Pazartesi

 

(1) Kendilerinden olan bir kişinin fotoğraflarını gözden geçirirler, bunların içinde en fotojenik, en sempatik, en doğru dürüst olanını seçer ve yayınlarlar. Kendilerinden olmayan ve kızdıkları bir kimsenin pozları içinden en çirkin, en kötü çekilmiş olanını seçip yayınlarlar.

(2) Müslümanların aleyhindeki haberleri büyütürler, abartırlar, çarpıtırlar, saptırırlar ve menfi (olumsuz) bir kamuoyu oluşturmak için her şeyi yaparlar.

(3) Masonluktaki, Sabataizmdeki, resmî ideolojideki hurafe, mitoloji ve safsataları görmezler; Müslümanların dinî inanç, görüşlerine, kerametlerine, olağanüstü hallere ve hadiselere hurafe diyerek saldırırlar.

(4) Çağdaş bir Beyaz; Türklüğe, Türkiye’ye, Türklere saldırır, onları barbarlık, vahşilik, kıyımcılık ile suçlar ve bu yüzden mahkemeye verilirse ayağa kalkarlar, fikir hürriyeti diye bağırırlar ve saldırganı aklamak ve paklamak için ellerinden geleni yaparlar. Meselâ Türkler bir milyon Ermeni kesti, 30 bin Kürt öldürdü diyen adamı baştacı etmişler ve ona dokunulmaması için var güçleriyle çalışmışlardır. Buna mukabil, Müslüman bir gazeteci veya fikir adamı dinî kanaat ve fikirlerinden dolayı mahkemeye verildiği ve mahkûm olduğu zaman fazla ilgilenmezler, hele hiç müdafaa etmezler, doğrudan doğruya olmasa bile, dolaylı şekilde oh olsun dercesine yayın yaparlar.

(5) Bu ülkenin geleceğinin teminatı (güvencesi) olan liselerin eğitim seviyesi, gençlere verdiği kültürle ilgilenmezler, sadece okullardaki öldürme, yaralama, esrar çekme, sarkıntılık, tecavüz gibi kriminal vak’alarla ilgilenirler.

(6) Beyaz medyanın bir kere bile “Yahu bizden nüfusça ve yüzölçümü bakımından küçük olan, bizim kadar imkâna sahip bulunmayan, kalkınmaya bizden sonra başlayan Güney Kore otomotiv ve elektronik sanayiinde bir dev oldu; gemi inşaasında dünya birincisi, üniversite ve okulları çok düzgün, demokrasisi bizden daha etkili ve gerçek, kültürü yüksek de biz niçin onun kadar olamadık?” sorusunu sormamıştır. Çünkü böyle bir soru onların ideolojilerine, temel felsefelerine, mitolojilerine aykırıdır.

(7) Beyaz medyada beş vakit namaz kılan bir tek kodaman ve üst rütbeli adam göremez ve bulamazsınız. Bu memleket Müslümandır, halkın önemli bir kısmı namaz kılmaktadır. Namaz kılanların sayısı genel nüfusa nisbetle yüzde kaç ise, medyada bu oranda dindar ve amelli Müslüman bulunması gerekmez mi? Lakin onlar namaz kılanı aşağılarlar, gerici ve zararlı görürler ve böyle kimseleri aralarına almazlar.

(8) Milyonlarca Müslüman kadın içinden başörtüsünü çıkartan, çağdaşlaşan bir kadın zuhur ederse bu hadiseyi manşetlerine taşır, bir sürü tantana yapar; buna karşılık tesettüre giren önemli çağdaş bir kadın haberine bir satırla bile yer vermezler.

(9) Bir tiyatrocu, bir futbolcu, bir şarkıcı, bir manken, bir türkücü, bir magazin-man ölür, yaralanır, başına bir iş gelirse bu konuda geniş yayın yaparlar; büyük bir din adamı ölürse onunla ilgili böyle yayın yapmazlar, hadiseyi ya hiç vermezler, yahut küçük ve silik şekilde geçiştirirler.

(10) Zinayı, evlilik dışı birliktelikleri, evlilik dışı çocuk doğurmayı, eşcinselliği uygarlıkla özdeşleştirirler; İslâm’ın namus, iffet, neseb sıhhati gibi değerlerini inkâr ederler, hor görürler, bunlara gericilik ve hurafe derler.

(11) İçki içmeyi, sarhoşluğu medeniyet olarak bilir ve gösterirler, ülkenin herhangi bir yerinde içki engellenir ve kısıtlanırsa bunun aleyhinde bulunurlar.

(12) Kadın hakları ve hürriyetleri deyip dururlar da, bir gün olsun bir kere “Üzerinde resmî TC anteti bulunan vesikalarla Türk kadınlarına genelevde çalışma özgürlüğü verilmesini” tenkit etmezler.

(13) Dünyanın bütün (Evet bütün) medenî, ileri, demokrat, insan haklarına bağlı ve saygılı, hukukun üstünlüğü prensibini esas almış ülkelerinin bütün üniversite ve yüksek okullarında, yine Fransa’nın resmî liseleri hariç bütün liselerinde başörtüsü serbest olduğu halde, onlar bizdeki başörtüsü yasağını normal ve hukukî görmek çarpıklığı ile mâlüldürler.

(14) Lâiklik lâiklik deyip dururlar ama “Resmî bir Diyanet dairesi bulunan, 500 küsur resmî İmam-Hatip lisesi, 20 küsur resmî ilâhiyat fakültesi bulunan, bütün din görevlilerinin devlet memuru olduğu ve devlet bütçesinden maaş aldığı bir sistem nasıl lâik olabilir? Böyle lâiklik olur mu?..” sorularını hiç sormazlar, bu gibi sorulara cevap vermezler, daha doğrusu veremezler.

(15) İngiltere demokrasinin, hukukun, insan haklarının beşiği ve vatanıdır edebiyatı yaparlar, lâkin bir kere bile “İngiltere’de din-devlet birliği vardır. Millî İngiliz/Anglikan kiliselerinin başı hükümdardır; Büyük Britanya’da bütün liselerde, sabahleyin derslere başlamadan önce öğrenciler mecburî olarak okulun şapelinde (kilisesinde) toplanırlar ve dinî ayin yaparlar. Bu toplantıya katılmamak için velinin yazılı kağıdı gerekir” bilgisini vermezler.

(16) Beyaz medya kurmaylarının ve kodamanlarının çoğunluğu ateisttir, ateist oldukları için Allah’ın var olmadığını sanırlar ve Sovyetler Birliği’ndeki Bezbojnik hareketi gibi dinle savaşmayı kendileri için bir vazife sayarlar.

(17) Kendilerine göre son derece dar, son derece katı bir cumhuriyet anlayışları vardır. Din ile barışık, dinle uzlaşmış bir cumhuriyeti havsalaları almaz. Cumhuriyet ve lâikliği dine karşı olmak, dinle savaşmak, dini kösteklemek ve engellemek şeklinde anlarlar. Zaten onlar gerçek lâik değildirler, lâikliği bir din ve ideoloji şeklinde anlayan lâikçilerdir.

(18) Dindar (onların tabiriyle dinci) vatandaşları birinci sınıf vatandaş olarak kabul etmezler,
onları iç düşman, tehlike ve tehdit olarak görürler, onların bütün demokratik haklardan yararlanmasını doğru bulmazlar.

(19) Eşitlik prensibini teoride kabul eder gibi görünürler ama realitede kendilerini daha eşit olarak görürler.

(20) Yapay, hayalî, magazinel bir gündemleri vardır. Ülkenin, devletin, halkın asıl ve gerçek gündemi ile ilgilenmezler. Bütün gerçeklere, bütün hadiselere, bütün olgulara “Bunu yayınlamak bize tiraj kazandırır mı?.. Bizim ekmeğimize mi yağ sürer, yoksa Müslümanlara mı yararlı olur…” gözlüğüyle bakarlar. 26 Eylül 2006