Pazar

 

İstanbul vali yardımcılarından biri beklenen büyük depremle ilgili bir toplantı yapmış, medyaya bilgi vermiş. Şehrin felakete hazır olmadığını söylemiş. Zelzele olduktan sonra yollardan istifade edilemeyeceği için 75 helikopter pisti hazırlanmış olduğunu, onlardan yararlanacağını ilave etmiş.

Zelzele konusunda ilk yapılacak iş, yıkılacağı bilinen 50 bin çürük binayı en kısa zamanda tahliye ettirip yıktırmaktır. Bu yapılmadığı taktirde bir milyon kişi, sarsıntıda yassı kadayıf gibi olacak bu

çürük binaların

enkazı altında can verecektir.

Nasreddin Hoca, evinin önündeki meydancıkta uzun zamandır bir şeyler arayıp duruyor, yere bakarak dönüp dolaşıyormuş. Komşusu meraklanmış sormuş: Hocam epey müddettir orada ne arıyorsunuz?.. Yüzüğümü kayb ettim, onu arıyorum… Hocanın tuhaf hallerini bilen komşusu tekrar sormuş: Yüzüğü nerede kayb etmiştin?.. Ahırda… Peki niçin burada arıyorsun? Hoca: “Ahır karanlık, burası ise aydınlık, onun için burada arıyorum…” cevabını vermiş.

Evet, beklenen büyük İstanbul zelzelesi konusunda ilk yapılması gereken iş, sarsıntıda yıkılacağı şimdiden bilinen çürük 50 bin binayı en kısa zamanda tahliye ettirmektir.

İktidar, idareciler, sorumlular bunu vaktinde yapmazlarsa, bu çürük binaların yıkıntıları altında ölecek büyük sayıda vatandaşın katilleri olacaklardır.

Hızlı adımlarla bir savaşa doğru yaklaşıyoruz. Medya bu konunun üzerinde gereği gibi durmuyor. 200 nükleer füzeye sahip İsrail ve müttefikleri İran’ın nükleer çalışmalar yapmasını kesinlikle istemiyor. Böyle bir şeyi barış için tehlikeli buluyor. Bizim Gizli Yahudi büyük medya organlarımız bu konuda son derece tek taraflı yayın yapıyor. Barış için asıl tehlike İsrail’in bunca nükleer silaha sahip olması değil midir? Bizim Yahudilerimizin düşünce ve görüşleri ise şöyledir:

– Yahudi devleti nükleer silaha sahip olabilir, çünkü Yahudilerin buna hakkı vardır.

– Müslümanların nükleer silah sahibi olmaya hakları yoktur.

Sanırım üçüncü dünya savaşı bu zihniyetin tek taraflılığı, inadı, israrı yüzünden çıkacaktır.

İsrali’in nükleer silahlarını, İran’ın çalışmalarını bırakalım da şu soruya cevap arayalım:

Üçüncü dünya savaşı çıkarsa, İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşamak mümkün olamayacağına göre, kendimizi ve ailemizi kurtarmak için daha sakin, daha güvenilir bir yere kaçabilir miyiz?

Mesela küçük bir ilçedeki, bir yayladaki yazlık evimize veya köyümüze…

Böyle bir yerimiz olduğunu farz edelim, dehşetli kargaşa içinde oraya nasıl gidebileceğiz? Yollar kapalı olacak, milyonlarca insan ve vasıta yolları tıkayacak…

Bu konuda henüz zamanımız varken düşünüyor muyuz? Çare, çözüm ve tedbir arıyor muyuz?

2006 yılının başlarındayız. Bu yılın ardından 2007 gelecek. Dünyanın kıyameti yaklaşıyor. Hayır, büyük Kıyameti kasd etmiyorum, beklenen kıyameti kasd ediyorum, o da büyük ama dünyanın ve insanlığın sonu olacak büyük kıyamet başkadır.

İnsanlık o kadar tahripkâr silaha sahip ki, yaklaşan savaş kısa bir müddet içinde bütün dünyayı kan ve ateş içinde bırakacaktır.

Savaş yaklaşıyor diye her işi bırakalım diyen yok. Günlük işlerimizi yapmaya devam edelim. Sabah kahvaltımızı, öğle yemeğimizi, ikindi çayımızı içelim. Ticaretimiz, memuriyetimiz devam etsin. Evde tâmir edilecek yerler tâmir edilsin, çocuklar okula gitsin, alış veriş yapılsın… Lakin madalyonun arka tarafı da var, bunu görmezlikten gelmeyelim. Savaşa, onun felâketlerine ve sıkıntılarına (ne kadar hazırlanabileceksek) hazırlanalım. Bu hazırlıkların kategorileri vardır:

• Manevî, dinî hazırlıklar: İbadete başlayalım, ibadet ediyorsak, daha fazla ve gerçek ibadet edelim. Sadaka verelim, dua edelim.

• Maddî hazırlıklar: Kendimiz ve ailemiz için hîn-i hâcette (gerektiği zamanda) kaçabileceğimiz sığınaklar, barınaklar arayalım.

Müslümanların, bilhassa İslâmcıların içinde G.Y.’ler var mıdır? Bu soruya tereddütsüz “Evet vardır!” cevabını verebiliriz. Bunların isimlerini şu anda açıklamak doğru olmaz. Lakin vardır, vardır, vardır…

Bu adamlar dinimizi ve ümmetimizi içten çökertmeye çalışıyor.

G.Y.’ler belli başlı neler yapıyor, stratejileri nedir? Birkaç önemli maddeyi kısa kısa yazayım:

– Müslüman yığınları çıkmaz sokaklara sokmak.

– Müslümanları mümkün olduğu kadar bölmek, birbirinden kopuk, birbiriyle çatışan ve tepişen fraksiyonlara ayırmak; ümmet birliğini ve bütünlüğünü paramparça etmek.

– Müslümanların paralarını toplamak.

– Müslümanları câhil bırakmak, İslâmîhizmet ve faaliyetleri câhillerin ellerine vermek.

– Müslüman kitleleri incir çekirdeğini doldurmayan lüzumsuz, faydasız, oyalayıcı, afyonlayıcı konularla meşgul etmek.

– Müslümanları yatakta uyur, ayakta uyur bir durumda bulundurmak.

G.Y.’ler en fazla dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü sahalarında faaliyet ve propaganda yapmaktadır. Yanlış anlaşılmasın… Bu gibi faaliyet ve propaganda yapanların hepsi G.Y.’dir demiyorum. Ancak bu konularda öncüler G.Y.’lerdir.

İsim ver… Yağma yok… Müslümanlar kafalarını çalıştırsın ve öğrensinler.

Dikkat buyurunuz… Birtakım yüksek mevkilerdeki, kodaman, nüfuzlu, şanlı şöhretli kişilerin çocukları nerelerde vatanî hizmet görmektedir? 1984’ten beri devam eden PKK çarpışmalarında, yukarıda saydığım kişilerden birinin bile oğlu yaralanmış veya şehid olmuş mudur? İngiltere Arjantin ile Falkland adaları konusunda savaşırken, Kraliçe’nin küçük oğlu helikopter pilotu olarak savaşın içinde bulunmuştu. Bizde kodamanların ciğerpâreleri niçin sıcak çarpışma bölgelerinde vatanî hizmet görmüyor? Nazik ve netameli bir konuya temas etmiş bulunuyorum. Fazla yazmayacağım.

Okuyucularım içlerinden düşünsünler. Türkiye’de düşünce hürriyeti vardır. Ancak bazı düşünceleri yüksek sesle söylemek doğru olmaz. İçinden, sessizce düşünürsün. O da anayasal bir hak ve hürriyettir.

Bu memlekette G.Y.’lerin ne kadar değerli ve yüksek mahluklar oldukları, Türkler şu kadar Ermeni, bu kadar Kürt kesti diyen bir G.Y. için kopartılan fırtınadan belli oldu. Sayın AdaletBakanımız seferber oldular ve G.Y.’nin üzülmemesi, başının fazla ağrımaması için gerekini yaptılar. Bu yapılanlar sadece Adalet Bakanı’nın işi midir? Hayır, onun üzerindeki bir makamdan da tâlimat gelmiştir. Aman G.Y.’ler üzülmesin, aman G.Y.’ler kızmasın, aman G.Y.’ler ah G.Y.’ler…

Düşünceleri, görüşleri, tenkitleri yüzünden bir Müslüman yazarın, bir Müslüman mütefekkirin (düşünürün) başına bir iş gelse, bizim büyük medyamız hiç ilgilenmez, hattâ “Oh olsun!” der.

Niçin böyle yapıyorlar? Çünkü Anayasamızda eşitlik ilkesi vardır. Bizde eşitlik ne demektir? Eşitlik madalyonunun bir tarafında

“Bütün Türk vatandaşları kesinlikle eşittir”

yazar, öbür tarafında ise “Bazı vatandaşlar daha eşittir” yazısı vardır.

Tarihî bir câmi… Bir tek minaresi var. O minarenin şerefesine tam on adet darbukaya benzer hoparlör koymuşlar…

– Sevgili kardeşim, niçin bir şerefeye bu kadar fazla sayıda hoparlör yerleştirdiniz?

– Bu sorunuzla çok önemli bir meseleye ve derdimize parmak bastınız. İnanınız, biz de bunun ıstırabını şiddetle hissediyoruz. Lakin, vaktiyle mimar şerefeyi çok küçük yapmış, on hoparlörle doluverdi. Yer olsaydı elbette daha fazla koyardık…

İstanbul’a birkaç gün kar yağdı, havalar soğudu ve hayat felç oldu. Okullar tatil edildi, resmî daireler öğleden sonra üç buçukta paydos edildi, tek kelimeyle kar ve soğuk bizi esir aldı.

Çocukluğumda 1940’lı yıllarda İstanbul’a çok kar yağardı, sokaklarda haftalar boyu kar birikirdi, fakat hayat bugünkü gibi durmazdı, felce uğramazdı… Hattâ daha önceleri 1929’da mı, 30’da mı, tarihini şimdi tam hatırlamıyorum, kış o kadar şiddetli olmuş ki, bütün Boğaz donmuş, gemiler buzun içinde kalmış, insanlar denizin üzerinde yürüyorlar… Fotoğrafları var.

Allah İstanbul’u korudu. Kar ve soğuk esnasında doğalgaz kesilseydi şehir perişan olurdu. O kadar tedbirsiz ve kafasız bir toplum haline geldik ki, yeni inşa edilen binalara baca yapmadılar. Öyle ya, doğalgaz var. Peki bu doğalgaz nereden geliyor? Rusya’dan, İran’dan, başka yabancı ülkelerden. Kendi istekleriyle veya zarurî olarak vanaları kapatsalar ne olacak? 30 Ocak 2006