PazarBirkaç gün önce biraz hava almak ve alışveriş yapmak üzere Eminönü’ne inmiştim. İkindi ezanı okunuyordu, küçük bir camiye girdim. Dört saf cemaat vardı. İnsanlık hali, imam efendi namazda hata yaptı, üçüncü rekâttan sonra kadeye oturdu; “Subhanallah” dedim, cemaatten başka birisi de uyardı, tınmadı, Ettehiyyatü okuduktan sonra dördüncü rekata kalktı, ondan sonra beşinci rekatı kıldırdı ve selam verdi. Namaz yanlış olmuştu, yeniden kılınması gerekiyordu. Müezzin aldırış etmedi, tesbihata başladı. Cemaatten biri itiraz edecek oldu, belinde tabanca gibi cep telefonu asılı olan gençten biri “Olur olur…” diyerek fetva verdi. Birkaç kişi münferiden birer kenara çekilip farzı tekrar kıldılar, ben de öyle yaptım.

Bu yanlışlıktan çıkartılacak neticeler vardır:

1. İmam yanlışlık yapıyor, dört saflık cemaatten sadece iki kişi subhanallah diyerek uyarıyor, diğerleri farkında değil.

2. Fıkıh kurallarınca mutlaka iade edilmesi gereken namaz iade edilmiyor, müezzin de imamı uyarmıyor.

3. Cemaat aşırı derece dalgın, habersizdir.

Türkiye’de toplumun her kesimi şaşırmış vaziyettedir. Dindar kütle birkaç yıldan beri sudan çıkmış balığa dönmüştür. Reaksiyon, tepki gösterme kabiliyetini hemen hemen yitirmiş vaziyettedir. Sanki sersemlemiş, afyonlaşmış durumdadır.

Birkaç ay önce Şehremini taraflarında küçük bir camide akşam namazı kılmıştım. Camiden yirmi otuz metre kadar uzaklaşmıştım ki, arkamdan “Usta usta!” diye biri bağırdı. Başımı çevirdim, adam bana bakıyordu. Ne var, dedim. Sağlık karnenizi camide unutmuşsunuz, dedi. Benim sağlık karnem yok, ne ola ki dedim. Meğerse, “Yiyerek Zayıflama” başlıklı bir kitabı ayakkabılığın üst rafında unutmuşum, adamcağız onun başlığını okumuş, sağlık karnesi diyor…

Bir yandan dinsizler, öte yandan din sömürücüleri dindar halkı şaşkına çevirdiler. Ne bilgi ve kültür kaldı, ne kuvvetli bir ahlâk ve karakter, ne de sanat, güzellik ve estetik.

Ben halkı hor gören bir insan değilim. Sokakta, caddede, meydanda, otobüste, tramvayda, vapurda, çarşıda, pazarda, camide halkla içiçe olan bir okur-yazarım. Ancak seviyenin çok düştüğünü görüyor ve dehşete düşüyorum.

Din sömürücülerinin zoru derdi para, ün, alkış, riyasettir. Halkın, gençliğin yetiştirilmesi onları ilgilendirmez. Hattâ halkın uyanmasını istemezler bile. Çünkü halk uyanırsa sömürü yapamazlar, para toplayamazlar.

Defalarca yazdım, tekrarlayayım: Yirmi yıl kadar önce haftalık bir dergi, muhabirlerini Üsküdar meydanına göndermiş, bunlar megafonla ahaliye “Alo, alo, alo!.. Dikkat, dikkat!… Herkes yere çömelsin…” diye anons yapmışlardı. Meydandaki kalabalığın onda dokuzu yere çömelmişti. İşte halk bu durumdadır. Şartlı refleksli hale gelmiştir, robotlaşmış, zombileştirilmiştir.

Yıllardan beri eğitim ve büyük medya halkın ve gençliğin zekasını parlatmak, kültürünü artırmak, ahlâk ve karakterini yüceltmek, sanat ve estetik boyutunu geliştirmek için çalışmadı. Eğitim, tarih, vatandaşlık bilgisi olarak halka ve gençliğe mavallar, masallar, mitolojiler anlatıldı, öğretildi; halk aldatıldı.

Türkiye’de kör topal da olsa bir demokrasi var. Ancak bu duruma düşürülmüş halk kütleleri seçimlerde ehliyetli, yarayışlı kimseleri seçip idarenin başına geçiremiyor. Son genel seçimlerde en fazla oyu Ecevit’in partisi aldı. O oyları da sayın halkımızın büyük bir kısmı verdi.

Halk firasetli olsa ülke bu kadar kötü idare edilmezdi.

Büyük medya, halkı hergün biraz daha afyonluyor. Aylardan beri bir Derviş tefrikasıdır sürüyor. Sanki Derviş bir sihirbazdır, harika değneği ile her olumsuzluğu düzeltecektir.

Sadece halk değil, Türkiye’nin yarı okumuşları, yarı aydınları, câhil-i mürekkepleri de akıl, mantık, idrak, muhakeme, iz’an, vicdan, basiret, firaset bakımından iflas etmişler, sıfırı tüketmişlerdir.

Memlekette hiç adam kalmadı değil, lakin onların sayısı azdır. Halk kütlelerini, gençliği, okur-yazarları bilinçlendirmek, uyarmak için ne yapmalı acaba?

Bugünkü kültür ve ahlâk seviyemiz dev çaptaki kötülüklerle, genelleşmiş kokuşma ile mücadele etmeye yeterli değildir.

Ülke batıyor ve birtakım ahlâksız, rezil, habîs, hâin, alçak adamlar hâlâ hırsızlığa, yüzde on komisyon almaya devam ediyor. Kanunlar, cezalar yetersiz kalıyor, onları korkutmaya kâfi gelmiyor. Halkın tepkisi de son derece yetersizdir.

Halkta hâfıza kalmadı. Doğru dürüst tarih bilmiyor, yirmi otuz sene öncesini hatırlamıyor. Bu yüzden, daha önce düşülen tuzaklara tekrar düşülüyor. Bu kafayla gidersek gelecek seçimlerde de bir sürü vahim hatâ yapılacaktır.

Fırıldak bir Maocu çıkıyor ve kendisini dört dörtlük Atatürkçü olarak gösteriyor. Halbuki bu herif onbeş yirmi yıl önce, yayınladığı haftalık dergide Atatürk’e çok ağır hakaretler savurmuştu. Bir adam çıkıp da, o makaleyi bulup fırıldağın suratına çarpmıyor. İşin en kötü tarafı, bu adama çuvalla yardım yapılıyor.

Türkiye’ye kaliteli, güçlü, üstün beyinler lazım. Sağcı olsun, solcu olsun, çağdaş olsun, dinci olsun, şucu olsun, bucu olsun vasıflı, güçlü, üstün beyinler. Vasıflı, güçlü, üstün ne demektir? Kültürlü olacak, ahlâklı olacak, estetik ve sanat boyutu olacak.

Böyle aydınlar ve idareciler hırsızlık yapmaz, çalmaz, hortumlamaz, ihalelerden yüzde on almaz, on bin dolara memur tayin etmez.

Gizli ve sinsi bir plan ve programla uzun yıllardan beri halkı, gençliği sersemletmek, afyonlamak, uyutmak, robotlaştırmak, zombileştirmek için iç ve dış düşmanlarımız elele verip çalıştılar. Medeniyetin, kültürün, insanlığın, zekanın en büyük âleti ve vasıtası olan yazılı-edebî Türkçeyi mahvettiler. Tarihimizi tahrif ettiler, millî kimlik ve kişiliğimizi erozyona uğrattılar.

Yüzde yüz sadra şifa olmaz ama hiç yoktan iyidir. Bazı konularda çok merak çekici, çok güzel hazırlanmış, kolayca öğreten faydalı broşürler hazırlansa, bunlardan milyonlarca adet basılsa ve yurdun her yerinde dağıtılıp okutulsa. Az buçuk faydası olur. 04 Haziran 2001