Bal, Namus, Vatanseverlik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Şubat 2019
Salı
Ülkemizde üç çeşit bal satılmaktadır. Birincisi, hiç arı görmemiş yapay, sahte, uyduruk, yalan baldır ki, birtakım imalâthânelerde sakaroz, glikoz ve başka şeker cinsi maddelerin şerbetinin içine kimyevî bal esansı ve bal rengi katılarak yapılmaktadır. Bunlar kesinlikle bal değildir. Böyle bir üretim ve ticaret haramdır, ahlâksızlıktır, suçtur. Bu gibi ballar, yiyenlere zehir olur, bu yolla para kazananların kazançlarının hayrı ve bereketi olmaz, başlarına bir sürü belâ, musibet, azap gelir; kendileriyle birlikte çoluk çocukları da perişan olur.
İkinci çeşit bal, arı kovanlarının önüne şekerli şerbet konur, arılar bu şerbeti emerler, sindirim sistemlerinden geçirirler, daha sonra kovandaki peteklerin gözlerine doldururlar. Bunun ismi etiketlerde bal olarak geçer, lakin gerçek bal ile bir ilgisi yoktur. Bu üretimi ve ticareti yapanlar da ahlâksızdır, suçludur, günahkârdır, alçaktır, rezildir, kepazedir, namussuz ve şerefsizdir. Dünya serveti için böyle sahtekârlık yapılmaz. İnsanoğlu ne kadar şeytanlaştı, arılara bile dolaylı şekilde sahtekârlık yaptırıyor. Zavallı hayvancıkların bir suçu ve kabahati yok. Bundan birkaç sene önce Anadolu’dan bal getirip satan bir zattan yüzde yüz saf bal istedim, var dedi, “Bu balı gözüm için ilaç olarak kullanacağım, saf olduğuna yemin eder misin” dedim. Edemedi, “Sen git başka yerden al…” dedi.
Üçüncü çeşit bal, arıların tabiî şekilde yaptığı saf ve gerçek baldır. Arılar çevreye yayılırlar, çiçeklerin tatlı özlerini toplarlar, bir gram
bal için arının 60 bin çiçeğe konması gerekir. Bu hakikî bal bir şifa hazinesidir. Bin türlü derde, hastalığa iyi gelir. Peygamberimiz’in hastalara bal şerbeti tavsiye eden hadîs-i şerifi vardır.
Zamanımızda Türkiye’de baldan bol bir şey yok. Marketlere gidiyorsunuz, bal kavanozları tepe gibi yığılmış, fiyatları da çok ucuz. Acaba bunlar sahte bal mıdır, gerçek ve katışıksız bal mıdır? Tüketici, vatandaş bunu kendi imkânlarıyla bilemez. Devletin, sorumluların, belediyelerin üretilen balları sıkı şekilde kontrol etmeleri, her türlü sahtekârlığa mani olmaları gerekir. Acaba Türkiye’de devlet, belediyeler, sorumlular bu hizmeti hakkıyla yapabiliyorlar mı?
Son yıllarda hormonlu gıda ve sebzeler ülke çapında bir felâket haline gelmiştir. Büyük bir zelzele otuz, kırk, elli bin kişi öldürüyor. Hormonlu yiyecekler ise on milyonlarca vatandaşı zehirliyor, süründürüyor, öldürüyor.
Devlet ve belediyeler bu hormon işiyle de gereği gibi meşgul olmuyor, üzerlerine düşen vazifeleri yapmıyor. Koskoca İstanbul Belediyesi’nin meyve ve sebzelerdeki hormonu tesbit eden cihazları yokmuş. Bunlar pek pahalı şeyler de değil, 150 milyar liraya temin edilebilirmiş. Katrilyonluk bütçesi olan belediyemiz için bu rakam nedir ki?
Okuyucularımı, vatandaşlarımı uyarıyorum. Hormonlu meyve ve sebzelerle hem kendiniz, hem de çoluk çocuğunuz zehirleniyorsunuz, ileride fena şekilde hastalanabilir, bu yüzden sürüm sürüm sürünebilirsiniz. Devleti, belediyeleri, sorumluları sıkıştırınız, tedbir alsınlar, bu cinayeti önlesinler.
Hormon kullanan meyve ve sebze üreticileri de hem dünya, hem de ahiret ile ilgili büyük sorumluluk altındadır. Para kazanacağım diye halkını zehirleyenler elbette cezasız kalmazlar. Hormonlu yiyeceklerle para kazananlar bir gün gelecek kan kusarak, bin türlü derde ve belâya mübtelâ olarak inleyeceklerdir.
Medeniyet ve fen ilerledikçe gıda maddeleri de zehirleniyor. Yediğimiz her şeyde çeşit çeşit aromalar, boyalar, koruyucu maddeler bulunmaktadır. Ekmeklere bile sürü sepet katkı maddesi konuluyormuş. Velhasıl her yerimiz zehirle, kimyevî katkı maddeleriyle sarılmış vaziyettedir.
Ülkemizde ziraî ilaçlama işleri sorumsuzca yapılmaktadır. Aşırı miktarda kullanılan böcek öldürücü ilaçlar toprağı, suyu, yeraltı kaynaklarını zehirliyor, kirletiyor.
Dallarından henüz olgunlaşmadan ham iken kopartılan limonlar ve diğer narenciye ürünleri kimyevî maddelerle sarartılmaktaymış.
Piyasada, içinde bir gram et bulunmayan sosisler satılıyormuş.
Fakir ve orta halli halka ait hastahanelere gidiniz. Her yer hasta dolu. Ülkenin yarıdan fazlası malüldür. Yabancı ilaç sanayii Türkiye’yi pençeleri içine almıştır. Onlar için hasta yok, müşteri vardır. Onların tek gayesi daha fazla ilaç tüketilmesidir.
Zengin sınıflar, dünün kanaat ve ölçülü yaşama prensibini terketmişler ve çılgınlar gibi tıkınmaya başlamışlardır.İstanbul’da bir adamın 150 dolara bir öğün yemek yediği lüks lokantalar varmış. Birtakım magandalar buralarda hayvan gibi tıkınıyor ve ertesi günü de “Dün filan restorandaydım…” diye hava atıyormuş.
Bir ülke, bir halk, bir devlet sadece savaşla, bombayla, istilâ edilmekle çökertilmez; dolaylı, sinsî, içten çökertme ve çürütme metodları da vardır.
1. Bir halkın ahlâkını çökertirseniz, orada büyüklere saygıyı, akranlara sevgiyi, küçüklere şefkati yok eder, insanları birbirinin kurdu haline getirirseniz o ülke çöker.
2. Fuhşu, içkiyi, hırsızlığı, haram yemeyi, zinayı, tembelliği, yalanı dolanı, emanetlere (memuriyetler, vazifeler, makam ve mevkiler, riyasetler vs…) hıyaneti, azgınlığın her çeşidini, hedonizmi, paraya put gibi tapınmayı teşvik eder ve yayarsanız o ülke batacaktır.
3. Müslüman bir ülkede Rahman’a itaat ve ibadet bırakılır, Şeytanların ve Tağutların peşinden gidilirse orası yine batmaya mahkûmdur.
4. Halk kütleleri faziletli ve ahlâklı âlimlerin, bilgelerin, büyük adamların, kahramanların peşinden gitmez ve birtakım bayağı şarkıcı, türkücü, manken, artist, hokkabaz, şu’bedebaz, soytarı, muhannes, rezil, kepaze adam ve kadınlara hayran olur, onları kendisine ideal ve örnek alırsa o ülke çöker, batar, biter. (Hakikî ve namuslu edibleri, sanatkârları, müzisyenleri tenzih ederiz. Burada kasd edilenler yaramaz, uğursuz, faziletsiz kişilerdir.)
5. Ülkesini, dinini, atalarını, tarihini, millî kimliğini, millî kültür ve sanatını, geçmişini tahkir eden bir toplum, toprak altındaki köklerini inkâr eden ve onlardan kurtulmak isteyen bir ağaç gibi kurumaya, yıkılmaya mahkûm olur.
6. Bir ülkedeki çeşitlilikler büyük bir zenginlik ve güç kaynağıdır. İç ve dış düşmanlarımız Türkiye’yi TürkKürt, Sünni Alevî, sağcı solcu, ilerici gerici, dinci lâik, şucu bucu diye diye birbirine düşman ve rakip kamplara ve kesimlere ayırarak çökertmek istiyorlar. Onlar, “Böl, parçala ve hükmet” makyavelist ilkesini uyguluyorlar. Onlar halkımızı parçalayarak ülkemizi ve devletimizi soyup sömürüyorlar.
Henüz birkaç gün önce medyada ibret verici bir haber yayınlandı. İstanbul’un çok işlek bir semtinde kapkaç, gasb, haramilik, ahlâksızlık almış yürümüş. Buradaki bir resmî daireden altmış kadar eleman başka yerlere sürülmüş. Onlar gider gitmez haydutluk ve haramilik sona ermiş, suçlular yakalanmış ve suçlarını itiraf etmiş… Bu haberin yoruma ihtiyacı yoktur.
Sayın İçişleri Bakanımızın yukarıda özetini verdiğim hadise hakkında bir basın toplantısı yaparak milleti uyarması ve bilgilendirmesi gerekir. Kurtlar sürüye çoban olursa orada elbette huzur, dirlik ve düzen, rahat ve güven olmaz.
Bu ülkede yerinden oynamamış çivi kalmamıştır. Sahte bal derken lâf lâfı açtı ve nerelere geldik. Roma İmparatorlarından
Mark Orel’in bir vecizesi var:
Albatros çok iyi uçarmış, havada saatlerce durabilirmiş, rüzgârdan yararlanarak kanatlarını kırpmadan uzun müddet süzülebilirmiş. Lakin karaya indi mi zor yürürmüş. Göklerde alabildiğine hareketli ve çevik, yerde o nisbette hantal ve beceriksizmiş. Toplumumuzda albatrosa benzeyen kimseler çok. Laf sokmalarında uçtukça uçarlar; işe, yazıya, ciddiyete gelince bir şeycik yapamazlar.
Bugünkü Türkiye toplumu, nâdir istisnaların dışında şifahî, geveze, zevzek bir toplum haline gelmiştir. Bu iddiamı bin delille isbat edebilirim. Müsaadenizle bir delilimi sunayım. Her ülkenin basınında haftalık haber-yorum dergileri vardır. Bunlar günlük gazetelerden daha kalıcı ve ciddîdir. Size oniki ülkede yayınlanan böyle dergilerden birkaçının listesini vermek istiyorum:
Mısır: El-Ahali (tirajı: 50 bin), İsrail: Ha’ir (180 bin), Lübnan: El-Vatan el-Arabî (108 bin), Yunanistan: To Vima (204 bin), Macaristan: Heti Vilaggazdasag (200 bin), İtalya: Famiglia Christiana (1.5 milyon), L’Espresso (420 bin), Litvanya: Atgimimis (70 bin), Hollanda: Elsevier (370 bin), Polonya: Nie (780 bin), Portekiz: Expresso (141 bin), İsviçre: Construire: (390 bin), Çek Cum: Respekt (75 bin), Tyden (100 bin).
Bu ülkelerde başka haftalık haber-yorum dergileri de yayınlanıyor. Mesela Polonya’da bu tür haftalıkların yekûn tirajı iki milyon civarındadır.
Peki şu yetmiş milyonluk Türkiye’deki haftalık haber-yorum dergilerinin tirajları ve satışları ne kadardır? Maalesef liste başında gelen Aksiyon 20 bin civarındaymış. Onun yanında Tempo ve Aktüel var. Cümlesinin haftalık satışı 50 binin altında.
Türkiye’nin şifahî bir toplum olduğunu isbat etmek için başka delile hacet yok. Biz medenî,
seviyeli bir toplum olsaydık başarılı ve vasıflı bir derginin
gerekirdi.
Moskova’dan gelen bir dostum anlattı. Orada taksi şoförleri müşteri beklerken ya uyurlarmış, yahut da bir şey okurlarmış. Adam kendisini okur-yazar sanıyor. Bu hususta yemin etse başı çok ağrır. Okuma biliyor ama okumuyor; ne anladım ben bu okur-yazarlıktan?
Neymiş eşi istemiyormuş, kitaplar toz yaparmış… Böylelerinin kafaları tozludur. Bazı yeni yetmelerin salonlarında
var. İçleri çeşit çeşit alkollü içecekle dolu. Nane likörü, vermut, cin, kırmızı ve beyaz şaraplar, konyak… ama kitabı yok.
Vatandaş liseyi veya fakülteyi bitireli on beş sene olmuş ve bu onbeş sene içinde bir tek ciddî, vasıflı, değerli, faydalı kültür kitabı okumamış. Salağın biri şöyle diyormuş:
Böylelerinin akıllarına turp suyu sıkmak gerekir.
Sağa sola çatmayı bırakayım da biraz da sevgili Müslüman kardeşlerime birkaç çift lâf edeyim:
Kitap okuyacağız kitap!
1. Faydalı kitaplar. Peygamberimiz
buyurmuşlardır.
2. Değerli kitaplar,
3. Güvenilir, muteber kitaplar.
Müslümanlar son otuz beş yıl içinde binlerce çeşit irili ufaklı kitap yayınladılar, maalesef bunların yüzde doksanı para kazanmak için çıkartılmış yararsız, hattâ bazısı zararlı kitaplardı. Kitap sayısının çok olması gerekmez, gerekli konularda yeterli sayıda kitap telif veya tercüme edilmeli, bunlar milyonlarca adet basılarak halkın alıp okuması temin edilmelidir.
Sadece kitap almakla iş bitmiyor. Alınan kitap okunmalıdır. Okunan kitap anlaşılmalı, içindeki bilgiler hazmedilmelidir. Yine iş bitmiyor, anlaşılan bilgiler hayata uygulanmalıdır.
Herifin kütüphanesi var, lakin kitaplarını okumuyor, onlardan faydalanıp ilim ve irfan sahibi olmuyor. Böyle bir adam kitap hammalıdır. Eskiden Cağaloğlu’nda kitap hammalları vardı. Matbaalardan yayınevlerine kitap paketlerini taşırlardı, çoğu okuma yazma bilmezdi. Okumayan kitap ve kütüphane sahibi böyle bir hammaldan farkı yoktur.
Herkes yazamaz, yazar olamaz ama herkesin okuması gerekir. Dindarlara hitap ediyorum: Faydalı, müsbet kitaplar okuyunuz. Bozuk din kitapları kişiyi dininden imanından eder. Câhil hekim kişiyi canından edermiş; bozuk adamların kitaplarını okuyanlar sapıtır, ebedî saadetlerini yitirir.
Müsteşrik (oryantalist, doğu bilimci) kafalı ilahiyatçıların telif ettiği saçma sapan kitaplar okuyanı Mevlasına değil, belasına götürür.Sahih-i Buharî’deki hadîsleri inkâr edenlerden bu ümmet’e ne yarar gelir?
Okumak, okumak, okumak… İşte en mühim meselemiz.
Geçenlerde, bir din okulundan mezun olmuş bir genci (iznini alarak) imtihan ettim,
dedim. Şaşaladı, dut yemiş bülbül gibi lâl ü ebkem
kesildi.
deseydim yüzlercesini sayacaktı.
Yapacağımız ilk iş küçük bir ilmihal alarak temel din bilgilerimizi öğrenip hafızamıza nakş etmek olmalıdır. Sonra
ahlâk, tasavvuf, menkabe kitaplarını okumamız gerekir. Evliya
nasıl yaşamışlar, nasıl davranmışlar, nasıl ibadet etmişler, ahlâkları ve karakterleri nasılmış?..
Liselerimizde doğru dürüst
mantık okutulmuyor. Çünkü bugünkü düzenin mantık bilen insana ihtiyacı yoktur. Mantık bilen vatandaş derhal muhalif olur, sorgulamaya başlar. Müsbet kafalı bir zatın yazdığı bir mantık kitabı almalı ve güzelce okumalıyız.
Tarihimize, ecdadımıza, millî kimlik ve kültürümüze saygılı, devamlılık şuuruna sahip tarihçilerin yazdığı tarih kitaplarını okumalıyız.
Müslümanlar ve genelde bütün halk israfa, aşırı tüketim hastalığına saçıp savurmaya batmıştır. Anti-tüketim, kanaat, iktisat, ölçülü yaşama konusunda kitap varsa onları alıp okumalıyız.
Görgü (Adab-ı muaşeret), edeb, yüksek ahlâk kitapları okumalıyız. Herkesin arasında el parmaklarını çıtırdatmanın çok ayıp olduğunu nasıl öğreneceğiz.
İsm ve resm dindarı olmakla iş bitmiyor, iyi Müslüman olmak gerekiyor. İyi Müslüman iyi insan, iyi vatandaş, iyi komşu demektir. Otomobille giderken sigarasını pencereden yola atan kimse ne iyi Müslümandır, ne iyi insan, ne de iyi vatandaş. Kaba ve görgüsüz kerestenin tekidir!
Müslümanlarda akıl olsa, bütün ülkeyi bir kütüphaneye çevirirlerdi. Ülkemizde en az on bin yerde okuma-kültür merkezleri açılmalıdır.
Herif günde sekiz saat uyuyor, sekiz saat çalışıyor, bir iki saat yiyor içiyor, birkaç saat gevezelik, gıybet, zevzeklik ediyor, geri kalan zamanını mâlâyâni ile öldürüyor ve yirmi dört saat zarfında yarım saat faydalı okuma ile meşgul olmuyor. Böyle bir adamın hayatı kaymış demektir.
Şifahî ve bedevî toplumdan medenî, yazılı, okuyan topluma nasıl dönüşeceğiz? 15 Ocak 2004