Dans Beyazlık Demektir
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Ocak 2019
Cuma
Genelkurmay’ın 30 Ağustos resepsiyonunda bir kadın gazeteci başbakana “Sizinle dans edebilir miyim?” demiş, o da
reddetmiş… Resmî ideoloji mensupları gözünde dans Batılılaşma, medeniyet, çağdaşlık, ilerleme, hür fikirlilik, aydınlık, Beyazlık demektir.
1952’de Galatasaray’ı bitirdikten sonra Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde (Eski Mekteb-i Mülkiye) okumaya başlamıştım. Cumartesi akşamları konferans salonunun önündeki meydancıkta öğrencilere dans dersleri veriliyordu. Dam olmadığı için erkek öğrenciler birbirleriyle eş olarak dans öğreniyorlardı. Dans deyip de geçmeyelim… Çoğu taşradan gelen bu delikanlılar basbayağı kısa zamanda medenileşiyorlardı.
soyadlı bir ceza hukuku profesörümüz vardı. Ben derslere nâdiren girerdim… Bir gün onun dersinde bulunurken, niçin söyledi, bilmiyorum şöyle demişti:
– Çocuklar biz Cumhuriyet’ten sonra neler çektik neler… Günlerden bir gün Fakültenin ana büyük salonunda bir eğlence tertiplenmişti. Bir kenara bir orkestra kurulmuştu. Dans edilecek, uygarca eğlenilecekti. Lakin o günler bugünküne benzemiyordu. Türk kadınları ve kızları dans etmek için fakülteye gelmiyorlardı, gelemiyorlardı. Eski kafalılık… Kadınsız kızsız nasıl uygarca dans edilip eğlenilecekti? Son olarak karar verdik, gerektiğinde gençler analarını bacılarını getirecekler ve yine orkestra eşliğinde mutlaka dans edilecekti.
Medenî bir ülkede bir kimsenin dans etmemesi, dans bilmemesi büyük bir eksiklik sayılmaz ama bizde sayılır. Meşhur Fransız alimlerinden ve politikacılarından
dans hakkındaki fikrini sormuşlar.
demiş.
İyi ki bu millete dans öğretilmiş… Baksanıza çağdaş uygarlık düzeyine dans sayesinde füze gibi fırladık, az zamanda medeniyet yollarında büyük mesafeler aldık. Sanayide, ihracatta, üretimde, ilimde, fende, zenginlikte Japonya’yı çok gerilerde bıraktık. Dans sayesinde Almanya’dan ileri olduk. Dans, üniversitelerimizi dünya birincisi yaptı. Dans bize hukuk getirdi, güvenlik getirdi, refah getirdi, insan hakları getirdi… Daha bitmedi: Ahlâk ve fazilet getirdi. Birbirleriyle evli olmayan yabancı erkekler ve karılar sarılıyorlar ve müzik eşliğinde dönüyorlar dönüyorlar dönüyorlar. Foxtrot, vals, caz maz…
Tolerans dediğin böyle olur.
Ne kutlu bir uygarlık manzarası. Ah şu tutucular, gericiler, medeniyetsiz İslâmcılar olmasa Türkiye uygarlıkta bütün dünyaya örnek olurdu. Şu anda da dans, içki, açıklık saçıklık, plaj, mayo, balo sayesinde dünya ülkelerinin birincisiyiz ama, gericiler olmasa daha birinci, daha ileri, daha uygar olacaktık. Ah ah ah!..
İlk yapılacak iş politikaya ve medyaya kalite ve temizlik getirmektir. Bu iki sahada kalite ve temizlik olmadıkça memleket düzelmez. Neler yapılabilir?
Arivistlere fırsat vermemek lazımdır. Arivist her kesimde vardır. İslâmî kesimde de, Atatürkçü ve laik kesimde de. Bunların politika ve medyada at oynatamamaları için her çareye ve tedbire başvurulmalıdır.
“Şimdi böyle şeyler olmuyor ama yakın tarihte birtakım adamlar -diyelim- bir milyon dolar harcayarak seçildiler. Bu büyük masraf ve yatırımı niçin yaptılar? Vatan ve millet aşkına mı? İçleri hizmet arzusuyla doluydu da onun için mi?.. Fatih Altaylı ifşa etti: Bir gazete her ay bir bakana gizlice 100 bin dolar maaş ödemiş. Bakan beyin kara gözleri için mi?
Norveç’te, Finlandiya’da böyle şeyler oluyor mu? Olmuyor. Çünkü oralarda politika ve medya faaliyet ve hizmetlerinde temizlik var, kalite var. Türkiye’de Akdeniz, Latin, Bizans kültürü vardır. Bizde maalesef Finlandiya’da, Norveç’te olduğu kadar temizlik ve şeffaflık olmaz ama yine de yeteri kadar, gerektiği kadar olmalıdır. Ülkemiz bir mafyalar, çeteler, vurgunlar diyarı haline gelmiştir. Pislik gırtlağa kadardır. Bunlar temizlenmezse geleceğimiz karanlıktır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir katil, bir cani, paçasını yargıdan kurtarabilir ama bir vergi kaçakçısı asla kurtaramaz. Meşhur
bunca cinayet ve suç işlemiş, bunlardan sıyrılmış, lakin vergi kaçırdığı için yakayı ele vermiş ve hapse atılmıştı. Bizde de, politika ve medyada böyle amansız, radikal, acımasız bir sistem olmalıdır.
Bir politikacı nüfuz ticareti yapınca hemen alaşağı edilmelidir.
Bir gazeteci veya televizyoncu dolap çevirdi mi, dünyası karartılmalıdır. Bir medya babası veya patronu soygunculuğa teşebbüs etti mi, mutlaka enselenmeli ve ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Gazeteler defalarca yazdı da, bir gazeteden ayda 100 bin dolar alan politikacıya bir şey oldu mu?
Kanun çıkartılmalı ve bile bile yalan söyleyen veya yazan politikacılara ve medyacılara, âdil bir yargılanmadan sonra ceza verilmelidir.
Siyasetin temizlenmesi ve vasıflanması için partiler kanunu değiştirilmelidir. Halka yalan söyleyen, halkı aldatan, seçmenlerini kandıran bir politikacı suçludur, mutlaka ceza görmelidir.
Bundan on sene önce ülkede kaçak statüsünde bulunan bir yabancıyı köle gibi ucuz bir ücretle evinde veya işyerinde çalıştırmış… Böyle bir kişi ABD’de bakan olabilir mi? Kesinlikle olamaz. Evet, politikaya ve medyaya temizlik, vasıf, ahlâk gelmedikçe bu memleket kurtulmaz, selamet bulmaz.
Peygamber (s.a.v) haber veriyor: “Allah’ın, bir kulunu senin vasıtanla hidayete kavuşturması, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı bütün şeylere sahip olmaktan daha hayırlıdır.” Ne büyük. ticaret, ne muazzam bir hayır…
Bu memlekette korkunç ve feci bir dinden çıkış hareketi var. Halkın ve gençliğin bir kısmı İslâm’dan uzaklaşıyor. Müslümanların vakıflarıyla, dernekleriyle, cemaatleriyle, tarikatlarıyla onların yardımına koşmaları gerekmez mi? Bu iş elbette kolay değildir. İlim ister, irfan ister, metod ister.
Niçin dinden uzaklaşmışları, imanlarını kaybetmişleri yeniden İslâm’a çekemiyoruz? Acaba niyetimiz mi yok? İlmimiz, irfanımız, kültürümüz mü yetersiz? Bir yerde maddî bir felaket olsa yardım ekipleri hemen oraya koşar ve felaketzedelerin ellerinden tutar. İrtidat yangını ülkeyi yakıyor, halkı yakıyor ve biz Müslümanlar seyrine bakıyoruz.
Yarın Mahkeme-i Kübra’da (Ulu İlahî Mahkemede) bu dünyada gaflet ve cehalet yüzünden imansızlık çukuruna düşmüş olan bedbahtlar; vazifelerini yapmayan, yardıma koşmayan imanlılardan davacı olacaktır.
Minarenin şerefesini hoparlörle doldurmak, camiye kalorifer veya klima tesisatı yaptırmak, kubbenin üstündeki alemi altınla kaplatmak, kolaydır ama imanlarını kaybedenleri tekrar dine çekmek o kadar kolay değildir.
demekle vazife yapılmış olmaz. İlim, irfan, aşk, şevk, muhabbet, ihlas, mürüvvet gerekir. Bunlar bizde miktar-ı kâfi yok mudur? 08 Eylül 2007