Cumartesi

 

Deliliğin Tarihi adlı kitapta okumuştum, İkinci Cihan Harbi başlayınca Avrupa’da adamın biri,

“Böyle rezalet olmaz…”

demiş, delirmiş, tımarhaneye kapatılmış. Savaş sona erdikten sonra düzelmiş, serbest bırakmışlar…

Sanırım dünyanın kan ve ateş içinde kaldığı, nice mâmur şehrin harabe haline geldiği, on milyonlarca insanın öldüğü, bir o kadarının yaralandığı, çocukların yetim, kadınların dul kaldığı, kan ve gözyaşının seller gibi aktığı o çılgınlık yıllarında Eski Dünya’nın tek akıllı adamı belki de o deliren kişiydi. Öyle deliler vardır ki, akıllı geçinenlerden bin kere akıllıdır. Türkiye’nin böyle akıllı, müstesna, yüksek delilere ihtiyacı var. Vatanını, tarihini, milletini, kimliğini, kültürünü deliler gibi sevecek.

Ecdadına, büyüklerine, atalarına, onların hatıralarına deliler gibi bağlı olacak. Türkiye’yi, mandırasını ve içindeki inekleri seven bir mandıracı gibi değil, garazsız ve ivazsız, maddî menfaatsiz seven bir deli. Mutlak gerçeklere, bizi biz yapan değerlere deliler gibi bağlı. Onlara toz kondurmayacak. Öylesine doğru, dürüst, namuslu, haysiyetli, hakbilir, haram yemez biri olacak ki; sahtekârlar, hırsızlar, düzenbazlar, reziller ona deli diyecekler.

Milletinin kadınlarına, kızlarına kötü gözle bakmayacak, onları anne, teyze, yenge, bacı bilecek. Böyle bir adama bilcümle namussuzlar, şerefsizler, deyyuslar, pezevenkler, reziller ne der? Deli der, deli… Dinine, imanına, mukaddesatına sımsıkı bağlı olacak ki, akıllı geçinen dinsizler, densizler, donsuzlar ona deli desinler.

Bu ülkeyi o kadar çok sevecek ki, uçsuz bucaksız ormanlarından lüzumsuz yere bir dal kopartılmasına bile razı olmayacak. Yabanî bir çiçeğin bile çiğnenip örselenmesi onu derinden yaralayacak. Ülkesinin kırlarını, bayırlarını, vâdilerini, derelerini, göllerini, dağlarını, tepelerini canı gibi sevecek. Kuşlarını, vahşi hayvanlarını, böceklerini, kelebeklerini titizlikle koruyacak. Gereksiz yere, lüzumsuz yere cana kıymayacak, zarar vermeyecek, bozmayacak, kirletmeyecek. Hayvanlar böyle bir adama ne derler? Deli derler.

Komşularına deliler kadar bağlı, saygılı olacak. Zaman zaman evinde pişirdiği yemek ve tatlılardan onlara ikram edecek. Hastaları ziyaret edecek. Kulağı delik olacak, çevresinde sıkıntı veya üzüntüye uğramış birisini görürse hemen yardımına koşacak, teselli edecek. Ayılar, öküzler, kaba sabalar ona ne diyecek? Deli diyecek…

Büyüklere deliler gibi hürmet edecek, küçüklere deliler gibi şefkat gösterecek. Cimriler, egoistler, hepbenciler onun cömertliğini, keremini, sehavetini görünce “Bu herif deli yahu!..” diyecekler.

İlme, irfana, hikmete, kültüre, faydalı bilgiye, nezakete, kibarlığa deli gibi talip olacak. Her yeni günü, bir öncekinden ileride olacak ilimde, irfanda, hikmette, hayırda, hasenatta. Yerlerinde sayanlar, gerileyenler, cahiller ona deli diyecekler.

Allah’ı hatırından hiç çıkartmayacak. Evde, işte, yolda, kalbinde hep O olacak. Gafiller ona deli diyecekler. Dünyaya sırt çevirecek, dünyaperestler onun zühdünü görünce “Bu delirmiş…” diyecekler. İnsanların övgüleri ile sövgüleri nazarında bir olacak. Hatta övgüleri daha tehlikeli görecek. Övgü müptelaları ona mecnun diyecekler. Gözü rutubetli olacak, taş kalpliler, katı yürekliler onun rikkatini, yumuşaklığını, gözyaşlarını görünce

“Bu adama bir şey olmuş…”

diye söylenecekler.

Haksızlıklara karşı dilsiz şeytan gibi susmayacak. Ne gerekiyorsa, en uygun şekilde tepki gösterecek. Bu yüzden itilecek, kakılacak, eziyete ve hakarete uğrayacak, işkence görecek, darp edilecek, mutazarrır olacak, bütün bunlara sabır ve tahammül gösterecek. Haksızlıklara, zulümlere, şenaatlere köpek gibi tepkisiz kalanlar “Bu herife ne oluyor, deli midir bu?” diyecekler.

Herkes pazar günü gezmeye, pikniğe eğlenmeye gidecek, bizim deli zembiline birkaç hediye koyacak, hastaneye gidecek. Orada kimsesi, ziyaretçisi olmayan çaresiz, bîkes birkaç tanımadığı hasta bulacak, yanlarına oturacak, onlarla yârenlik edecek, ıstıraplarını, sıkıntılarını azaltacak konuşmalar yapacak, küçük hediyelerini verecek, gücü yetiyorsa yastıklarının altına biraz da harçlık bırakacak. Deli değil mi? Yapar böyle şeyler…

Soyadı tutmadığı için onu açık görüşmeye almayacaklar. Lakin o yine yılmayacak, hapse düşmüş birkaç çaresiz vatandaş bulacak, onlarla mektuplaşacak, elinden geldiği kadar onlara yardımcı olacak. Deliler böyle yapmaz mı?

Bazen aklına esecek, sabah namazından sonra otomobiline binecek, yüz veya iki yüz kilometre ötedeki, kıyıda köşede kalmış küçük bir köye gidecek. Muhtarı bulacak, kimsesiz fakir bir ihtiyara erzak paketi verecek, yetim bir çocuğa okul malzemesi hediye edecek. Çantasında harcıâlem ilaçlar bulunacak, ihtiyacı olanlara onları dağıtacak. Böyle yerlerde dertli, problemli insanlar çoktur, fazla bir şey yapamasa da, yine iyilik yapacak, akşama evi ne yorgun argın, fakat mutlu olarak dönecek. Deli!..

Tam delirmemiş ama kendisinde delilik istidadı olan bir doktor dostu vardır. Onu ikna edecek, kandıracak ve yanına alıp fukara mahallesine götürecek. Oraya varınca kahveye gidecekler, doktor geldiğini, isteyenlerin bedava muayene olabileceklerini ve yine bedava ilaç alabileceklerini haber verecek. İsteyenler gelecekler. Birtakım adamlar, “Bayram değil, seyran değil, bu iki kişi resmen vazifeli de değil, deli mi bunlar?” diyecekler.

Bizim delimiz ayda en az beş yere haksızlıkları, kötülükleri, yanlışlıkları, münker işleri protesto eden mektuplar, dilekçeler gönderecek. Bunlarda yasaların sınırlarını aşmayacak, terbiyeli ve efendice bir üslup kullanacak. İsim, adres, imza koyacak ve olumlu bir şekilde uyaracak. Bunları yazmak için biraz vakit kaybedecek, posta ücreti ödeyecek, böyle işlere bulaşmayan tavşan tezekleri, ona deli diyecekler.

Deli Beyin aylık bütçesinde, gelirinin onda biri kadar bir “Kitap, sanat, kültür harcamaları” faslı bulunacak. Evinde, başköşede, özel kütüphanesi olacak. Faydalı, lüzumlu, değerli kitaplar satın alacak, bunların üzerine şahsî mührünü vuracak. Kitapsızlar ona, deli diyecektir, başka ne desinler?

Günde en az bir saat okuyarak, dikkatle mütalaa ederek, öğrendiklerini defterlere kaydederek faydalı ilim tahsil edecek. İlimsizlerin ona ne diyeceklerini biliyorsunuz.

Sadece kendi başına kitap okumakla öğrenemeyeceği birtakım zarurî, lüzumlu, faydalı bilgileri ehil üstadlardan ve hocalardan tahsil edecek. Hocalar bedava öğretmezlerse, imkânı nisbetinde ücret ödeyerek öğrenecek. Öyle ya, bazıları İngilizce, bilgisayar, muhasebe öğrenmek için avuç dolusu paralar harcıyorlar da; görgü, sanat kültürü, herkesin bilmesi gereken mimarlık ve şehircilik, ev dekorasyonu gibi konulara niçin para harcanmasın? Küçük akılları bu gibi şeylere ermeyenler, bizimkine deli derler.

Bizimkinin, farz edelim serveti müsait, istese yüz-yüz elli bin dolarlık lüks bir araba alabilir. Ama böyle bir lüks arabaya ihtiyacı yok. On bin dolarlık bir otomobille gezip tozuyor. Lüks hastaları, müsrifler (savurganlar), gösteriş müptelâları ona ne diyeceklerdir? Bu adam delidir, delidir, delidir… 22 Mayıs 2005