Gelenekçi Alternatif
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Cuma
Türkiye için ilerici bir alternatif var mıdır? Teori olarak vardır ama sadece edebiyattan ibarettir. Türkiye’nin krizden çıkması, kurtulup yücelmesi; gerek çağdaş ve seküler açıdan, gerekse islâmî açıdan gelenekçilikle mümkündür.
İslâmî açıdan gelenekçiliği anlamak mümkündür de, çağdaş-seküler gelenekçilik nedir acaba diyenler çıkabilir. Evet onun için de gelenekçi çözümler, çareler, reçeteler bulunmaktadır.
Krizden kurtuluşun birinci şartı Türkiye’yi kopukluklardan kurtarmak, tarihî devamlılık çizgisine oturtmaktır.
Türkiye son iki asırlık tarihinde birtakım ârızalar, kazalar geçirmiştir. Bunlar mutlaka tâmir edilmelidir.
Türkiye lisanıyla, edebiyatıyla, tarihiyle, mâzisiyle barışmak zorundadır. Aksi halde batmaya, bitmeye devam edecektir.
Hiçbir ülke, hiçbir toplum tarihini, mâzisini, atalarını, kimliğini kötüleyerek, inkâr ederek ilerleyemez, yücelemez, bir yere varamaz.
Bir millet için en büyük felâket yabancılaşmaktır.
Türkiye’nin varoluşunun, varlığının, eski tâbirle hikmet-i vücudunun birinci faktörü İslâm dinidir. Ülkemizde bir müddetten beri din ile siyasî sistem / yönetim arasında zıtlaşma bulunmaktadır. Bu zıtlaşma işbirliğine, uyuma, vifaka çevrilmediği takdirde ne kriz atlatılabilir, ne de gerileme ve düşüş durdurulabilir.
Bir zamanlar Amerika Birleşik Devletleri ile boy ölçüşen koca Sovyetler Birliği din düşmanı bir rejime sahipti. Orada Bejbojnik teşkilâtı vardı ve açıkça, resmen din ile, dindarlık ile savaşılıyordu. Sonunda ne oldu? Dinsiz rejim yıkıldı.
Vatikan sembolik bir devlet. Küçük bir arazisi var. Nüfusu da bin kişi kadar. Bu küçük devlet Sovyetler Birliği’nin yıkılmasındaki beş büyük sebep ve âmilden birincisidir. Vaktiyle kızıl dinsiz Stalin “Vatikan kaç tümen asker çıkartır?” diye alay ediyordu ama aradan kırk yıl geçtikten sonra Katolik kilisesinin Papa’sı Marksist imparatorluğu yere serdi.
Zamanımızda hiçbir medenî devletin resmî ideolojisi yoktur. Salazarizm, Frankizm, Nazizm, Faşizm, Bolşevizm tarihte kalmıştır.
Bir ülke, bir millet, bir devlet pâyidar olmak istiyorsa tarihî devamlılık çizgisinden ayrılmamalıdır. Tarihini, kendi kimliğini, varlığının sebeplerini ve faktörlerini inkâr edenler için izmihlâl kaçınılmazdır.
İnsanlar, fizyolojik bakımdan çeşitli kan gruplarına mensup oldukları gibi medeniyet ve kültür bakımından da çeşitli gruplara mensuptur. Dünyada tek medeniyet yoktur. Sekiz kadar medeniyet vardır.Hiçbir ülke kendi medeniyetini, kendi kültürünü, kendi kişiliğini inkâr ederek başka bir medeniyete sağlıklı bir geçiş yapamaz.
0 grubu kan taşıyan bir kimseyi, A kan grubuna geçirmek nasıl mümkün değilse, milletlere ve ülkelere medeniyet ve kimlik değiştirtmek de mümkün değildir.
Kendi medeniyetini, kendi kimliğini, kendi kültür ve kişiliğini inkâr eden toplumlar birtakım vahim ve öldürücü hastalıklara düçar olarak tarihten silinirler.
Bir medeniyetin mensuplarını yücelten, güçlendiren, üstün kılan bazı değerler ve özellikler; başka bir medeniyetin mensupları için öldürücü bir zehir olabilir.
İlimleri, fenleri, moderniteyi almak başka şeydir; kendini inkâr ederek, başkalarını topyekûn taklid etmek, kimlik değiştirmek başka şeydir.
Japonya, bir Asya ve doğu milleti olarak dünyaya bundan yüz kırk küsur yıl önce açıldı ve kısa zamanda güçlü bir ülke ve devlet haline geldi.
Japonlar Batı medeniyetinden işlerine gelen her şeyi aldılar ama kendi tarihlerini, kendi kültürlerini, kendi kimliklerini, kendi yazılarını terk etmediler.
Güney Kore bir sanayi devi haline geldi. Onlar da Batı’nın ilmini, tekniğini, hikmetini aldılar, fakat kendi kimliklerine ve kültürlerine bağlılıktan ayrılmadılar.
Türkiye kendi deneyimlerinden, başka tecrübelerden yararlanarak yeni çareler ve çözümler aramalı ve bulmalıdır.
“Sizİslâm ülkeleri içinde en güzel örneksiniz…” gibi aldatıcı pohpohlamaların bir ciddiyeti ve kıymeti yoktur.
Sorulacak sorular şudur:
Dünyanın en güçlü, en üstün, en başarılı, en vasıflı, en örnek beş ülkesinden biri olması gereken ülkemiz bugünkü geri, perişan, güçsüz hale nasıl düşmüş, nasıl düşürülmüştür?
Yakın tarihimizde ne gibi vahim hatalar yaptık da bugünkü topyekûn krize yuvarlandık?
Toparlanmamız, yaralarımızı sarmamız, kurtulmamız, yücelmemiz için çareler ve çözümler nelerdir?
Türkiye’nin bugünkü acınacak haline ağlamak, feryat etmek, kurtuluş için çareler ve çözümler aramak bir suç değildir.
Ülkesinin, milletinin, devletinin haline üzülen, içi kan ağlayan kimseler ceza kanununu ihlâl etmiş olmazlar.
1683 İkinci Viyana hezimetinden beri bozgundan bozguna koşuyoruz. Aydınlarımız, tarihçilerimiz, düşünürlerimiz, seçkinlerimiz, büyük adamlarımız bunları incelemeli, tahlil etmeli, tekrar yücelmemiz için reçeteler hazırlayıp teklif etmelidir.
İdeolojik mitleri, vehimleri, hayalleri, kuruntuları bırakalım ve gerçekçi olalım.
Düzmece tarihlerle, küçük kahramanlarla bir yere varılmaz. Hiçbir ülke, millet, devlet yalanlarla âbad olmamıştır.
Hırsızlıkla, soygunla, talanla, kokuşmayla, hortumlamayla, devlet ve belediye bütçelerini soymakla, vatan hainlerini affetmekle bir yere varılamayacağını ne zaman anlayacağız?
Türkiye’nin yücelmesi evrensel, transandantal değerlere bağlı kalarakmümkündür.
Bundan yedi yüz yıl önce Anadolu’daki en küçük siyasî birim olan, birkaç bin nüfusa sahip bir aşiretten ve arazi olarak Söğüt ile Domaniç küçük şehirlerine sahip Osmanlı beyliği nasıl oldu da kısa zamanda bir cihan devleti, bir nizam-ı âlem haline geldi? Onu böylesine büyülten, yücelten, güçlendiren değerler hangi değerlerdi? Bütün aydınlarımız bu sorulara cevap aramakla mükelleftir.
Tarih boyunca bizi aziz kılan, şerefli kılan, haysiyetli kılan değerleri ihmal ve inkâr ederek kurtulacağımızı sananlar varsa büyük yanılgı içindedirler.
Mazi (geçmiş) yoksa âti (gelecek) de yoktur. Mâzisini inkâr eden bir toplum kendine kıymış olur.
Tarihî devamlılık çizgisinden çıkmış bir ülke ve halk, topyekûn yoldan çıkmış demektir.
Gerek çağdaşlar, gerekse yenilikçi İslâmcılar iyi bilmelidir ki, Türkiye için “Yenilikçi bir alternatif ve çözüm” yoktur.
Japonya’ya bakalım, ondan ibret alalım. Japonlar Batı medeniyetinin ilimlerini, tekniğini, silâhlarını, âlet ve vasıtalarını kısa zamanda öğrendiler, işlerine geleni aldılar.Kendi kimliklerini, kendi kültürlerini, kendi tarihlerini asla kötülemediler, inkâr etmediler. Japonya’nın güçlü, vasıflı, üstün bir ülke olmasının birinci sebebi orada tarihî ârıza ve kopukluk olmamasıdır. Japon yazısı dünyanın en zor yazılarından biridir. Buna rağmen orada günde on dört milyon basan günlük gazeteler vardır. Japonya’da, yılda adam başına yirmi altı kitap düşüyor. Bizde ise, altı Türkiyeliye bir tek kitap. Japonlar son bir asır içinde bir yığın Nobel ve benzeri uluslararası ödül kazandılar. Biz bir tek Nobel bile alamadık.
Tarihine, geçmişine, kimliğine, kültürüne sahip çıkan, millî değerlerini titizlikle koruyan küçük Finlandiya yirminci asırda iki büyük adam yetiştirdi: Müzik sahasında Sibelius, mimarlıkta Aalto. Biz dünya ve insanlık çapında bir tek sanatkâr, fikir adamı yetiştiremedik.
Çünkü yanlış yollara sokuldu ülkemiz, halkımız, devletimiz.
Bir ülke, bir devlet ağaca benzer. Ağacın yerin altında, toprağın içinde kökleri vardır. Bu kökler ne kadar derindeyse, ne kadar güçlü ise ağaç da o kadar güçlü ve sıhhatli olur.
* Tarihimize sahip çıkalım.
* Atalarımızı saygı ile analım.
* Kimliğimizi koruyalım.
* Ne kadar kopukluğumuz varsa giderelim.
Ancak böyle ayakta durabiliriz, böyle yükselebiliriz, böyle güçlenebiliriz. 29 Ocak 2005