Çarşambaİnterneti açtım, haberlere baktım. Dinç Bilgin tutuklanmış ve cezaevine konulmuş. O bir basın imparatoruydu. Asıl iktidar ondaydı. Nasıl oldu da bu hale düştü? Düşmez kalkmaz bir Allah demişler. Nereden nereye… Lüks ve şahane yatı duruyordur herhalde. Bir zamanlar onunla denizlere açılır ne sefalar, seyranlar ederdi. Dinç Bilgin’e kelepçe takmamışlar. Bu kelepçelenmeyiş bir basın, düşünce, inanç suçundan dolayı tutuklanmış bir kimse için olsaydı, doğru bulurdum. Bilgin’in dosyası basınla, fikirle, yazı ile ilgili değil. Sahibi olduğu bankayı kasıtlı ve hileli olarak batırmaktan suçlanıyor. Bu memlekette eşitlik varsa, ayrım yapılmaksızın herkese kelepçe vurulmalıdır.

1984’te İstanbul’da Sağmalcılar Cezaevi’ndeydim. Küçük bir taşra hapishanesine nakl edilmem gerekiyordu. Dilekçe verdim, Şile’ye nakledilmemi istedim. Kanunlar ve nizamlar bana özel nakil isteme hakkını veriyordu. Yani bir araba tutacağım, yanıma iki jandarma verecekler, beni onlar yeni hapishaneme götürüp teslim edecekler. Bir dilekçeyle bu yolda da bir istekte bulundum.

Adalet Bakanlığı ve diğer ilgililer iki isteğimi de kabul etmediler. Şile yerine Gerede’ye gönderilmeme karar verildi. Özel nakil yerine de, diğer mahkûmlarla birlikte gönderilecektim.

Bir sabah uyandırdılar. Alt kata indirdiler. Uzun muamelelerden, formalitelerden sonra her yeri demirden bir mahkûm arabasına bindirdiler. Ceplerimde hiç bir şey bırakmamacasına eşyalarımı aldılar. Bileklerimi bir zincirle kelepçelediler, bir asma kilit taktılar. Anahtarını bir zarfa koydular. Zarfı mühürlediler. Ancak Gerede’ye vardığımızda açılacaktı.

Mahkûm arabasının içinde tahta sıralar vardı. Yirmi beş mahkûmu oturttular. Sevk zinciri denilen büyük bir zincirle hepimizi müteselsilen bağladılar. Zincirin sonu benim elimde bitiyordu; çok ağır olduğu için zorluk ve zahmet veriyordu.

Önde ve arkada eskort arabaları olduğu halde son sür’at yola çıkarıldık. Kocaeli vilayeti sınırları eskort arabaları değişti. Yolda ne bir yudum su içmek, ne bir lokma ekmek yemek imkânı vardı. Hastalananlara ilaç da yoktu. Bir yerde durdular, küçük su dökmek ihtiyacı olanlar kelepçeli elleriyle bu ihtiyaçlarını görmeye çalıştı.

Güneşin batmasına az kala Gerede’ye vardık. Yine formalitelerden sonra kelepçelerimiz çözüldü, zarflar yırtıldı, anahtarlar ile kilitler açıldı. Bileklerimde zincirin sıktığı yerler kıpkırmızı olmuştu.

Cezaevine kelepçesiz getirilen Dinç Bilgin, ilk gece hapishanenin misafirhanesinde yatırılmış. Ne de olsa bir medya imparatorudur, banka sahibidir, saygın kişidir.

Beni Sağmalcılar’a tıktıklarında ilk olarak karantina denilen bölüme koydular. Saçlarım ve bıyıklarım kesildi, elbiselerim alındı, lacivert mahkûm elbisesi giydirildi. Karantina çok pis bir yerdi. Bazı odalarında bit kaynıyordu. Herkese yetecek kadar yatak olmadığı için bazı tutuklular ve mahkûmlar yerlerde, beton üzerine gazete sererek yatıyorlardı. Yemekleri yemek için çatal kaşık verilmiyordu. Helâlar ve lavabolar pis mi pisti. Burada da üç gün kaldım. Dağıtımda beni, taşradan adlî tıbba muayeneye gelen ve içindekilerin bir kısmı gerçekten deli olan bir koğuşa verdiler.

Aradan on beş yıldan fazla zaman geçti. Dinç Bilgin’e yapılan nazik muamele, kelepçe vurulmayışı, ilk gece misafirhanede yatırılışı
sistemin medenîleştiğine mi delildir, yoksa bu yapılanlar bir ayırım mıdır? Diğer önemli tutuklulara, bankacılara kelepçe vurulmuş… Sanırım Bilgin’e özel muamele yapıldı. Şimdi birtakım güçler, şahıslar, zümreler Bilgin’i kurtarmak, bir an önce hürriyete kavuşturmak için hummalı bir seferberlik içindedir. Ankara’da çok önemli bir kadın, etnik ve kimlik bağları dolayısıyla onunla çok yakından ilgileniyor.

Etibank dosyasında, halen Kanada’da bulunan Cavit Çağlar’ın da ismi geçiyor. Çağlar bankadan 40 milyon dolar almış ve ödememiş. Çağlar kimdir? İstanbul’da Mahmut Paşa Sultan Hamam piyasasında tezgahtarlıkla işe başlamış ve kısa zamanda ülkenin sayılı zenginlerinden biri olmuş açık göz bir vatandaş. Süleyman Demirel’in gölgesinde ve himayesinde siyasete girmiş, milletvekili seçilmiş, bakan olmuş. Demirel onun da içinde bulunduğu birkaç kişi ile birlikte fotoğraf çektirmiş ve “Bunlar benim canlarım ciğerlerimdir” demişti. Çağlar, Demirel’in seçimleri kazanması, iktidara geçmesi için yardımcı olmuştu. Özel jet uçağını ona tahsis etmişti. Demirel de, kazandıktan sonra onu unutmadı.

Şimdi Çağlar kırmızı bültenle aranıyor. Kanada ile Türkiye arasında suçluların iadesi anlaşması olmadığı için Kanada’da keyif içinde yaşayabilir. Keyif mi? Pek sanmam… Ne oldum dememeli, ne olacağım demeliymiş. Neyse konuyu değiştirelim…

Türkiye’nin büyük soyguncuları, talancıları çok hırslı ve aşırı idiler. Ülkeyi, milleti, devleti soyarken ölçülü hareket etmediler. Ne varsa götürdüler, silip süpürdüler. Sonunda topyekûn bir iflâs tablosu ortaya çıktı.

Şimdi sıra bir takım politikacılardan hesap sormaya gelmiştir. Yüce Divan’lık suçlar işlenilmiştir. Vurgunlar, yağmalar, soygunlar, hortumlamalar yapanların yanına kâr kalmamalıdır.

Çalmayanlar, yüzde on komisyon almayanlar, soygun yapmayanlar mahkemeden, Yüce Divan’dan korkmamalı. Suçsuzlar elbette beraat ederler. Bazıları adalete verilmekten niçin çok korkuyor?

Namuslu ve temiz olanlara bir şey demiyorum ama bazı belediyecilerden de hesap sorulmalıdır.

Ülkeye, devlete yeni ve müessir (etkin) kanunlar lazım. Fikir ve vicdan hürriyeti üzerindeki bütün engeller kaldırılmalı, buna mukabil hırsızlara, soygunculara, haramilere göz açtırılmamalıdır. ABD’de hiçbir vatandaş dininden, inancından, inandığı gibi yaşamasından, fikir ve görüşlerinden dolayı rahatsız edilmez, mahkemelere verilmez, zindanlara atılmaz. Lâkin vergi kaçırmak, yolsuzluk yapmak, soygun hususunda asla tâviz (ödün) verilmez orada. Âdi bir suç işleyen, devlet başkanı da olsa adaletin pençesinden kendisini kurtaramaz.

Güney vilayetlerimizden birinde çalıştıkları dükkandan baklava ve gazoz çalan onbeşer yaşında iki çocuk tutuklanıp zindana konulmuş. Adalet böyle istemiş. Milyarlarca dolar çalan, bankaları batıran; devleti, ülkeyi, halkı soyup soğana çeviren; başları sıkışınca da “Biz lâikiz, biz Atatürkçüyüz…” nutukları atan birtakım adamlar hakkında da, baklava ve gazoz çalan çocuklar kadar hassas olunmalı, adlî takibat yapılmalıdır.

Buzdolabına konulan, sümenaltında saklanan dosyalar gün ışığına çıkartılmalıdır. 05 Nisan 2001