Çökertilen Türkiye
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
SalıOsmanlı Türkçesi çok zengin bir lisandı. Lisan derken yazılı, edebî, zengin kültür dilini kasdediyorum. Bir rivayete göre Osmanlıca’da iki yüz bin kelime bulunuyormuş. Bu rakam bazılarına mübalağalı (abartılı) gelebilir. Bugünkü Fince’de bu miktarda kelime bulunduğu göz önüne alınırsa bu sayının bir lisan için imkânsız olmadığı kolayca anlaşılır.
Haçlı ve emperyalist Avrupalılar asırlar boyunca Müslüman Türkler’den, Osmanlılardan çok korktular; bu korku ruhlarına işledi. Yakın tarihte ellerine fırsat geçince, Türkiye’yi içinden fethetmek, Türkiyeli Müslümanları sımsıkı bağlamak, bir daha kendilerine zarar veremeyecek hale getirmek için çalıştılar, düzenler kurdular, planlar yaptılar ve hayli de başarılı oldular.
Hiçbir toplum, hiçbir millet birkaç yüz kelimelik konuşma ve iletişim diliyle yükselemez, hürriyet ve istiklalini (özgürlük ve bağımsızlığını) koruyamaz.
Bir ülkenin, bir milletin, bir devletin büyümesi, yücelmesi, güçlü olması için ille de yeni topraklar kazanması, fütuhat yapması gerekmez. Zamanımızda toprak fütuhatının imkânı kalmamıştır. Ülkeler, devletler halklar iktisatla, ticaretle, finansla, kültürle fütuhat yapmaktadır. Bilgiyle, eğitimle, üniversitelerle, sanatla, edebiyatla fütuhat yapılmaktadır. Yüzölçümü Türkiye’ninkinden az olan Japonya, mağlup çıktığı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu saydığım unsurlarla dünya çapında fütuhat yapmıştır. İkiye bölünmüş, başından bir sürü harp, felaket geçmiş olan Kore böyle fütuhat yapmıştır.
Bilgi, kültür, sanat, eğitim, üniversite sahalarında başarılı olmak, güçlenmek, uluslararası yarışta önlerde koşmak için zengin, güçlü, medenî bir lisana ihtiyacımız vardır. Türkiye’nin düşmanları işte bizi bu imkandan mahrum etmişlerdir.
Fuzulî sadece bizim değil, bütün Türk dünyasının bayraklaşmış bir edib ve şairidir. Şu anda Türkiye’nin en az beşmilyon evinde Fuzulî divanı bulunması ve okunması gerekirdi. Öyle midir? Fuzulî’nin eserlerinin çeşit çeşit baskılarının yapılması ve herkesin kendi kesesine, imkanlarına, kültür seviyesine göre bunlardan alıp evindeki özel kütüphanesine koyması gerekirdi. Gerekirdi ama Türkiyeliler bu şuurdan, bu hassasiyetten, bu idrakten mahrumdur. Lisanları elden gittiği için düşünecek, idrak ve iz’an edecek halleri bile kalmamıştır.
Türkiyeli Müslümanları ayakta tutan, güçlü kılan bir takım temel değerler ve unsurlar vardı. Bunların başta gelen ikisi din ve dildi. İkisini de sarstılar. Bugünkü çöküntü, çözülme, dağılma, sosyal ve kültürel bozulma, kriz, kokuşma bu iki temel kuvvetin ve değerin yozlaşmasından ileri gelmektedir. İslâm, teori olarak, kitabî bilgi olarak asla yozlaşmaz, tahrif edilemez. Lakin bir ülkenin Müslümanları dinlerini hakkıyla öğrenemezlerse, öğrenme yolları kendilerine kapatılırsa; İslâm’da değil, onun anlaşılmasında ve uygulanmasında birtakım aksaklıklar meydana çıkar.
Japonya’da dine ve dile bizdeki gibi müdahale edilmemiştir. Onların dini bizimki gibi değildir, mukayese edilirken dikkatli olunmalıdır.
Japonya’da Japon lisanına ve yazısına da müdahale edilmemiştir. Din işleri din adamlarına ve âlimlerine, lisan işleri de uzmanlarına bırakılmalıdır.
Halide Edip Adıvar’ın, büyük harflerle yazılıp, çerçeveletilip duvarlara asılması gereken bir cümlesi vardır. “Türkiye’de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri” adlı kitabında bizde lisana ve tarihe yapılan baskı ve müdahalelerin Nazi Almanya’sında, Stalin Rusya’sında yapılanlardan şiddetli ve ağır olduğunu yazar.
Türkiye yükselmek, güçlenmek, insanlık yarışında ön saflarda koşmak, varlığını ve bütünlüğünü korumak, haysiyetli olmak istiyorsa mutlaka ve mutlaka aşağıdaki hususlar yerine getirilmelidir.
(1) En geniş ve en müsbet mânasıyla din hürriyeti, iman hürriyeti, inandığı gibi yaşamak hürriyeti sağlanmalıdır.
(2) Din sömürüsü, kutsal ve yüce dinin şahsî menfaatlere, ikballere, siyasî nüfuz ve hırslara âlet edilmesi önlenmelidir.
(3) Siyasî rejimle din arasındaki müzmin, faydasız, yıkıcı gerginlik ve çekişme kaldırılmalı, bu iki güç arasında uyum ve işbirliği sağlanmalıdır.
(4) Lisan, kültür, sanat, yazı, eğitim, üniversite konusunda bütün baskılar, yasaklar, tabular, zorlamalar kaldırılmalı; bu konularda en medeni ülkeler seviyesinde hürriyet ve imkân getirilmelidir.
(5) Ezici çoğunluğu teşkil eden, ülkenin dominant faktörü olan Müslüman Türkiyelilere İngiltere’de, Amerika’da olduğu gibi en geniş şekliyle insan hakları tanınmalıdır.
(6) Âdil kanunlara dayanan ve temeli millî kimlik olan bir hukuk sistemi kurulmalı ve bu hukukun üstünlüğü sağlanmalıdır.
(7) Türk toplumunun şifahî toplum zihniyet ve kültüründen; medenî ve yazılı kültüre geçmesini sağlayacak bütün çareler ve çözümler araştırılmalı ve imkânlar seferber edilmelidir.
(8) Her çeşit pislik, kokuşma, kirlilik, sömürü, mafyalaşma önlenmeli; Türkiye Finlandiya gibi temiz bir ülke ve toplum haline getirilmelidir.
(9) Millî tarih üzerindeki baskılar ve manipülasyonlara son verilmeli, tarih “özelleştirilmelidir.”
(10) Yakın tarihimizdeki bütün siyasî, kültürel, sosyal kopukluklar, ârızalar, kazalar tâmir edilmeli ve her sahada devamlılık sağlanmalıdır.
(11) Dünyanın bütün medenî, demokratik ülkeleri resmî ideolojileri terk etmişlerdir. Resmî ideoloji ile demokrasi birlikte yürümez. Türkiye’de bütün ideolojiler özelleştirilmelidir. İdeoloji yerine millî kimliğe ve âdil kanunlara dayanan hukukun üstünlüğü prensibi getirilmelidir.
Din, dil, siyaset, eğitim, üniversite, kültür, sanat, mimarlık sahalarındaki sabotajlar yüzünden ülkemiz çok vahim ve korkutucu bir kriz içinde bulunmaktadır. Yüzeysel, palyatif, ucuz tedbirler ve çarelerle bu krizin çözülmesi mümkün olamaz.
Statükocular, inat ve direnmeleri ile Türkiye’nin geleceğini karartmakta, hattâ varlığını tehlikeye atmaktadır.
Uzun yıllardan beri süren lisan ve kültür tahribatı dolayısıyla, aslında hayli zeki olan Türkiyeliler sersemletilmiş ve düşünemez hale getirilmiştir. Ülkemizde gerçek mânasıyla, birkaç nâdir aydın dışında aydın bile kalmamıştır. Bunca kötülüğün, aksaklığın, hıyanetin, çirkinliğin, yanlışlığın bulunduğu bir ülkede, yapıcı ve faydalı muhalefet yapmadan aydın olmak mümkün müdür?
Toplumumuzda para putlaştırılmış, gayelerin gayesi, birinci maksat, en büyük değer haline getirilmiştir. Bir ülkenin, bir halkın batması için sadece bu bozukluk bile yeterlidir.
Türkiye’de birçok şeyler, değerler yıkılmış, kapı dışarı edilmiş, yerlerine bir şey konulamamıştır. Dünyanın hangi halkı, yabancılaşarak ayakta durabilmiş, güçlenebilmiş, varlığını ve haysiyetini koruyabilmiştir?
Televole kültürüyle, içki ve fuhuşla, fâiz ve rant ekonomisiyle yücelmek ne mümkün. Üniversiteler, halkların ve ülkelerin beyinleri gibidir. Bizim üniversitelerimiz Türkiye’ye beyin hizmetini verebiliyor mu? Serbest bir medyamız var, onun hali de ortada. Tekelleşmiş, kartelleşmiş, mafyalaşmış, çığırından çıkmış bir medya. Türkiye’ye yazık olmuştur. Bunun idrak ve şuuruna sahip miyiz? 15 Ekim 2003