Cuma

Rahibe Tereza, Hindistan’da yaptığı insanî faaliyetler dolayısıyla kazandığı ve bizim paramızla yüz milyardan fazla olan ödülden bir kuruş bile almamış, bu meblağın tamamını hayır işlerine vermişti.

Mandela, dâvası için tam yirmi sekiz sene zindanda çile çekmişti.

Gandi ve onun halifesi Vınoba, yalın ayak, başı kabak, iki peştemala bürünmüş oldukları halde kendi dinleri, dâvaları uğrunda samimiyetle çalışmışlar, bir kuruş bile maddî menfaat ve ücret talep etmemişler ve almamışlardı.

Albert Schweitzer âhir ömründe Afrika’da Lambarene şehrinde tesis ettiği cüzzam hastahanesinde çileli bir hizmet vermiştir.

Misyonerler dünyanın en geri bölgelerinde, en zor iklim şartlarında, bin bir çile çekerek kendi dinleri uğrunda hizmet vermekte, cüz’î bir maaştan başka ücret almamaktadır.

Katoliklerin Cizvit tarikatında şöhrete, dünya âlâyişine tâlip olmak yoktur. Böyle şeyler, kendileri istemeden gelse bile yine kabul edilmez. Bu yüzdendir ki, Fransız Akademisi’ne üye seçilen üç Cizvit rahibi, bu üyeliği kabul etmemiştir.

Jean Paul Sartre gibi dinsiz bir adam, kendisine verilen Nobel ödülünü kabul etmemiştir.

Evet, hak veya bâtıl bütün dâvalarda ve hareketlerde ahlâk, fazilet kuralları vardır.

Yakın zamanlara kadar Müslümanlar arasında da çok yüksek ahlâka ve karaktere sahip büyük ve gerçek dâva adamları çıkmıştır. Onlar İslâm için ihlasla ve istikametle çalışmışlar, sadece Yaratan’dan ücret istemişler, yaratıklardan para sızdırmamışlardır.

Bediüzzaman, Süleyman Hilmi Tunahan, Abdülhakim Arvasî, Erbilli Esad efendi, Mehmed Zahid efendi, Alvarlı Efe hazretleri gibi din büyükleri Kur’anın, Sünnet’in, Sâlih Seleflerin ilkelerine riayet ederek çalışmışlar, asla ve asla din sömürüsü yapmamışlar, din yoluyla servet temin etmemişlerdir. Allah onlardan razı olsun!

İslâm’a hizmet için ortaya çıkan adam ve kadınların Rahibe Tereza’dan, Mandela’dan, Gandi’den, Vinoba’dan çok daha ilkeli, ahlâklı, faziletli, hasbî, ihlaslı olmaları gerekir.

İslâm dâvası, din hizmet ve faaliyetleri ahlâksızlıkla, faziletsizlikle, hokkabazlıkla, sahtekârlıkla, bezirgânlıkla, din istihdam ve istismarıyla yürütülemez.

Para fahişeleri, nefs-i emmâre zebunları, yarı mühtediler hizmet değil, hezimet üretirler.

Müslümanlar! Din sömürücülerini desteklemeyiniz. Din sömürücülerini destekleyenler kendi dinlerini yıkmış olurlar.

Okulsuz, Eğitimsiz

İşe yarar, vasıflı, güçlü, üstün, başarılı, becerikli insanlar kendi kendine yetişmez. Böyle kişilerin yetişmesi için mutlaka okullar olması, bir eğitim sistemi bulunması gerekir. Peki Müslümanlar elli seneden beri dine, millete, devlete, ülkeye, insanlığa hizmet edecek adamları yetiştirecek okullar kurmuşlar mıdır? Bu iş için bir eğitim sistemi geliştirmişler midir?

Kur’an kurslarıyla bu işi görmek elbette mümkün olmazdı.

İmam-Hatip okulları rejimin, onun eğitim sisteminin okullarıdır. Bunlardan da istenilen güçlü, vasıflı, üstün elemanlar çıkamazdı.

O halde ne yapmak gerekliydi?

Birincisi: Özel kolejler açılmalı, bunlar dünyadaki en başarılı, güçlü liseler seviyesinde olmalıydı.

İkincisi: Paralel ve alternatif bir eğitim sistemi kurulmalı, devlet okullarında okuyan gençlerin bir kısmına dışarıdan eğitim ve kültür verilmeliydi.

Müslümanların güçlü ve üstün kültür, sanat, edebiyat, mimarlık, düşünce, araştırma faaliyetleri bulunmalıydı.

Müslümanlar böyle şeyler yapmadılar. Sonunda hem İslâm’ı hakkıyla bilen ve anlamış, hem de çağ kültürü seviyesinde aydınlanmış güçlü, vasıflı, üstün elemanlara ve kadrolara sahip olamadılar.

Ne bilgi, ne aksiyon, ne de estetik sahasında Müslümanların İslâm ve çağ seviyesinde elemanları vardır. Birkaç istisnaî nâdir zatın varlığı hiçbir şeyi değiştiremez.

Okulsuzluk, eğitimsizlik, Müslümanları, islâmî hareketi marjinalleştirmiş, tarihin dışına atmıştır.

Müslümanların şu anda yüzlerce özel koleji, hattâ üniversiteleri vardır. Ancak bunların anadili, edebiyat, tarih, sanat tarihi ve kültürü, felsefî disiplinler (psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik, felsefe tarihi), sosyoloji, beşeri ve iktisadî coğrafya sahasındaki seviyeleri çok düşüktür. Bunlar birer fen lisesi, meslek mektebi seviyesindedir. Bunlardan özlenen, güçlü, üstün, vasıflı aydınlar çıkamaz. Devletin ve özel teşebbüsün üniversiteleri de, nâdir istisnalar dışında gayet zayıftır, ortaokul seviyesindedir. Düşünebiliyor musunuz, Türkoloji üçüncü sınıf öğrencisi genç, Fuzulî divanını doğru dürüst okuyamıyor, anlayamıyor, kıraatinden zevk alamıyor. Böyle üniversite olur mu? Bunlar dünün Rüşdiye Mektebi seviyesinin altında üniversite karikatürleridir.

Müslüman kesimin dünya çapında, Türkiye çapında romancısı, tarihçisi, mimarı, düşünürü, hukukçusu yoktur. Hattâ dünya çapında, büyük müsteşrikler ayarında kültürü olan bir din âlimi de yoktur. Bunca İlahiyat Fakültesi ne işe yarar?

Müslümanlar kurtulmak istiyorsa güçlü, üstün, vasıflı adam yetiştirmeye mecburdur. Filan Hoca’ya, feşmekân Hocaefendiye, şu din baronuna, bu mehdi taslağına bende ve taraftar yetiştirmek başka, güçlü, üstün, vasıflı İslâm aydını ve okumuşu yetiştirmek başkadır.

Yazık ki, islâmî kesim adam yetiştirme, İngiltere’deki Eton koleji ayarında özel okullar kurma, paralel ve alternatif eğitim, İslâm’ı hakkıyla bilen ve çağı yakalamış kadrolar kurma; gençlere yüksek seviyede bilgi, aksiyon, estetik üstünlüğü kazandırma gibi konuları müzakere bile etmemektedir. 05 Haziran 1999