Cumartesi

 

Bazı gazeteler ve gazeteciler, fazla büyütülmemesi gereken hadiseleri haddinden fazla abartıyor; habbeyi kubbe, pireyi deve yapıyor. Büyük medyamız bazı önemli konularda âdil, objektif, bîtaraf, sâkin, soğukkanlı hareket edemiyor. Bizim gazeteciliğimiz çok gariptir. Haber vermek veya yorum yapmak yerine yönlendirmek, manipüle etmek, kışkırtmak tercih ediliyor. Ciddî bir gazete veya televizyon kesinlikle militanlık, fanatizm, aşırılık sergilememesi gerekir.

İç sayfalarda bir iki sütuna verilmesi gereken bir haberi manşet, hattâ sürmanşet yapıyor, ortalığı velveleye veriyoruz. 1939’da Hitler’in Polonya’ya saldırmasıyla İkinci Dünya Savaşı başladığında dünyanın ünlü gazetesi The Times, bu haberi dış siyaset sayfasında üç sütuna vermişti. Zaten, birinci sayfada veremezdi. Çünkü o tarihte Times’in birinci sayfasında sadece küçük ilanlar yayınlanırdı!

Ciddî bir gazete, sadece mizanpajı ile ciddi olmaz. Önemli olan yayın siyaseti, üslubu, tutumudur. Cumhuriyet, şekil ve baskı itibarıyla objektif, kaliteli, ciddi gibi görünür ama hiç de öyle değildir. AKP iktidara geldikten sonra çok aşırı, çok telâşlı, çok çırpınışlı, çok garip, çok akıl almaz bir yayın politikası takip edilmiştir. Seçimlere hile karıştırıldı mı? Hayır… Ortada hukuka aykırı bir durum var mı? Hayır… O halde bu telâş, bu feryad u figan, bu heyecan nedir?

Büyük basınımızın insan haklarına, demokrasiye, hukuka, millî kimliğe en uymaz tarafı din ve lâiklik konusundaki militanlığı, aşırılığıdır. Hem “Din bir vicdan işidir, din ve devlet ayrıdır, din ile hayat da birbirinden kopartılmalıdır” diyorlar, hem de hiç ara vermeden dinden, dinî konulardan bahsediyorlar.

Son yıllarda büyük gazetelerde din konulu manşetlerin bir kısmını toplayıp albüm halinde yayınlamayı düşünüyorum. İrtica Türkiye için en büyük tehlike ve tehditmiş… Peki irtica nedir? Onun tarifi yok. Çünkü tarif edilirse demagoji yapanların işleri zorlaşır. Birkaç hafta önce Kubilay hadisesinin yıldönümünde kışkırtıcı yayınlar yapıldı. Yetmiş sene önce olmuş, içyüzü hâlâ iyi bilinmeyen, artık tarihe intikal etmiş bir vak’a… AKP iktidar olduktan sonra Kubilay vak’asının yıldönümünü kutlamaları haberini kışkırtıcı bir üslupla verdiler. Ciddî, vasıflı, objektif bir medyaya yakışır mı bu?

Ezan ve Kur’ân Türkçe okunmalıymış… Dindar olmayan, inanıp inanmadığı bile açıkça bilinmeyen, bırakın cumaya gitmek, senede iki bayramda bile alınları secdeye varmayan birtakım yazarlar yıllardan beri bu konuyu işler dururlar. Diskotekte İngilizce şarkı okuması sakıncalı değildir de, camide Arapça Kur’ân ve Ezan okunması gericiliktir. Medyanın Ezana ve Kur’ân’a karışmaya ne hakkı var? Din madem ki, bir vicdan işidir, bu gibi konuları mıncıklamasınlar, dindarlara bıraksınlar.

Başörtüsü meselesini vahim bir kriz haline medya getirmiştir. Başörtüsü bu memlekette yeni bir şey değildir. Bu coğrafyada bin yıldan beri Müslümanlar var ve başörtüsü var… 1979 veya 80’de Galatasaray Lisesi’nin diploma töreninde başları sımsıkı örtülü beş dindar kız diploma almışlardı. O zaman bu hadise kimsenin dikkatini çekmemişti. Ortada gayet tabiî bir durum vardı. O kızlar dindardı, dindar oldukları için başlarını örtmüşlerdi…

Aradan birkaç yıl geçti ve başörtüsü meselesi gündemin birinci maddesi haline getirildi. Yapay, faydasız, lüzumsuz bir tartışma çıkartıldı. O günden beri on binlerce dindar kızımızın tahsil hakları engelleniyor. Türkiye’nin türban kavgaları ile uğraşacak hali var mı?

Ortadoğu’da savaş hazırlıkları hızılanıyor; memleket bin türlü kriz içinde çalkalanıyor; borç gırtlağa çıkmış; on milyonlarca vatandaş sefalet içinde inliyor; çivisi çıkmamış hiçbir müessese kalmamış ve bizim baylarımız türban, gericilik, çağdaşlık edebiyatı yapıyor.

Bir gazete, Hollanda’da bir ilkokulda başörtüsü konusunda çıkan anlaşmazlığı sütunlarına taşımış. Hollanda hükümeti bütün resmî devlet okullarında (ilkokullar dahil) başörtüsünü serbest bırakmıştır. Sadece özel okullara karışmamaktadır. Bizim gazetenin mal bulmuş mağribî gibi sarıldıkları haber, özel bir okulla ilgilidir. Hollanda devleti, orada hürriyet olduğu için özel okullara karışmamakta ancak Müslüman kızların başörtüsü takmalarına izin verilmesi yolunda tavsiyelerde bulunmaktadır. Durumu niçin benim anlattığım gibi, doğru ve objektif olarak yazmıyorlar da, çarpıtarak yazıyorlar?

Dünyanın en ileri, en demokrat, en hür, en medenî ülkelerinin binlerce üniversitesinde binlerce Müslüman kız başörtüsü, tesettür kıyafeti ile tahsil görüyor, onlara kimse karışmıyor. Peki bizim büyük medyamız bu konuda niçin bir röportaj yayınlamaz? Yayınlar mı hiç? Sonra gerçekler ortaya çıkar; bizdeki antidemokratik, hukuk dışı, insan haklarına aykırı uygulama anlaşılır.

Bu memlekette iki çirkin şey, iki büyük ahlaksızlık hayli rant getirmektedir:

Biri, din sömürüsüdür. Bir Müslüman olarak din sömürüsünden herzaman nefret etmişimdir; din rantı yiyenleri ağır şekilde lanetlemişimdir. İslâm dinine, Müslümanlara en büyük zararı dinsizler değil, dine hizmet eder gibi görünürken din rantı yiyen mel’un sömürücüler vermektedir.

İkincisi: Din düşmanlığıdır. Müzmin şekilde din düşmanlığı yapan, on milyonlarca vatandaşın en kutsal duygularını inciten, vicdanlara saldıran birtakım adamlar bu “hizmetleri” mukabilinde ayda onbinlerce dolarlık yağlı ballı maaşlar, arada bir, bir milyon dolarlık transfer ücretleri almaktadır.

Dinî konularda fikri yürütülemez mi, aykırı fikirler ileri sürülemez mi? Böyle şeyler olabilir ama günlük gazete sütunlarında değil, kitaplarda olmalıdır. Dinî konuları ayağa düşürmemek gerekir.

Daha öne yazmıştım, tekrar ediyorum: AKP iktidarı medya meselesini halledemezse, ilk fırsatta medya onun işini bitirecektir.

Müslümanlara da bir iki sözüm var. Otuz seneden beri dindar kesimde çuvalla para toplayan ve bunlarla hizmet yaptığını iddia eden birtakım baronlar bu ülkede niçin çok ciddî, çok tesirli, çok güçlü, çok vasıflı ve üstün bir medya kuramamışlardır? Medya bir ülkenin birinci gücü haline gelmişse ve o medya İslâm’a ve Müslümanlara militanca ve insafsızca cephe almışsa o memlekette Müslümanların hür, güvenli, huzurlu, haysiyetli bir hayat sürmeleri mümkün müdür? 12 Ocak 2003