Bozukluklarımız
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Pazartesi
Ülkemiz bir bozukluklar ülkesi haline geldi. Bozukluk genelleşti. Bu bozukluklar ciddi ve köklü bir şekilde düzeltilmedikçe kurtuluş, selamet, yükselme olamaz. Bazı hafif akıllılar enflasyon tek rakama düştü diye, neredeyse zil takıp oynayacaklar.
Memleketimizdeki başlıca bozukluklar nelerdir?
(1) Siyaset bozulmuştur, doğru dürüst ne iktidar var, ne muhalefet. Seviyeli, ciddi, vasıflı siyasi faaliyet yapılamıyor.
(2) Ülkenin bir numaralı gücü olan medya bozulmuştur. Varoluşunun birinci faktörü İslâm olan bir ülkede, büyük medyanın İslâm’a, Kur’ân’a, Şeriat’a karşı olması; birtakım medyacıların mukaddesata agresif bir şekilde saldırmaları ne korkunç bir bozukluk ve sapıklıktır. Bazı büyük medya kuruluşlarının mafya gibi çalıştıkları gerçeği güneş gibi açıktadır. Medya düzeltilmeden Türkiye’nin hiçbir işi düzelmez.
(3) Millî kimliğimiz, millî kültürümüz, millî kişiliğimiz uzun yıllardan beri sabotaja uğruyor, yıpratılıyor, yozlaştırılıyor. Bu konudaki bozukluklar düzelmeden, Türkiye düzelmez.
(4) Bir insanın ana dilinde gücü, yeterliliği ne kadarsa, o kimse o kadar bir insandır. Toplumların durumu da böyledir. Türkiye’de “Türkçeleştirme, arılaştırma, sadeleştirme” bahanesiyle yazılı-edebî Türkçe tahrib edilmiştir. Lisan meselesi Türkiye’nin gündeminin birinci maddesidir. Halkın ve okur-yazarların bundan haberi yokmuş… Haberdar olmamaları konunun önemini ve hayatiyetini ortadan kaldırmaz. Türkçe’de bu kadar bozulma ve kopukluk varken, Türkiye’nin geleceğinden korkulur.
(5) Üniversitelerimiz bozuk mu, değil mi? YÖK kontrolündeki üniversitelerimizin dünya çapında, çağdaş, vasıflı, güçlü, üstün, yüksek tahsil müesseseleri olduklarını iddia etmek mümkün değildir. Üniversitelerdeki mevcut bozuklukları, olumsuzlukları hangi idare düzeltecektir?
(6) Hukuk sistemimiz bozulmuştur. Cezalar, ne suç işlenmesini önleyebiliyor, ne de ibret-i müessire olacak şekilde tenkid ve tecziye edebiliyor. Ülke sathında güvenlik son derece sarsılmıştır.
(7) “Okul açınız, okul açınız; açılan her okul bir cezaevinin kapanmasına sebep olur” diyorlardı. Lakin -ne garip- yeni okullar açıldıkça, cezaevlerinin sayısı ve hacmi de büyüyor. Okullar doğru bilgi ve kültür, iyi aksiyon, ahlâk ve fazilet, güzellik sahibi insanlar yetiştiren kurumlardır. Bizim eğitim sistemimiz, resmî ideolojiyi ayakta tutmak gayesine hizmet etmektedir.
(8) Ülkemizdeki mimarlık ve şehircilik ne kadar bozuktur. Bir yapının güzel olması paraya bağlı değildir. Aynı masrafla çirkin bir bina da yapılabilir, güzel bir bina da… Peki bizdeki binaların büyük kısmı niçin hep çirkin oluyor? İstanbul’u çepeçevre saran yeni semtlere, mahallelere gidiniz, oraları sanki birer çirkinlik, zevksizlik, estetiksizlik meşheridir. Bu bozukluklar nasıl düzeltilecektir? Niçin güzel okul, adliye, resmî daire binaları; apartımanlar, hanlar, fabrikalar, hastaneler inşa edemiyoruz? Osmanlı’nın son amme hizmeti binası, İstanbul Sultanahmet’teki cezaevidir. Bu bina bir mimarlık şaheseridir. Şu anda beş yıldızlı uluslararası bir otel olarak hizmet vermektedir. Biz şimdi, hapishane binasından geçtik, çok yüksek hizmetler için yapılmış binalara güzellik, estetik, vasıf veremiyoruz. Mimarlığımızı, şehirciliğimizi nasıl düzeltip kurtaracağız?
(9) Fikir hayatımız, edebiyatımız son derece vasıfsız bir hale gelmiştir. Birkaç şişirme Sabataycı dışında, kitapları yabancı dillere çevrilen kimsemiz yoktur. Türkiye gibi büyük bir ülkenin, dünya çapında büyük fikir adamları, filozofları olması ve onların yazdıkları kitapların belli başlı dünya dillerine çevrilmesi gerekmez mi? Düşünce hayatımızdaki, edebiyatımızdaki bu korkunç durgunluk ve vasıfsızlık nasıl giderilecektir?
(10) Ülkemizdeki en büyük iktisadî bozukluk, gelir dağılımındaki korkunç adaletsizliktir. Millî gelirin yüzde altmışına yakın bir kısmını 720 bin kişi kazanıyormuş; geriye kalan da altmış dokuz milyona yetmiyormuş. Böyle bir bozuklukla bu ülke daha ne kadar ayakta kalacaktır? Hangi irade, hangi iktidar bu adaletsizliği ciddi, samimi, müessir bir şekilde düzeltmeye teşebbüs edecektir?
(11) Türkiye’nin belini büken en büyük bozukluk agresif din düşmanlığıdır. Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti; medeniyetin, insanlığın en temel, en birinci değeridir. Bu değer çiğnenmeye devam ettikçe, Türkiye’nin sağlıklı, dengeli bir yapıya sahip olması düşünülemez. Dünyanın bütün medenî ciddi, ileri ülkelerinde din ile devlet barışıktır, uyum içindedir, işbirliği yapmaktadır. Anyasasında lâiklik yazan, lâikliğin anavatanı olan Fransa’da bile devlet Katolik okullarına izin vermiştir ve onlara bütçesinden yardım yapmaktadır.
(12) Yıllardan beri bu ülkenin ormanları, çalılıkları, toprakları, gölleri, nehirleri, vadileri, kıyıları, koyları hoyratça tahrib edildi. Rüzgâr ekenler şimdi fırtına biçiyorlar. Eskiden görünmeyen büyük seller, su baskınları, toprak kaymaları sık sık görülür oldu. Gelecek yıllarda bu afet ve felâketlerin daha da artacağından korkulur. Bizim Karadeniz sahillerimiz dünyanın en güzel yerleridir. Biz o sahillerde kara ile deniz arasına iğrenç, korkunç, zevksiz bir yol yaparak tabiatı mahvettik. Gidenler anlatıyorlar, bizim doğu sınırımızdan Gürcistan’a geçilince, sahilde böyle bir yol yokmuş, orası daha güzel, daha tabiî duruyormuş.
(13) Türkiye’de bir ahlâk bozukluğu yok mudur? Yoktur diyenin alnını karışlamak gerekir. Topyekûn bir ahlâk buhranı içindeyiz. Ahlâkın ana kaynağı, temeli dindir. Din darbelenince ahlâk da zayıflar, sonunda yıkılır gider. Hukuk asgari ahlâktır. Bizde ahlâk elden gitti, hukuk da korku verecek bir şekilde sarsıldı. Türkiye’deki ahlâk bozukluğunu hangi kadrolar, hangi irade düzeltecektir? İslâmcılar, Türkçüler, Atatürkçüler, Marksistler, Lâikler… hangileri?
(14) Müslüman Türkiyeliler bu topraklarda, halk çoğunluğu olarak bin yıl boyunca İslâm’ın kanaat ve iktisat felsefesi ve ahlâkıyla yaşadılar, ayakta kaldılar. Son otuz-kırk yıl içinde kanaat ve iktisat felsefesi darbelendi. Onun yerine israf, gösteriş, aşırı tüketim, küfran-ı nimet, saçıp savurma geldi. Çok kazanan bir azınlık har vurup harman savurdu. Türkiye’nin yüz milyarlarca dolarlık serveti lüks meskenlere, lüks otomobillere, lüks ev döşemesine, lüks elektronik eşyaya, lüks giyim kuşama harcandı. Tarih sefahate düşen, lüks hastalığına yakalanan nice toplumun azıp battığını bize bildiriyor. Türkiye bu lüks, aşırı tüketim, gösteriş, gerekenden fazla konfor bozukluğuyla selamete çıkabilir mi?
(15) Tarihin hiçbir devrinde ve dünyanın hiçbir yerinde kırsal kesim, gecekondu, varoş kültür ve zihniyetiyle bir toplum ve bir devlet ayakta kalmamıştır. Türkiye’miz her geçen gün, biraz daha varoş kültür ve zihniyeti bataklığına batmaktadır. Küçük bir azınlığın lüks, konfor, teknik, zenginlik içinde yüzdüğüne aldanmayalım. Onların zihniyeti bedevî zihniyetidir. Eski bedevîler çadırlarda yaşarlarmış, şimdi nice bedevî saray yavrusu evlerde yaşıyor, deve veya at yerine şahane limuzinlerle dolaşıyor. Lakin kafa yapıları bedevîdir. Toplumumuz bedevîlikten, ilkellikten, göçebelikten, çapulculuktan nasıl kurtulacak? 16 Mart 2004