerini Taşdelen ormanında yaptıkları pikniğe birlikte götürüyor ve giderken hayvancağızı orada bırakıyorlarmış. Böyle Müslüman olur mu? O ehlî hayvan onlara Allah’ın bir emaneti değil miydi? Vicdanları sızlamadan o emanete nasıl hıyanet ettiler? İyi bir Müslüman, hayvanlara eziyet etmez, bitkilere zarar vermez, ülkesinin bir kaplumbağasına, bir sincabına bile hor bakmaz.
Müslümanların dedikoduları, günlük aktüel hedefleri bırakıp faydalı, hayırlı, kalıcı hizmetler ve faaliyetler ile meşgul olmaları gerekir. Müslümanlar gevezelikle değil; ilimle, irfanla, ahlâk ve faziletle, hikmetle, sanatla, hayır ve yardım işleriyle uğraşmalıdır. Batı dünyasında “Sınır Tanımaz Doktorlar” hareketi var, dünyanın neresinde yardıma muhtaç bir topluluk varsa oraya koşup hizmet veriyor. Biz Müslümanlar niçin bu gibi insanî hizmetler yapamıyoruz?
Şu husus da iyi bilinmelidir ki, insanî hizmetler, İslâmî hizmetler ihlâsla, garazsız-ivazsız, ticarete alet edilmeksizin yapılmalıdır. “Hem dinime hizmet ederim, hem de voliyi vururum…” Bu gibi şeytanî kuruntulara sahip kimseler münafıktır. 14 Nisan 2003