Salı

 

Gurur ve kibir içindeler. Sanki küçük dağları onlar yaratmışlar… Bundan yirmi otuz sene önce içmeye ayran bulamayanlar bugün beş yıldızlı otelleri beğenmiyor, Seven Starlarda keyif sürüyor. Bunlardan biri “Biz ne çileler çektik, ne kara günler gördük, dâvamız için çok süründük…” gibisinden laflar etmiş.

Duyunca kahkahayla güldüm.

Çilesizlerin çileden bahs etmeleri ne kadar gülünç.

Asıl çileleri yakın tarihimizde İslâm ve Kur’an için hasbeten lillah ihlâsla hizmet eden samimî ve gerçek Müslümanlar çekmiştir. Bediüzzaman ve has talebeleri yıllar boyunca zindanlarda süründüler. Sürgünler, tarassutlar, eziyetler, işkenceler…

Üç beş Müslüman bir evde toplanırlar, dinî kitaplar, risaleler okurlar, basılırlar, gelsin çileli günler. Birkaç sufî yatsıdan sonra evrad, ezkâr, salavat okur, yakalanırlar, tutuklanırlar. Müslüman bir gazeteci bir yazı yayınlar, 163’üncü maddeden içeri girer. Nice zaman sonra çıkar ama hem maddeten, hem manen perişan olmuştur.

Üstad Necip Fazıl kaç kere tutuklandı, mahkûm edildi, zindanlarda çile çekti. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Anayasa Hukuku Kürsüsü Başkanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’i

tutuklamışlar ve yerin üç kat altındaki gün görmez bir zindan odasına atmışlardı. Karakuşî kararlarla asılanların, sürülenlerin haddi hesabı yoktu.

Samimî hocalara o kadar büyük bir kin ve intikam besliyorlardı ki, merhum ve mağfur

Silistireli Süleyman Efendi

vefat ettiğinde, cenazesinin vasiyeti üzerine Eyüb’e götürülmesine izin vermemişlerdi. İhlaslı, çilekeş, samimî, gerçek Müslümanlar dehşetli baskılara, terörlere, eziyetlere ve engellemelere rağmen hizmet ettiler ve tarlaya tohumları ektiler.

Lakin, havalar biraz düzelince birtakım samimiyetsizler onların ekinini henüz gök iken biçmeye kalktılar ve her şeyi mahv ettiler.

Onlar dilleriyle dâva, hizmet diyorlardı ama yüreklerinde para aşkı, makam ve mevki aşkı, ün ve alkış ihtirası, hubb-i riyaset vardı.

İslâmî hizmetlerde ihlâs ve temizlik olmazsa netice felaket ve hezimettir. Bir koltukta iki karpuz taşınmaz; bir yürekte hem ihlas, hem de para ve dünya hırsı birlikte barınmaz. Bir kimse Peygamberin huzuruna gelmiş ve “Yâ Resulallah!.. Ben Seni çok seviyorum…” demiş. Peygamber ona “Öyleyse belâ hemen üzerine iner…” buyurmuş. Bu bir sırdır, bu bir imtihandır…

Münafıklar, iki yüzlüler bu sırrı anlamaz.

Yakın zamanın büyük meşayihinden

Adanalı Sami Efendi

bir sohbetinde “Riyaset hırsı, cinsel şehvetten üç yüz altmış derece daha şiddetlidir” buyurmuşlar.

Onlar bir yol ayrımına gelmişlerdi. Yolların biri çilelere göğüs gererek, ücret ve mükafatını yaratıklardan değil, Yaratan’dan isteyerek, din sömürüsünden ve bezirganlığından uzak durarak hizmet etmekti. Diğerinde ise para, rant, servet, zenginlik, lüks, gösteriş, ün, alkış elde etmek vardı. Onlar bu ikincisini seçtiler.

Birinci yol Resul-i Kibriya’nın, Ashab-ı Güzinin, Selef-i Sâlihînin, ‘âmil alimlerin, kamil mürşidlerin, gerçek şeyhlerin; Selahaddin Eyyubi, Şeyh Şâmil, Emîr Abdülkadir gibi İslâm kahramanlarının yolu idi.

Seçtikleri ikinci yol aldanmışların yoluydu. Evet onlar önceki muhlis, saf, temiz Müslüman mücahidlerin ektikleri ekini henüz başaklanmadan, henüz gök iken biçtiler.

Dünyayı seçtiler ve imtihanı kayb ettiler.

Kültür Manşetlere Çıkmalı

Kültür işlerini çok ihmal ediyoruz. Büyük gazeteler, birinci sayfalarına hep siyasetle, terörle, büyük kazalarla ilgili manşetler atıyorlar. Edebiyattan, sanattan bahsediyorlar ama ya iç sayfalarda yahut ayrı eklerde… Hâlbuki ayda birkaç kere şöyle manşetler atılması gerekir:

* Filan yerdeki tarihî camiinin restorasyonu iyi olmadı. Tamir edelim derken tahrib ettiler. İlgililerden hesap sorulmalıdır. Uzmanlar bu konuda neler diyor?..

* Filan tarihte Dünya Kültür Merkezi etkinliklerine sahne olacak İstanbul hâlâ büyük bir kütüphaneye sahip değil. Biran önce bu konuda harekete geçilmelidir. Uzmanlar ne diyor?..

* Suriçi İstanbul’un büyük kısmının viraneliği, bakımsızlığı, imarsızlığı bizim için yüzkarasıdır. Bu tarihî bölge hep böyle mi kalacak? Niçin biz de medenî, kültürlü, ileri ülkeler gibi tarihî mirasımızı koruyamıyoruz?..

Büyük medya genellikte sansasyon peşinde koşuyor. Birtakım basın ve TV babaları servetlerine servet katmak için çırpınıyor… TV sunucularından bir hanım, ayda 400 bin Lira maaş alıyormuş. İnanılacak şey değil. Seyircilerin dikkatini çeken cazibedar bir kimseye bu yüksek ücreti ödeyenler, kültüre niçin ağırlık vermiyor?..

Bir turist bundan 25 yıl önce Efes’teki antik siteden bir avucun içine sığacak kadar ve hiçbir özelliği olmayan bir taş almış, sonra pişman olmuş 25 sene sonra bir mektupla bu taşı iade etmiş. Bütün gazetelerimiz bu haberi verdiler. Beride Türkiye’nin tarih mirası, arkeolojik hazineleri yağma ediliyor, yurtdışına kaçırılıyor. Bunun üzerinde gereği gibi durmuyorlar.

Bir ara Güney’deki bir vilayetimizin

müzesinde
12 bin objenin “kaybolmuş” olduğu

medyamıza aksetmişti. Biraz yazıldı, çizildi ve sonra unutuldu.

Yurtdışından bin zahmetle getirttiğimiz

Karun Hazineleri, Uşak Müzesi’nden sırra kadem bastı.

Hırsızlar da çok akıllı ve tedbirli… Önce altın objelerin replikalarını yaptırıyorlar. Sonra orijinal parçayı alıp yerine sahtesini koyuyorlar. Kim demiş ki bizimkilerin kafası çalışmaz diye.

İstanbul’da Topkapı surları dışında

Yenikapı Mevlevihânesi

vardı, Vakıflar bu binayı depo olarak kullanıyordu. Alçaklar içindeki malları çaldılar ve sonra hiçbir ipucu, parmak izi vs. kalmaması için tarihî binayı yaktılar. Medyamız o konuda da biraz inledi, sonra sustu.

Bir televizyon kanalında sunucunun biri oradaki figüranlardan birinin pantolonunu indiriyor. Adam iç çamaşır kullanmıyormuş, mahrem yerleri milyonlarca vatandaş tarafından görülüyor. Ertesi gün bu konudaki haberler seller gibi… Yahu be mübarekler kültür, sanat, mimarlık, restorasyon, şehircilik, kitap, düşünce, edebiyat konularına da böyle birinci sayfadan yer versenize…

Meraklı şeyler üçe ayrılır:


(1) Zararlı meraklar, (2) Ne faydası ne zararı olan meraklar, (3) Faydalı, lüzumlu hatta bazen zaruri meraklar. İşte bu üçüncüsü bizde çok zayıf. Göller bölgemizdeki 700 senelik tarihî bir camiyi restore ederken berbat etmişler. Gazetelerin iç sayfalarında birkaç cılız haberle geçiştirildi. Böyle bir kültür, sanat, tarih cinayeti karşısında bütün Türkiye’nin ayağa kalkması ve gök gürültüsü gibi protesto etmesi gerekmez miydi? 19 Eylül 2007