Perşembe

 

37. Şu kötü haller ve sıfatlar kişiyi fütüvvetten çıkartır: Zina etmek… Livata yapmak… Nâmahrem olanlara şehvetle bakmak… Bir Müslümanın kötülüğünü istemek… Bir Müslümanın gizli günahlarını tecessüs edip meydana çıkartmak, onu rezil ve rüsvay etmek… Her nev’i kumar ve kumara benzeyen şeyler…

38. Harîm-i ismeti olan hânesinde bir nev’i hayal şeklinde de olsa, yüce İslâm dininin kesinlikle yasaklamış olduğu her nev’i fuhşiyyatı, içkiyi, seks serbestliklerini ve azgınlıklarını, zinayı, ribayı, işreti (sarhoş edici alkollü içkiler içilmesini), nifak ve şikakı, fitne ve fesadı gösteren, dolayısıyla o hâneden melâikeyi uzaklaştıran âlet ve cihazları bulundurmayacak.

39. Haklı olanın hakkını alamaması; katilin, hırsızın, suçlunun, gaddarın cezadan kurtulması; adaletin yerine gelmesi için değil, tam tersine adaletsizlik için çalışan, bile bile haksız dâvaların savunuculuğunu üzerlerine alan avukatlar.

40. Ürettikleri meyve ve sebzelere kanserojen hormon karıştıran, gıda maddelerine sağlığa zararlı kimyevî boyalar, koruyucu maddeler, aromalar, renklendiriciler koyan, bu suretle halkı zehirleyen vicdansız ve alçak üreticiler.

Yukarıda sıraladığımız iyi ve kurtarıcı sıfatlarla sıfatlanmak; helâk edici, kötü huy ve sıfatlardan kurtulmak sadece kitap okumakla gerçekleşmez. Mutlaka ehil bir hocadan, denenmiş bir plan ve program dairesinde ders almak gerekir. Eskiden ülkemizdeki iş hayatı ahîlik teşkilatı, loncalar vasıtasıyla düzen içinde tutuluyor ve çalışan halk yetiştiriliyordu. Esnafın, iş kollarının şeyhleri vardı, çalışma hayatı İslâmî bir zabt u rabt içindeydi. Hiçbir sanatkar çürük, kalitesiz, kural dışı mal üretemezdi. Böyle yapanlara yaptırım uygulanırdı. Zaten fütüvvet ahlâkı, ahîlik tekkeleri ve loncalar öncelikle insanların kalplerine, vicdanlarına, beyinlerine nöbetçiler koyarlardı.

Dükkânlar, işyerleri sabah namazından sonra Besmele ile açılırdı. Esnafın, çalışanların çoğu abdestsiz yere basmazlar, devamlı taharet üzere olurlardı. Vakit namazlarının ezanları okununca çarşılarda, pazarlarda, köylerde, kentlerde hayat durur, insanlar en yakın mescide giderek, “Kulun Miracı” olan namaz farîzasını eda ederlerdi. Böyle bir toplumda kadın, kutsal sayılırdı ve ona hiçbir saygısız, kem gözle bakamaz, dil ve el uzatamazdı. İkindi namazından sonra büyük caddelerde, meydanlarda halkın akın akın gelip geçtiği yerlerde İslâm hanımları ve kızları dolaşmazlardı. Müslümanların “Mahalle Teşkilâtı” denilen bir teşkilâtı vardı ki, adlîyeye ve polise fazla bir iş bırakmazdı. Birçok anlaşmazlık zaptiyeye, mahkemeye gitmeden halledilirdi. O devirlerde de, elbette günah ve suç işlenirdi ama bunların miktarı ve nisbeti toplumu temellerinden sarsacak derecede ve şiddette değildi. Nice yerleşim mahallerinde evlerin kapıları kilitlenmezdi. Ezan okununca dükkancılar kapının önüne bir sandalyeyi yatırırlar ve namaza giderlerdi de kimse onların mallarına el uzatmazdı. “Baskın” denilen bir müessese vardı. Bir mahallede tek başına yaşayan bir kadının uygunsuzluğu görülürse, bir gece baskın tertiplenir, mahallenin imamı, bekçisi, ileri gelenleri, delikanlıları kötülük yapılan evi ansızın basarlar, içerideki herifi biraz hırpalarlar, karıya da “Sana üç gün mühlet veriyoruz, tasını tarağını topla, mahallemizi terk et…” derlerdi.

Fütüvvetle ilgili tâlimatın maddeleri yukarıda arz ettiğim kırk maddeden ibaret değildir. Bir fikir vermek için bu kadar yazdım. Okuyalım, fütüvvete ne kadar yakınız veya ne kadar uzağız anlamış oluruz.

İstanbul valiliğinin ve belediye başkanlığının dikkatine!

Sultanahmet yabancı turistlerin gezdikleri, dolaştıkları tarihî bir mekândır. İstanbul’a gelip de Sultanahmet Camii’ni, Ayasofya’yı, Topkapı Sarayı’nı gezmeyen ecnebi yoktur. Bendeniz bu semtte oturduğum için aşağıdaki uygunsuz, üzücü, yüz kızartıcı halleri sizlere duyurmayı bir vatandaşlık vazifesi bilmekteyim.

1. Hepsi için söylemiyorum, birtakım ayakkabı boyacıları turistlerin ayakkabılarını boyadıktan sonra çok fahiş ücretler istemekte ve almaktadırlar. İnanmayacaksınız ama bir turistten 150 milyon lira almışlardır. Başka bir turist, boyacı çocuğa 5 dolar uzatmış, çocuk beğenmemiş. 10 dolar uzatmış, yine beğenmemiş. Oradan geçen bir vatandaş turiste, normal ayakkabı boyama ücretini söylemiş ve başına gelmedik kalmamıştır.

2. Namuslu, şerefli, dürüst, efendi şoförleri tenzih ediyorum, lakin 10 liralık bir mesafe için 100 lira alanlar olduğuna dair tevatür derecesinde rivayetler vardır. Gündüz vakti, gece tarifesi açıldığını da duydum.

3. Sultanahmet Camii’nin avlusunda yabancı turistler rahatsız edilmektedir. Onlara birtakım şeyler satılmak isteniyor, “teşekkür ederiz, istemiyoruz” diyorlar, fakat peşleri bırakılmıyor. Mister, mister, mösyö, mösyö… Ben şahsen yabancı bir ülkede böyle bir muameleye mâruz kalsam, sıkılırım ve hoş karşılamam.

4. Şu anlatacağın husus Sultanahmet’te değil, Aksaray’da Yenikapı tren istasyonu civarında sık sık görülmektedir. Oradaki otellerden birinin sahibi şahsî, dostumdur, bu zat müşterilerini kapkaççılardan korumak için akla karayı seçmektedir. Turistler havaalanından otobüsle geliyorlar, otelin önünde inip binaya girinceye kadar kapkaççılar birkaç kişinin canını yakıyorlar. Dönüş esnasında da böyle oluyor.

Sanayide, hayvancılıkta, ziraatta, balıkçılıkta, ticarette durumumuz pek parlak değil. Turizme bel bağlamışız, ülkemize gelen yabancılara millî ahlâkımızın gereği güler yüzle muamele edilmesi, onların her türlü haşarattan uzak tutulmaları, kapkaççıların şerlerinden, diğer kötülerden korunması gerekmez mi?

Kiminle görüştüysem, yabancı turistlere karşı yapılan kötü ve çirkin işlerin ardında birtakım mafyaların, şebekelerin bulunduğunu ısrarla iddia etti. Daha açık yazamayacağım, firaset sahibi Vali ve Belediye Başkanı Beyefendiler ne demek istediğimi anlarlar.

On beş, on altı yaşındaki bir çocuk, yabancı turisti ısrarla davet ediyor, ayakkabısını boyuyor ve sonra adamcağızdan 150 milyon lira alıyor. Takdir buyurulur ki, bu iş tek başına o çocuğun işi değildir. O 150 milyonu, ona yedirmezler. Ardında “büyükleri, ağabeyleri” vardır.

Birkaç ay önce, ona saf ve mâsum demeyeceğim, salak bir turisti içkili ve dansözlü bir eğlence yerine çektiler ve sonunda bir sürü rezalet oldu. Bu gibi çirkin hâdiseler globalleşen dünyamızda ülkemiz, halkımız ve devletimiz aleyhinde kötü propagandalara vesile olmaktadır.

Günün bazı saatlerinde şehrin bazı yerlerinde güven içinde dolaşmanın imkânı kalmamıştır. Kimseyi suçlamıyorum, 15 milyonluk İstanbul’un âsâyişini temin etmenin kolay bir iş olduğunu da söylemiyorum. Ülkemize daha fazla turist gelmesi, halkımıza ve toplumumuza gelir temin edilmesi için turistlerin korunması, gözetilmesi, memnun edilmesi gerekmektedir.

Hürmetlerimle arz ederim.

Yaz Tatili Geliyor

Okullarımız ve üniversitelerimiz tatile girecek, milyonlarca çocuğumuz ve gencimiz “boşta kalacak”. Eğitim sistemimiz ve YÖK’çü üniversitelerimiz, Con Ahmet Beyin devr-i dâim makinesi gibi çalışıyor. Sekiz yıl ilköğretim, üç yıl lise (gelecek sene dört yıl olacak), dört sene üniversite, bazısı yüksek lisans ve doktora yapıyor; genç nesillerimiz dedelerinin mezar taşlarındaki Türkçe yazıları okuyamıyor. Böylelerine eskiden “Elifi görse mertek sanır” derlermiş. Bütün çocukları ve gençleri kurtarmak kabil olmasa da, hiç olmazsa bir kısmını kurtarmak, eğitmek, onlara bin yıl kullandığımız yazıyla okumasını öğretmek üzere bu yaz tâtilinde bir kampanya açılmasını teklif ediyorum. Bu hizmet, öncelikle İslâmî kesimin büyüklerine düşmektedir, ileride bu konuda birkaç yazı yazacağım, şimdilik konuyu gündeme getiriyorum… 27 Mayıs 2005