Ezilenlerin İsyanı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Cumartesi
Adalet denilince sadece adliye sarayları, mahkemeler, kanunlar, savcılar, hakimler, cezaevleri hatıra gelmemelidir. Adalet çok geniş bir kavramdır.
Sosyal adalet diyorlar. Adaletin sosyal olmayanı, sosyal olanı olmaz; adalet bir bütündür.
Bir ülkede gelir dağılımı adalete uygun değilse; nüfusun yüzde 2’si veya 3’ü gelirin arslan payını alıyor, geri kalanlar bin türlü sıkıntı, fakirlik, sefalet içinde sürünüyorsa o ülkede adalet yok demektir.
İslâm âlimleri ve bilgeleri “bir mülk, bir devlet küfürle pâyidar olabilir (ayakta durabilir, devam edebilir), lakin adaletsiz pâyidar olamaz” demişlerdir.
Türkiye dünya ülkeleri içinde, gelir dağılımı çok adaletsiz olan bir memlekettir. Hiçbir aydının, vicdanlı okur-yazarın, düşünürün bu hususta şüphesi olmamalıdır.
Bizdeki bu adaletsizlik, iki kaynağa dayanmaktadır:
1. Dış kaynaklar: Bir takım uluslararası güçler, emperyalist ve sömürgeci devletler Türkiye’nin kendisini doyuracak kadar buğday ekmesine, hayvan beslemesine izin vermiyorlar. On sene öncesine kadar dünyanın sayılı tahıl ambarlarından olan ve her yıl başka ülkelere buğday ihraç eden Türkiye şu anda ekmeklik tahılının bir kısmını dışarıdan satın almaktadır. Hem de -gariptir- yakın komşu ülkelerden değil, taa Atlantik ötesinden… Bizim memleketimiz hayvancılığa ne kadar müsaittir. Fakat uluslararası sömürü çeteleri Türkiye hayvancılığının belini kırmışlar, ülkemizi dışarıdan kalitesiz (bir kısmı domuz eti) et ithal etmek durumuna düşürmüşlerdir. Ülkemiz sıvı yağ hammaddeleri de üretememekte, yemeklik yağını büyük tankerlerle Amerika’dan getirtmektedir. IMF’nin pancar ve tütün ziraatımızı da kısıtlamış olduğunu söylemeye hacet yok.
2. İçerideki İşbirlikçiler: Dış sömürücülerin, uluslararası şer çetelerinin içimizde acenteleri, mümessilleri vardır. Yabancılar bu işbirlikçiler sayesinde Türkiye’nin tarımını, sanayiini, hayvancılığını çökertmişlerdir.
Bizim GüneyKore’den neyimiz eksiktir? Türkiye o ülkeden yüzölçümü itibariyle çok daha büyüktür, nüfusumuz da fazladır. Dünyanın merkezindeyiz, Asya ile Avrupa arasında sanki bir köprüyüz, her tarafımız denizlerle çevrili, çeşit çeşit madenlere sahibiz. Peki, biz niçin Güney Kore kadar güçlü bir sanayiye sahip olamadık? Bizim niçin onlarınki kadar güçlü bir otomobil sanayimiz yoktur? Güney Koreliler otomobillerini en ileri, en zengin ülkelerde satabiliyorlar da, biz niçin satamıyoruz? Güney Kore gemi inşasında dünya birincisidir. Çok güçlü elektronik âletler sanayine sahiptir. Biz ise, dünyanın işporta pazarı olmuşuz.
Halkımızın ahlâkı nasıl bozuldu da, üretmeyen, tüketen bir toplum haline geldik?
Son yıllar içinde banka hortumlamaları bu ülkeye, bu devlete, bu millete kırk milyar dolara mal olmuştur. Hortumcularla, başörtülü Müslüman kızlarla mücadele edildiği kadar uğraşılmış olsaydı, onlar hapishanelerden dışarı çıkamazlar ve zimmetlerine geçirdikleri milyarlarca doları iade etmek zorunda kalırlardı.
Ülkemizde sendikalar var. İşçilerin, emekçilerin, çalışanların haklarını korumak için. Peki, işsizlerin, aşsızların, sürünenlerin, çöplüklerden ekmek parçası toplayanların haklarını kimler, hangi kurumlar koruyor? Çalışanların hakları elbette korunsun; lakin işsizlerin, çalışmak isteyip de çalışamayanların hakları da en az çalışanlar kadar korunmalı değil midir?
Anayasamızda, kanunlarımızda, nizamlarımızda çok âdil ve güzel maddeler, prensipler bulunuyor. Ancak bunlar hayata geçirilebiliyor mu?
Bir ülke, bir devlet, bir halk vasıflı idarecilerle ayakta durur, güçlü olur, yücelir, Türkiye vasıflı idareciler yetiştirecek kurumlara sahip midir?
Vasıflı, güçlü, üstün vatandaşlar ve idareciler, Osmanlı Devleti’nin yükseliş ve büyüklük devrinde şu kurumlarda yetişirmiş:
a. Topkapı sarayındaki Enderun mektebinde,
b. Medreselerde,
c. Tekke, dergâh ve zaviyelerde, tasavvuf terbiyesi alarak,
ç. Ahîlik teşkilatı içinde,
d. Loncalar vasıtasıyla,
e. Fütüvvet (gönül yiğitliği) ahlâk ve terbiyesiyle,
f. Hanegî eğitimiyle.
Osmanlının büyüklük zamanlarında bütün ülke bir mektep gibi imiş. Aile mektepmiş; çarşı, pazar, dükkân mektepmiş, ordu mektepmiş, cami mektepmiş…
Genç nesiller milli eğitim sisteminin ve öğretmenlerin eseridir… Türkiye’nin genç nesillerine bakınız; Türkiye’yi ayakta tutacak, güçlendirecek, üstün kılacak idareciler veya tam tersine ülkeyi, devleti, milleti batıracaklar bu nesillerin içinden çıkacaktır…
Uluslararası terörizmden bahsedilip duruluyor, aslında dünya yeni ve korkunç bir topyekûn savaşın ilk safhasındadır ve bu savaşın ana sebebi yeryüzündeki büyük adaletsizliktir.
Güçlü, kültürlü, teşkilatlı, silahlı olanlar güçsüzleri dehşetli şekilde sömürmektedir. Birinciler kendi ülkelerinde geçerli olan insan hak ve haysiyetlerini, sömürdükleri ülkelere ve halklara tanımıyorlar.
Bir yanda fert başına yılda kırk bin dolar düşen zengin ülkeler, öbür tarafta fert başına dört yüz dolar düşen üçüncü dünya ülkeleri… Bu adaletsizlik, bu sömürü Kıyamet’e kadar devam etmez…
Yeryüzündeki nimetler bütün insanlara yeter, ancak birtakım prensiplere, adalete riayet etmek şartıyla.
I. Kanaatle yaşanacak, israftan ve aşırı tüketimden uzak durulacak.
II. Güçlü, silahlı, tecrübeli, üstün durumda olan ülkeler ve devletler güçsüz ve fakir ülke ve devletleri sömürmeyecek.
III. Evrensel ve temel insan hakları, haysiyetleri, hürriyetleri, sadece zengin Batı ülkelerinde geçerli olmayacak; bütün dünyada geçerli olacak.
IV. Uluslararası münasebetlere ahlâk, fazilet, bilgelik yol gösterecek.
Eski Roma tarihinde Spartakus isyanı adı verilen bir köleler başkaldırısı olmuştur. Çağımızda da, köleleştirilen, köle muamelesi yapılan, soyulan ve sömürülen halklar başkaldırmıştır. Roma, kölelerin isyanını kanlı ve vahşi bir şekilde bastırmıştı. Bugünün Romalıları aynı başarı ve galibiyeti elde edebilecekler mi? 07 Aralık 2003