Asr-ı Saadet’ten Sonra Osmanlı Sistemi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Aralık 2018
İmanın altı şartından kadere kitaplarında yer vermeyen, imanın şartlarını beşe indiren o zat Pakistan’da uzun yıllar boyunca siyaset yaptı ve başarılı olamadı. Halbuki Pakistan bir İslâm Cumhuriyeti idi ve anayasasında “Şeriata aykırı kanun yapılamaz” yazılıydı. Durum bu kadar müsait iken, imanın şartlarını beşe indiren bu zat niçin başarılı olamadı?
Son yüz yıl içinde İslâmcılar başarılı olamadılar. Bu başarısızlığın sebepleri nelerdir?
Başarısızlık Masonların, Siyonistlerin, sömürgecilerin, emperyalistlerin, münafıkların, Deccalların Kezzabların Süfyanların çıkardığı fitne ve fesatlar yüzündendir diyerek, suçun tamamını dinsizlerin üzerine atmak çok ucuz ve kolay bir izah tarzıdır.
Kabahat İslâmda değil, hatâlı Müslümanlardadır. Kabahat reformcularda, bid’atçilerde, dinde değişiklik ve yenilik isteyenlerdedir.
Kabahat Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesinin dışına çıkanlardadır.
Ehl-i Sünnet İslâmlığında Ümmet birliği vardır. Bu birliğe karşı olanlar bid’atçidir.
Ehl-i Sünnet İslâmlığında râşid ve âdil bir İmama biat ve itaat vardır.
Ehl-i Sünnet Sevad-ı Âzamdır.
Ehl-i Sünnette rahmanî çeşitlilik vardır ama şeytanî tefrikaya yer yoktur.
Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra Kur’an ve Sünnete en fazla mutabık olan İslâmî uygulama, Osmanlı sistemidir.
Osmanlı bir
, bir
idi. Ulus devletler tam mánâsıyla İslâmî olamaz. Osmanlı karşıtı aktivist İslâmcılar hayal peşinde koşuyorlar.
Osmanlı devletine sömürgeci diyen bazı
, birlikten şu veya bu şekilde ayrılmanın ağır faturasını ödüyor.
Osmanlının yükseliş asırlarındaki başarının mânevî sebeplerinden birincisi Ehl-i Sünnete ve Cemaate hizmet etmesidir.
Osmanlı ilk üç Halifeye ve Ashabı Kirama düşmanlık edenlerle savaşlar yapmıştır. Osmanlı Şeriatı baş tacı etmiş, onu uygulamıştır. Osmanlı tarihinde,
hazretlerinin
gibi bir zulüm yoktur.
Osmanlı, yükseliş devrinde o kadar âdil idi ki, Orta Avrupaya sefere çıkan
ve
Osmanlıların da elbette hataları, günahları olmuştu ama onların
niçin ortaya yeni bir Osmanlı devleti koyamıyor da,
Kur’anda
buyuruluyor.
Bütün bu hezimetlerin, yenilgilerin, zillet ve esaretlerin sebebi Kur’andan, Sünnetten, Şeriattan, fıkıhtan, İslâm ahlâkından ayrılmış olmaktır.
Ümmet birliği olmazsa işte böyle olur. Kendisine biat ve itaat edilen râşid ve âlim bir İmam olmazsa işte böyle olur. Ehl-i Sünnet ve Cemaatten yolundan, Sevad-ı Âzam dairesinden ayrılmanın sonu böyledir.
Ehl-i Sünnet sahih itikat sahibi olmak, beş vakit namazı dosdoğru kılmak, Ümmet şemsiyesi altında yer almak, râşid imama biat ve itaat etmek, ahlâkını düzeltmek, Sünnet-i seniyyeye uymak, büyük ve küçük cihad yapmak, zekatı dosdoğru vermek, kafirleri dost ve veli edinmemek, ilmihalini doğru öğrenmek ve o doğdu bilgileri hayata uygulamak, Müslümanca yaşamak demektir.
Yalan bağımlıları vardır. Yalan onların kanına, beynine, iliğine kadar işlemiştir. Yalan söylemeden duramazlar. Bunlar
demekle yalandan vaz geçirilemez.
İftira makinaları da böyledir. İşleri güçleri fitne ve fesat olanlar…
Arada bir içeni belki vaz geçirebilirsiniz ama alkolik olanı “Yapma etme, devamlı içme, hem kendini hem aileni mahv ediyorsun” demekle vaz geçirmek mümkün müdür?
Uyuşturucu bağımlıları da böyledir. Nasihat falan çare olmaz onlara, eroin kokain alamazlarsa krize girerler.
Yalan dolan, fitne fesat, gıybet tecessüs, nifak şikak bağımlılarına yapma etmenin faydası olmaz. Terk edemezler zararları alışkanlıklarını, bağımlılıklarını.
Tıp alkolikler, uyuşturucu bağımlılarına rehabilitasyon tedavisi uygular. Bu tedavi masraflıdır, uzun sürer.
Alkolizm bir ülkede yaygın hale gelirse toplum yıkılır çöker. Bugün Rusya’da böyle yaygın bir alkolizm vardır.
İslâm dini yalanı, iftirayı, gıybeti, tecessüsü, aldatmayı yasak kılmıştır… Maalesef bizde bunlar yaygındır.
Her zaman olmuştur ama zamanımızda para tutkunluğu genel bir bela haline gelmiştir.
Bütün zararlı bağımlılıklardan kurtulması için toplumun genel bir ahlâkî rehabilitasyon tedavisine tâbi tutulması gerekir.
Bu iş evliyâ-i umurun (idarecilerin) , din hizmetlilerinin vazifesidir. Onlar bu vazifeyi yatay iradeleriyle yapmazlarsa, toplum bozuldukça bozulur ve devreye dikey Küllî İrade girer. Öyle bir rehabilitasyon olur ki, ne kuru kalır ne yaş.
Herkes elbette yalancı, gıybetçi, iftiracı, fitne ve fesatçı değil. Lakin, sadece kendisi kötülük yapmamakla iş bitmez. Kötülükleri ve kötüleri engellemek gerekir. Din dilinde buna nehy-i münker adı verilir. İyi olabilmek için hem kendin kötülük yapmayacaksın, hem de kötülük yapanlara mâni olacaksın.
Nehy-i münker üç türlü olur: (1) İmkanı olanlar fiilen engellemeye çalışır… (2) Bu imkana sahip olmayanlar lisan ve yazı ile kötüler ve engel olmaya çalışır… (3) Buna gücü yetmeyenler kalben karşı olur, nefret eder… Bu sonuncusu için Resulullah efendimiz (Salat ve selam olsun ona) ” Bu, imanın asgarîsidir…” buyurmuşlardır. Yani, kötü, çirkin, günah, isyan mahiyetinde bir iş görüp de ona kalben muhalefet etmeyenlerin imanından korkulur.
Bu memleket yalanla, dolanla, aldatmayla, zinayla, ribayla, kumarla (millîsi bile var!), rüşvetle, israfla, çıplaklıkla, çocukları bile uyuşturucuya alıştırmakla, akla gelebilecek her türlü azgınlıkla doldu. Kötülükler, haramlar, büyük günahlar açıkta, açıkça, azgınca, küstahça, meydan okunurcasına işlenir oldu… Birtakım latilokum, kuşkonmaz Müslümanların bunlara aldırdıkları yok. Tabiî karşılıyorlar. Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını sanki tâtil etmişler. Birkaç yıldan beri çok geniş bir hürriyet var ama lisanla, yazıyla nehy-i münker yapmıyorlar.
Müslüman bir ülkede, yapılma imkanı, hürriyeti ve fırsatı olduğu halde, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmazsa oraya hışım ve azab inmesinden korkulur.
Kötülüklerin, onları kınamaksızın, engellemeye çalışmaksızın sadece dedikodusunu yapmak, bu dedikodudan sapıkça zevk almak, hiç kimseyi vebalden ve sorumluluktan kurtarmaz.
Altı aya yakın bir zamandan beri ülkemiz pislik içinde. Milyonlarca Müslüman bu pisliğin dedikodusunu yapıyor.
Maddî ve mânevî yangınlara karşı etkili bir itfaiye teşkilatı kurmayan toplumlar yanmaya, yıkılmaya mahkumdur.
Bugünkü çirkin savaşın, yangının, sivil darbe teşebbüslerinin, fitnenin, tefrikanın, yaygın ve yoğun yalanların önlenmesinin çaresi emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaktır. Bu yapılmazsa, bunu yapmayan ve kendilerini iyi sanan gafiller de felakete ve yanmaya hazır olsunlar. 19.05.2014