Perşembe

Büyük bir din âliminin Allah’ın sıfatlarına dair kıymetli bir eseri basılsa fazla ilgi görmez, kapış kapış satılmaz, baskı üzerine baskı yapmaz. Müslümanların büyük kısmı Allah’ın sıfatlarını bildiği için mi? Hayır, konu onları fazla ilgilendirmediği için.

Türkiye’deki Yahudi Türklerin yâni Sabataycıların meşhurlarının, ileri gelenlerinin, yakın tarihimizde büyük rol oynamış olanlarının tanıtıldığı bir kitap çıkartılsa kapış kapış satılır, matbaalar basmaya yetişemez.

Müslümanlar ehemmi mühimme (en önemli olanı, önemli olana) tercih etmesini bilmiyor. On milyonlarca Müslüman günlük havadisler, siyaset dedikodularıyla, faydası olmayan meraklı konularla ilgileniyor.

Bir din okulundan mezun olmuş birine Ashab-ı Kiram’dan yirmibeş kişinin ismini sayınız denilse sayamaz ama yirmi beş politikacının ismini sayınız denildiğinde bülbül gibi konuşmaya, isim vermeye başlar.

Akıllı, sağduyulu, firasetli Müslüman kendisine yararı olan şeylerle zararı olan şeyleri bilen kişidir.

Akıllı kişi önce Yaratanını bilecektir. Bu da muteber akaid kitaplarından öğrenilir. Sonra Peygamberini tanıyacaktır. Bu da siyer kitaplarında yazılıdır. Yetecek kadar ilmihal bilgisini de öğrenecektir. Kuş kadar aklı olan bir kişi sık sık ilmihal okur ve temizlik, ibadetler, ahlâk-ı islâmiyenin esasları, Şeriat’ın hükümleri konusunda kendini kurtaracak kadar bilgiye sahip olur.

Camide namaz kılan kimseler görüyorum, secde esnasında ayaklarının durumu yanlış. Öylesine yanlış ki, namazın sıhhati tehlikeye giriyor. Birkaç sene önce bir camide tam imamın arkasında namaza durmuştum. İmam secde sırasında ayaklarını yere fıkıh ilminin bildirdiği şekilde koymuyordu, bilahare namazı iade etmek zorunda kaldım. Bu gibi Müslümanlar Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali veya Hacı Mehmed Zihni Efendi’nin Ni’met-i İslâm’ı gibi muteber ilmihalleri başucu kitabı edinseler ve her gün biraz okusalar nice yanlışlarını tashih etmiş olurlar.

Günde bir saat gazete okurlar, birkaç saat televizyon seyrederler, bol bol mâlâyâni laf ederler. Faydalı ilim öğrenmeye gelince ona vaktileri yoktur. Hayır vakitleri vardır da beyinleri yoktur.

“Benim şeyhim çok yüksek, öteki şeyhler çok alçak…” Böyle eşekçe sözler sarfeden adamlar dindar değil, beyinsiz ve ebleh kimselerdir. Terbiyeli ve efendi bir Müslüman, “Benim şeyhim çok muhterem bir zattır, öteki şeyhlere de hürmet ederim, onların da ellerinden öperim…” şeklinde de konuşabilir.

“Benim tarikatim veya cemaatim çok haktır, öteki tarikatlar ve cemaatler berbattır” gibi laflar edenler de eşekçe konuşmuş olurlar.

“Biz İslâm’a hizmet için ortaya çıktık, bizi desteklemeyen münafıktır…” diyenlerde olgunluğun, insafın iz’anın zerresi yoktur. “Biz İslâm’a hizmet için ortaya çıktık, destekleyen kardeşlerimize teşekkür ederiz. Desteklemeyen Müslümanlar da kardeşimizdir” diye konuşabilirler ancak.

Tasavvuf, tarikat ne demektir? Olgunluk, ahlâk güzelliği, fazilet, kerem, ihsan, hayâ, mürüvvet, takva, vera demektir. Suratsız, kırıcı, itici, kin besleyen, fitne ve fesat saçan, hakkı ve selahiyeti olmadığı halde başka meşrebteki mü’minlere tefkir eden, din sömürüsü yapan adamlara sûfî denilebilir mi?

“Herkes sapıttı, bir bizim taifemiz doğru yoldadır…” Bu gibi laflar da yakışıksızdır. İtikadı sahihse, Şeriat hükümlerine uyuyorsa Bektaşi de doğru yoldadır. Mevlevî, Kadirîden daha takvalı ise, üstün olan odur.

Müslüman o kimsedir ki, eliyle ve diliyle din kardeşlerine zarar vermez.

Cahil ve kaba sofudan Allah’a sığınmak gerek. İki rekat namaz kılar ve sonra niçin uçamadığına şaşar. Şaşkın!

İki arkadaş, büyük bir caminin içinde dolaşırken, namaz kılan birini görmüşler. Biri ötekine: “Şu zat ne kadar güzel, tâdil-i erkân ile namaz kılıyor” demiş. Bunu duyan herif namazını hemen bozmuş ve “Ben bugün aynı zamanda nafile oruç tutuyorum” sözünü sarfetmiş.

Müslümanların adam olmaları, olgunlaşmaları için mürşid-i kâmillere ihtiyaç vardır. Mürşid-i kâmiller, âmil âlimlerle birlikte yeryüzünde Resûl-i Kibriya efendimizin vârisleri, vekilleri, halifeleridir. Alim ve mürşid sayısı azalınca Müslümanlar bozulur.

Hakikî şeyhler ve mürşidler evliyaurrahmandır. Sahte, yalancı, sömürücü, bezirgan sözde ve taslak alimler ve müteşeyyihler ise evliyauşşeytandır.

Nakşilik, Kadirilik, Mevlevilik, Halvetilik sadece lafla, taçla, hırkayla olmaz. Tarikatlı Müslüman Kur’ân’a, Sünnet’e, Şeriat ahkamına, pirlerin ahlâk ve siyretine uyacaktır ki, gerçekten muhib veya derviş olsun.

Hakikî bir şeyh ve mürşid İslâm’a ve Müslümanlara yaptığı hayırlı hizmetler için yaratıklardan ücret istemez ve almaz. Çünkü onun işi Allah iledir, ücreti Allah’a aittir.

Biz doğru dürüst Müslüman olabilsek, dinden uzaklaşmışlar ve gayr-i müslimler fevc fevc imana geleceklerdir. Bugünkü halimizle onları kaçırıyoruz, soğutuyoruz.

İslâm mânevî neş’eler dinidir. İslâm müjdedir, tebessümdür, tesellidir. Abus vecihli, asık suratlı, itici, kırıcı, darıltıcı, kaçırıcı adamların İslâm’ı ve Ümmet’i temsile hakları yoktur.

O müşrik, bu kâfir, ötekisi münafık, berikisi bid’atçi… Böyle tekelcilikler ile ittifak ve ittihad sağlanır mı?

Zamanımız âhir zamandır, şimdi en önemli şey imanı kurtarmaktır. İnsanlara yapılabilecek en büyük hizmet ve iyilik onların mü’min olmalarına vesile olmaktır. Bu da güleryüzlülükle yapılabilir.

İslâm; cami hoparlörü, cami kaloriferi, cami ışıldakları ve zırıldakları dini değildir. İslâm muhabbettir, kardeşliktir, büyük barıştır. İslâm’ın güven ve silm şemsiyesi altında gayr-i müslimlere bile yer vardır.

Ağzına bir damla rakı, şarap, bira koymayan şu kaba sofuya bakınız, günde birkaç saat gıybet ediyor. Böyle sofu olur mu?

Peygamber ne buyuruyor: Ne mutlu o kimseye ki, kendi ayıplarına, günahlarına, kusurlarına bakmaktan, onlara üzülmekten başkalarınınkileri göremez…

Peygamberimiz yine “Komşusu aç yatarken onunla ilgilenmeyen, onun yardımına koşmayan bizden değildir” meâlinde buyuruyor. Biz ne biçim Müslümanlarız ki, milletin milyonlarcası aç, perişan, işsiz sürünürken keyfimize bakıyoruz.

Faydalı din, ahlâk, tasavvuf, siyer, menakıb kitaplarını okuyalım da, onların aynasında kendimize bakalım. Biz nasıl Müslümanlarız? 22 Eylül 2000