Doksan Milyara Kol Saati
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
Salı
Bizim gazetede okudum,
Daha pahalısı da varmış, iki yüz milyara… Hanımefendi nisbeten ucuzunu almış.
Gazetelerde yazılıyor, televizyonlar gösteriyor. Onbeş milyon insanımız korkunç bir sefalet ve sıkıntı içinde yaşıyormuş.
Böyle bir ülkede nasıl olur da sorumlu büyük bir zatın eşi böyle bir israf yapabilir, doksan milyar liraya kol saati satın alabilir?
“Efendi: Sana ne oluyor? Benim param var, istersem seksen milyara, istersem doksan milyara alırım, seni ilgilendirir mi?..” denilirse, “Buyurun öyleyse, bir televizyon kanalında bu konuda açık oturum yapalım, şu doksan milyar liralık saati tartışalım…” derim.
Türkiye halkı Müslümandır. Bu toplumda İslâm ahlâkının değerleri, ilkeleri geçerlidir. Hiçbir sorumlu politikacının, büyük bürokratın, büyük işadamının kendisinin veya aile fertlerinden birinin doksan milyara saat satın almaya hakkı yoktur. Vardır diyen varsa cesaretle ortaya çıksın, ilân ve beyan etsin, aksini savunanlarla tartışsın. İnsan kaliteli, güzel bir saat alabilir elbette. Lakin doksan milyar lira bir saat için çok fazladır, astronomik bir rakamdır. Fert başına düşen millî geliri yılda üç bin doları bulmayan bir ülkede böyle israflar yapmaya, böyle lüksler sergilemeye kimsenin hakkı yoktur.
Böyle pahalı, gösterişli saatler, eşyalar çocukça kaprislerle alınmaktadır. Türkiye’nin, belki de dünyanın en lüks Rolls Royce’u, müteveffa Madam Manokyan’a aitti. Bu lüks, bu pahalı, fiyatı belki de yarım milyon dolar olan bu şahane araba Madam’a bir fazilet mi kazandırmıştı?
Doksan milyar liralık saati satın alan sayın bayanın kim olduğunu bilmiyorum, araştırmayı ve öğrenmeyi de düşünmem. Benim şahıslarla, isimlerle işim yoktur. Ancak bu hanımın şöyle bir jest yapmasını temenni ediyor, bekliyorum: Saat satılsın ve parası aç, perişan, sürünen, kıvranan vatandaşlara dağıtılsın.
Peki, bakanın hanımı saati satacak da satın alan aynı suçu işlemiş olmayacak mı? Onun da bir çaresi var. Saat, kara para sahibi birine, zengin bir haram yiyene satılır. Vakt-i merhunu gelince götürebilirse, cehenneme kadar götürür…
Türkiye’nin bazı zenginleri son otuz yıl içinde iyice zıvanadan çıktılar. Bir milyon dolara köşkler, dubleks daireler, lüks ve pahalı yazlıklar, lüks otomobiller, milyonlarca dolarlık yatlar… Özel uçaklarla semalarda fink atanları bile işitiyoruz. Bazıları trafik sıkışıklığı yüzünden kısa mesafelere bile özel helikopterlerle gidiyormuş.
Öyle zengin siteler var ki, içeriye girmek için, yabancı bir ülkenin toprağına girer gibi huduttan geçiyorsunuz, üzeriniz aranıyor. Süper zenginlerin oturduğu ve
denilen yerlerde
Paraları var, öderler, kime ne…
Bizdeki bazı medyacılar da Hindistan mihraceleri, nabablar gibi tantana ve debdebe içinde yaşıyor. Ayda otuz, kırk, elli bin, bazısı daha fazla dolar kazananlar, bu paraları nasıl çarçur edeceklerini bilemiyorlar.
İsraf eden, Nemrud ve Firavun gibi saçıp savuran bir takım zengin Müslümanları büsbütün kınamamak gerekiyor. Onlar, çok dindar (!) oldukları için, içkisiz lüks lokantalarda yemek yerler. İftar sofralarını görmelisiniz. Onlarca çeşit iftariye, ordövr, salata, turşu, mayonezli soğuk yemekler, birkaç çeşit şerbet, ayran; sonra efendim, çeşit çeşit kebablar, baklalı zeytinyağlı enginar, imambayıldı, börek, iç pilavı, hamur tatlıları, meyva… Üzerine bir de bol köpüklü kahve içti mi, köftehorlar kendilerine gelirler.
Fransız ihtilalinde başı giyotinle kesilerek idam edilen talihsiz kraliçe
demiştir ama bizim Marie Antoinette’ler lisan-ı halleriyle diyorlar. Başbakan Ramazan’daki lüks iftar sofralarını kınayan bir söz etti, kendisini tebrik ediyorum. Lütfen doksan milyara saat satın alan bakan hanımını da kınasalar iyi olmaz mı?
Bu sene yapılacak mı bilmem, geçen yıllarda neydi o beş yıldızlı lüks ve fücurlu otellerde verilen bin kişilik gösterişli iftarlar. Bin kişi bu, söylemesi kolay da ağırlaması zor. Yemekler atıştırılır, arada nutuklar atılır, konuşmalar yapılır. Böyle gösterişli davetlerin İslâm dinine, Müslümanlara, ülkeye, halka ne faydası var?
Böyle iftarlardan birine, organizasyon bozukluğu yüzünden bin yerine bin üç yüz kişi gelmiş, üç yüz kişi ayakta, aç kalmış. Bir kısmı yiyor, bir kısmı yutkunuyor. Bir cümbüş, bir facia ki sormayın. Bu gibi iftarlarda yemek ve konuşmalar, dualar uzadıkça uzar, vakit daralır, mevsim kıştır, yatsı namazı yaklaşır, bizim dinibütünler hâlâ akşamı kılmamışlardır. Beş dakika kala bir tarafa serilmiş halıların üzerinde karmakarışık bir şekilde namaz yalap şalap eda edilir. Âfiyet olsun, Allah kabul etsin!
Söylemeden geçmeyeyim. Böyle lüks iftarlara oruç tutmayanlar, papazlar, hahamlar, gayr-i müslimler, ateistler de davet edilir. Bir diyalog, bir kardeşlik, bir mâneviyat ki, sormayın. Evlere şenlik!
Be mübarekler şayet bir iftar ziyafeti vereceksiniz. Bunun yarı davetlisinin fakir ve fukara takımı olması gerekir. Ziyafetin mönüsü de fazla lüks olmamalı. Çorba, etli ve nohutlu pilav, salata, bir de ucuz tatlı yeter. Üstüne birer bardak da çay ikram edilirse ne âlâ. Beğenmeyen gelmesin.
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin bize getirdiği din lüks, gösterişli, pahalı, israflı iftarları mı tavsiye ediyor, yoksa mütevâzı sofraları mı?
İslâm dini ve Şeriatı içinde içki içilen, kumar oynatılan, çeşitli fuhşiyata ve luubiyata sahne olan yerlerde iftar verilmesine izin veriyor mu? Vaktiyle, Kanunî Sultan Süleyman’ın şeyhulislâmı Ebussuud Efendi hazretlerine,
diye sormuşlar. Müftiülenam
cevabını vermiş. Maşaallah şimdiki dini bütünlerin meşrebleri pek geniş.
Bu sene mümkün olduğu kadar az ziyafete gideceğim. Belki birkaç dostumu kıramam giderim, kalan akşamları evimde genellikle bir çeşit yemekle iftar etmeyi düşünüyorum. Üzerine ağzımı tatlandıracak bir şey ve illâ çay. Böylesi benim için daha az günah olur. Milyonlarca din kardeşim ve vatandaşım günde bir milyon lira ile karnını doyurmaya, geçinmeye çalışırken…
Başta kendim için söylüyorum: Bizde vicdan kalmamış! 29 Ekim 2003