Ezanlar, Cami Hizmetleri…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazar
Cuma namazına gidiyorum. Ezana beş on dakika kalmış. Anacadde kenarındaki tarihî camilerden birindeki vaaz hoparlörlerle dışarıya verilmiş. Bendeniz edebiyata, hitabete, sanata, belagate, fasahate önem veren bir vatandaşım. Kanaatim subjektif olabilir ama vaazı beğenmiyorum. Camiden iki yüz, hattâ üç yüz metre uzaklaşıyorum, ses yine duyuluyor. Dışarıdaki insanlar bununla hiç ilgilenmiyor, dinleyen yok. Ben şahit olmadım, büyük gazetelerden birinde günlük fıkra (köşeyazısı) yazan bir dostum anlattı: Vaaz hoparlörle dışarıya verilirken oradan dört liseli genç geçiyormuş. Aleyhte konuşmalar, çirkin sözler etmişler, arsız arsız gülüşmüşler.
Kimse üzerine alınmasın. Elbette din kültürü, lisan ve edebiyat bakımından vasıflı vaaz edenlere bir sözümüz yoktur. İmamı Gazalî hazretleri “Öyle vaazlar vardır ki, edene de dinleyene de vebaldir” buyuruyorlar. İddia ediyorum ve tartışmaya da hazırım: Cami hizmetlerinin kalitesi çok düşüktür. Düşük olmasaydı bu hale düşmezdik.
Birinci madde: Nâdir istisnalar dışında ezanlar usulüne göre ve güzel okunmuyor. Bir örnek vereyim: Bir Amerikalı İstanbul’un merkezî ve tarihî bir yerinde bir hafta otelde kalmış. Civardaki büyük caminin sabah ezanları onu duygulandırmış, çok hoşuna gitmiş. Kimseye bir şey dememiş ama Müslüman olmaya karar vermiş. Sonra, İstanbul’dan büyük bir taşra şehrimize gitmiş. Orada da büyük bir camiye yakın bir otele inmiş. Sabah ezanları o kadar bed bir sesle okunuyormuş ki, Müslüman olmaktan vaz geçmiş. Hattâ bunu bana anlatan dostum, Amerikalının, bed sesli müezzine, kendisini
olduğunu söyledi.
Türkiye büyük bir Müslüman memlekettir. Bu ülkede 75 bin cami vardır. Din hizmetleri ve faaliyetleri için her yıl milyarlarca dolar harcanmaktadır. Din konusunda bir yığın edebiyat, tantana, gürültü patırtı yapılmaktadır ve ülkede, nâdir istisnalar dışında doğru dürüst ezan okunmamaktadır. Böyle rezalet nerede görülmüştür?
Güzel ezan okumak bir medeniyet ve kültür meselesidir. Sesi müsait olmayan, müzik kulağına sahip bulunmayan, kültürü yetersiz olan, kendisinde sanat ve zerafet boyutu bulunmayan kişilerin şehirlerde ezan okumaları yasak edilmelidir.
Her yıl din hizmetleri için milyarlarca dolar toplayan ve harcayan Müslümanlar şimdiye kadar niçin bir Ezan Vakfı kurmadılar? Böyle bir vakıf neler yapabilir? Onları da sayayım:
1. Ülke çapında bir arama tarama yapılır, sesi müsait olan dindar gençler bulunur, bunlar ezan konusunda vasıflı ve etkili bir eğitime tâbi tutulur, yetiştirilir. Sesi çok güzel olan bir kişi, usûlünü bilmeden câhilce avaz avaz bağırarak ezan okursa, o ezan güzel bir ezan olmaz. Hem sesi güzel ve müsait olacak, hem de ehliyetli ve liyakatli üstad ve uzmanlardan ders almış, öğrenmiş olacak.
2. Dünyanın en güzel sesli müezzini bedevî zihniyetli ve kültürlü olursa o da güzel ezan okuyamaz. Ezan bedevîlikle değil, medenîlikle güzel okunur.
3. Camilerde ezan okuyabilmek için ille de kadrolu müezzin olmak gerekmez. Ezan kursunda okumuş, icazet almış, Diyanet’ten belgesi bulunan herkes, cami görevlilerine haber verip rızalarını almak şartıyla ezan okuyabilir.
Şimdiye kadar belki yüz kere yazdım. Camilerdeki hoparlörler bir faciadır, bir rezalettir, bir cehalet ve ilkellik komedisidir. Civardaki binaların pencere camlarını titretecek kadar yüksek bir sesle okunan ezanlar dine hizmet değildir, dine ihanettir.
En güzel sesli bir müezzinin okuduğu ezan, hoparlör tesisatı bozuksa, ses düğmesi gerekenden fazla açılmışsa, ses yankı yapıyorsa, iyi okunmamış olur. Ezan çok güzel bir dâvettir. Güzel okunan bir ezandan sadece Müslümanlar değil, gayr-i müslimler de zevk ve haz alırlar.
28 Şubat post-modern devriminden bu yana binlerce camimizin müezzinlik kadroları kaldırıldı. Birçok yerde cemaatten, esnaftan hevesli kimseler ezan okuyor. Bunların çoğunun sesleri müsait değildir, bilgileri yoktur, ezan kültüründen mahrumdurlar; açıyorlar hoparlörleri ve avaz avaz bağırıyorlar. Böyle ezan olmaz… Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konuda mutlaka ve âcilen bir düzenleme, tanzimat yapması gerekir. Her camide olmasa bile yeterli sayıda camide okunan güzel ezanlar halkı heyecanlandırmalıdır. Yabancı turistler de zevk almalı, heyecan duymalıdır.
Zevkten ve heyecandan vaz geçtik, bazı bed sesli müezzinler yüzünden millet dinden soğuyor, Müslüman olmak isteyen ecnebiler niyetlerinden dönüyor. Birkaç defa yazdım, yine tekrarlayayım:
1950’li yılların sonlarında büyük bir oteldeki resepsiyonda İran’ın Türkiye’deki askerî ataşesiyle ayak üstü bir sohbet yapmıştım. Azeriydi, güzel Türkçe konuşuyordu, söz arasında bir ara ezan konusunda şöyle demişti bana:
– Bizde İran’da bilhassa sabah ezanları çok güzel, çok yanık bir şekilde okunur. Namaz kılmayanlar bile yataklarından doğrulur ve ezanı huşû ile dinler. Ezan bitince yine yatıp uyurlar… Sizde ise, genellikle ezanlar o kadar bed sesle ve zevksiz bir şekilde okunuyor ki, namaz kılanlar bile ezan okunurken yorganı başlarına çekiyor…
İranlı ataşe mübalağâ etmiş desek bile, sözlerinde bir hakikat payı bulunduğu inkâr edilemez. Cuma hutbeleri hakkında da yapıcı tenkitlerim, uyarılarım vardır. Onları başka bir fıkramda (köşeyazımda) dile getirmek istiyorum.
Ezanlar, vaazlar, hutbeler ve cami hizmetleri konusunda Diyanet İşleri Başkanlığımız niçin harekete geçmiyor, niçin bir islahat plan ve programı yapmıyor? Eksiklikleri gidermek için, aranırsa elbette çareler çözümler bulunur. Bazıları kızıyor ama söylemekten geri duramayacağım: İslâm dini medeniyet ve yüksek kültür dinidir. islâmî hizmet ve faaliyetler köylü, gecekondu, bedevî kültür ve zihniyeti ile yürümez.
Sultanahmet’te ve Ankara Kocatepe Camii’nde her yıl Ramazan kitap fuarı yapılıyor. Bu fuar son derece ilkeldir, köylücedir, berbat bir taşra panayırı havasındadır. Dış ülkelerde de kitap fuarları yapılıyor, bizdeki lâik kesimin de kitap fuarları var. Onların kültür, sanat, medeniyet, organizasyon boyutları bizden çok yüksektir ve gelişmiştir. Kitap fuarı demek yanyana salaş dükkânlar dizip kitap satmaktan ibaret değildir. Fuarda kültür ve sanat faaliyetleri de olmalıdır. Kahve, çay, sahlep içilecek, dekorasyonu mükemmel, çok ciddi mekânlar olmalıdır. Kıymetli sanat eserleri satılmalıdır. Yüksek tabaka fuara akın akın gelmelidir. Bunları niçin yapamıyoruz? 17 Nisan 2006