Asıl Gündem, Bayağı Yapay Gündem…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 15 Aralık 2018
Bakıyorum da, Türkiye’nin asıl meseleleri gündeme alınmıyor. Halk skandalları, krizleri, rezaletleri, çekişme ve tepişmeleri, reyting balonlarını gündem sanıyor.
Bunlar gündem değil, mündemdir, gelip geçici fasa fiso şeylerdir, derinlikleri ve sebatları yoktur. Filan gazeteci veya general darbe planları yaptığı için tutuklanmış; bu önemli bir gündem maddesi değildir.
Millet Meclisi’nde kavga gürültü olmuş, bazı sayın milletvekilleri birbirlerinin üzerine yürümüş, küfürleşmeler olmuş… Bu da önemli değildir.
Yağcıların ve yalakaların övgüleri… Olumsuz muhaliflerin iktidarı yerin dibine batırmaları… Bunlar da önemli değil.
Ya o rezil ve sefil magazin haberleri…. Vıcık vıcık şehvet kokan resimler…
Bunlar hep mâlâyâni şeylerdir. Mâlâyâni ne demek?.. Bilmeyenler lügatlere, kitaplara bakıp öğrensinler.
Bu ülkenin çok önemli, çok derin, çok hayatî, gelip geçici olmayan devam eden kalıcı bir gündemi vardır.
Edebî ve yazılı türkçe, gerçek gündemin birinci maddesidir. Biz, 1928’den bu yana lisansız ve yazısız kalmış bir halkız. Lisan konusunda zekâ özürlü seviyesindeyiz. Aynı lehçeyi konuştuğumuz Azerbaycan ve Kerkük Türkleri bile bizim kadar düşmedi lisan konusunda. 1928’den önce basılmış Türkçe roman, hikâye, tarih, düşünce, din kitaplarını okuyamayan cahillerin general veya gazetecilerin tutuklanması, magazin dedikoduları, günübirlik havaî haberlerle hop oturup hop kalkmaları gülünçtür, hem de çok ayıptır.
BİZ TARİHİNİ YİTİRMİŞ BİR HALKIZ. Bir toplumun tarihini yitirmesi hâfızasını yitirmesi ve işinin bitmesi demektir.
BİZDE DİN KONUSUNDA DEHŞET VERİCİ BİR KAOS ve KAFA KARIŞIKLIĞI VARDIR. Çok önemli bir gündem maddesidir bu.
TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL BARIŞ ve uzlaşı var mıdır? Yoksa çözülüp dağılan bir toplum muyuz? Bizim yapay gündemimizde böyle bir madde var mı?
ŞEFFAF ve TEMİZ bir rejimimiz, idare şeklimiz var mı?
BİZDE SOSYAL ADALET VAR MI? Millî gelir âdilâne şekilde paylaşılıyor mu?
ŞEHİRCİLİĞİMİZ ve MİMARÎMİZ ne DURUMDA?
KÜLTÜRÜMÜZ MEDENÎ ve ŞEHRÎ bir KÜLTÜR MÜ? Yoksa bedevî bir kültür mü?
KADIN ve KIZLARIMIZIN DURUMU NASIL? Devletin birtakım kadınlara TC resmî fuhuş vesikaları vermesi, yasal fuhuşhanelerde kadın satılması, bundan KDV ve gelir vergisi alınması, genelevler imparatoriçesi Madama resmî törenlerde ödüller verilmesi, yasal genelevlerin kapısında devletin resmî memurlarının nöbet tutması…. Bu konu niçin gündeme alınmıyor?
(Müslümanlar için…) Bilhassa sabah namazlarında camilerin boş olması konusu niçin gündemimizde değil? (Yine Müslümanlar için…) Müslümanların tek bir ümmet olması ve bu ümmetin başında bir İmam-ı Kebir bulunması konusu niçin gündemde değil?
Çağdaş, ilerici Selanik medyası Müslüman halkın önüne şeytanî bir top atıyor ve milyonlarca Müslüman çılgın gibi onun peşinden koşuyor.
Yağcılık ve yalakalık almış yürümüş. Din baronları edebiyatı kusturucu seviyede.
Biz asıl gündem maddelerini bırakmışız futbolcular, mankenler, artistler, şarkıcılar… Dedikodu dedikodu dedikodu… En âdisinden magazin haberleri… Şehvet… Müstehcenlik… Bayağılık beyinsizlik… (“Şevki” beyciğim yanılıyorsun, çok karamsarsın…)
Bazısı parasız, bazısı çok ucuza yapılacak küçük iyilikler vardır. Küçük ve ucuz diyerek bunları yapmaktan geri kalmayalım. Allah mü’min kullarının bütün iyiliklerini bilir ve yazdırır, onlara bazen yediyüz katı sevap ve mükâfat verir.
Bu iyiliklerin bir kaçını yazıyorum:
1. Şu soğuk kış aylarında kuşlara, kedilere, köpeklere, vahşi hayvanlara yiyecek vermek.
2. Güler yüzlü olmak. Hadîs: “Din kardeşine tebessüm etmen, o da bir sadakadır, hayırdır.”
3. Mütevazı da olsa, fakir birini yanına alıp onunla birlikte yemek yemek.
4. Küçücük de olsa, içinde faydalı bilgi bulunan bir risale veya kitapçığı hediye etmek.
5. Dostlardan, tanıdıklardan birini telefonla arayıp halini hatırını sormak.
6. İstanbul’da vapurla karşıya geçerken martılara ekmek vermek.
7. Tanıdık ve güvenilir bir muhtara gidip, çok fakir ve yoksul birinin adresini öğrenip ona bir torba erzak hediye etmek.
8. Üzerinde şüphe ve tereddüt olmayan çok açık bir haksızlık ve yanlışlıkla ilgili olarak, resmî bir makam veya şahsiyete çok terbiyeli bir mektup göndermek. (Telefon etmekle olmaz, mutlaka yazılı ve kalıcı olmalıdır.)
9. (Kendinize iyilik) Öfkelenirseniz, öfkenizi yenin.
10. Yine kendiniz için: Biri size kötülük yaptı, nefsiniz intikam diye haykırıyor, intikam almaktan Allah için vaz geçiniz. Kötülük yapanın hayrı, ıslahı, Müslüman değilse hidayeti için dua ediniz.
11. Susuz kalmış bir çiçeğe veya bitkiye su veriniz.
Zehirleyerek ve zehirleterek öldürmeler tarihin her çağında olmuştur.
Çağımızda fenler, ilimler, teknikler çok ilerlemiştir.
Merhum Turgut Özal’ın öldürüldüğü söyleniyor…
M. Kemal Paşa’nın da zehirlendiğine veya kasten yanlış tedavi edilerek öldürüldüğüne dair iddialar ve rivayetler var.
Kaç yıl geçti, şu anda tam tarih veremeyeceğim, Ruslar eski bir ajanlarını öldürücü radyasyon taşıyan bir madde ile, sığınmış olduğu İngiltere’de ortadan kaldırmışlardı.
Bazı ülkelerde birtakım devlet ve hükümet adamlarının güvenmedikleri yerlerde çay ve kahve içmekten, yemek yemekten korktuklarına dair de hayli rivayet var.
İlim ilerledi demiştim… Eskiden zehirlemeler genellikle pek basitti. Mesela arsenik (sıçan otu) kullanıyorlar, kişiyi önce hasta ediyorlar, sonunda ölüyordu. Arseniğin tahlil edilmesi de çok kolaydı.
Zamanımızdaki zehirleme teknikleri bambaşkadır. Özal zehirlendi deniliyor ama ortada fol yok yumurta yok. İkram edilen çaylarda, kahvelerde, sularda… Yemeklerde… Cebine atılan pirinç tanesi kadar radyoaktif bir madde…
İlim ve teknik çok ilerledi demiştim. İnterneti açınız,
kelimesiyle ararsanız, yapay deprem yapıldığına dair bilgiler bulursunuz. Hangisi ciddî, hangisi gayr-i ciddî bilgidir bir şey söyleyemem. Türkiye’mizde şu anda böyle zehirlemeler olabilir mi? Ne bileyim ben.. 24 Şubat 2012 Cuma
Yakın tarihimizde Türkiye Sünnîleri çok acılar çektiler, çok zulme ve haksızlığa mâruz kaldılar, öz vatanlarında ikinci sınıf vatandaş, köle, parya, sömürge yerlisi statüsünde yaşadılar. Nice Sünnî hocalar ve şeyhler asıldı, nice Müslüman zindanlarda çürüdü, mahkemelerde süründü.
Başlarına gelenlerde Sünnîlerin hiç mi, suçu, ihmali, gafleti yoktu?.. Olmaz olur mu?.. Onlar kendi hatâlarının cezasını çektiler.
Bu hatâlardan bazısını saymama izin veriniz:
1. Sünnî kesim en parlak, en imkânlı, en zeki, en kabiliyetli, en istidatlı, en vasıflı oğullarının yeterli miktarını subay ve öğretmen yetiştirmedi. Müslümanlığa zıt kadrolar oluştu ve sonunda Sünnîler cezalarını çektiler.
2. Sünnîler birlik ve beraberlik içinde olamadılar. İslam düşmanlarının ana prensibi şuydu: Böl, parçala ve hükmet… Sünnîler bu tuzağa düştüler.. Şu andaki halimize bakınız: İrili ufaklı belki de binlerce Sünnî hizip, fırka, cemaat, grup, klik var… Bunlar arasında üniter bir hiyerarşi yok. Hepsi bağımsız, birbirinden kopuk. Müslümanlar ne federasyon, ne de konfederasyon oluşturuyor. Yine yazacağım: Mübarek Ramazanlarda, beş yıdızlı şaraplı lüks lokantalarda bazı Müslümanlar papazlar, patrikler, hahamlar; monsenyörler, zangoçlar ve pastörlerle birlikte neş’e ve muhabbet içinde bir araya gelebiliyor ama şu anda kadar çeşitli İslamî cemaatlerin, tarikatların, grup ve hiziplerin önemli şahsiyetlerinin bir araya geldiği görülmemiştir. Bendeniz böyle tenkitler yapınca bazı mutaassıplar ve holiganlar “Sen münafıksın!…” diye çamur atıyor. Söyleyin haksız mıyım?
3. Sünnî Müslümanların çok büyük noksanlarından biri bedevî ve kırsal kesim kültürü bataklıklarına düşmüş olmalarıdır. İslam bedevî ve a’râbî dini değildir, medeniyet dinidir. Sünnî Müslüman kesim edebiyatta, Şeriatın izin vermedikleri dışındaki her çeşit sanatta, mimarlıkta, dekorasyonda, kılık kıyafette, serpuşta, ilmî araştırmalarda ülkenin en vasıflı, en üstün, en güçlü zümresi olmalıdır. Taşra, gecekondu, köylü kültürü ile bir yere varmak mümkün değildir.
Sünnî Müslümanlar son kırk elli yıl içinde kırk bin yeni cami inşa ettiler, bu sahada yekunu yüz milyarlarca dolara varan harcamalar yaptılar ama sanırım bu yeni camilerin ancak (bilemediniz) yüz tanesi mimarlık sanatı bakımından geçer not alabilecek mahiyette oldu.
4. Sünnî Müslümanların baskıları karşısında İmam-Hatip mektepleri açtı ama onlar Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslamlığına uygun örnek İslam okulları olmadı.
Listeyi burada kesiyorum…
Sünnî Müslümanlar kurtulmak istiyorlarsa aşağıdaki teklif ve temennileri düşünmelidir:
1. En zeki gençlerin bir kısmı askerî okullara verilmelidir.
2. Yine zeki gençlerin yeterli kısmı öğretmen yapılmalıdır.
3. Bugünkü resmî ideolojik eğitim sistemi iflas etmiş olduğu için ona paralel alternatif bir eğitim sistemi kurulmalıdır.
4. Bütün Sünnî Müslümanları kapsayacak bir hizmet ve faaliyet plan ve programı yapılmalıdır.
5. Bütün cemaatler, tarikatlar, hizip ve fırkalar, gruplar bir federasyon çatkısı altında birleşmeli ve başlarına ehliyetli ve sâlih bir İmam-ı Müslimîn seçerek ona biat ve itaat etmelidir.
6. İçimize, bünyemize sızmış olan ajanlar, casuslar, provokatörler, arivistler, din soyguncuları, zekat uğruları, münafıklar, İbn Sebe’ler, reformcular, holiganlar ayıklanmalıdır.
7. İslamî hizmet ve faaliyetler Ümmetin en bilgili, en kültürlü, en bilge, en ahlaklı ve faziletli, en tecrübeli ve birikimli, en ihlaslı, en mürüvvetli, en sabırlı seçkinlerine ve âqillerine tevdi edilmelidir.
8. Korkunç boyutlara ulaşmış olan din ve mukaddesat sömürüsü mutlaka önlenmelidir.
9. İyi niyetli olsalar da zeka özürlüler, yetersizler, humeka-i kiram hizmet sahasından dışarıya itilmeli, kaydırılmalıdır.
10. Kitapları 100 lisanda yüz milyonlarca nüsha basılan
de geride bırakacak bir İslamî dâvet, tebliğ, propaganda, irşad, bilgilendirme, uyarma, aydınlatma seferberliği başlatılmalıdır.
Bendeniz bazı teklif ve temennilerde bulunuyorum; bazı yapıcı tenkitler beyan ediyorum… Bazı dar kafalı holiganlar bunlara karşı
diye bağırıyor. Ya Rabbi ne hallere düştük…
(Memlekete biraz hürriyet gelince bir kısım Sünnîlerin ne korkunç zokalar yuttuklarını, nasıl hıyanet ettiklerini hep birlikte seyrediyoruz. Eskiden bu düzen bozuk diye haykıran sahte mücahitlerin bir kısmı şimdi mücahitlik postunu attılar ve düzenin haram rantlarına saldırdılar. Ne acıklı, ne ibretli, ne dehşetli manzara…)
Selamün aleyküm… Cenab-ı Hak’tan sıhhat, afiyet ve hayırlı başarılar dilerim.
Artık başlamışsınız, devam edeceksiniz ama keşke tıbba gitmeseydiniz derim.
Tıp çok uzun ve yorucu bir tahsil gerektiriyor. Bazen hazırlık sınıfıyla yedi yıl tahsil görüyor diploma alıyorsunuz ve bitmiş olmuyor. Ardından ihtisas.
İslamiyet’e muhlisen lillah hizmet etmek istiyorsanız kültür ve sanat açısından merhum Dr. Süheyl Ünver gibi bir doktor olmanızı tavsiye ederim. Tabiî din dışı kültürden ve sanattan önce asıl dinî kültür gelir. O konuda Ehl-i Sünnet ulema, fukaha, mürşid ve velilerine tâbi olunuz.
İslam’ı bilerek yaşamanız gerekir. Sahih bir itikada sahip olmalısınız. Beş vakit namazı dosdoğru kılmalısınız. Kendinizi kurtaracak kadar ilmihalinizi bilmelisiniz.
Şehirli ve medenî bir Müslüman olmalısınız. Kur’an, Peygamber, İslam, Selef-i Sâlihîn ahlakı ile mütehalli (süslenmiş) olunuz.
İleride muayenehane açarsanız haftada bir gün fakir hastalara ücret almadan bakınız. Bazen çok yoksul ve miskin kişilerin ilaç parasını, kimseye göstermeden büktüğünüz reçetenin içine koyunuz.
Aklınız fikriniz para, zenginlik, yeme içme, lüks israf, gösteriş olursa, hizmetten geçtim, Müslümanlığınız bile tehlikeye girer.
Unutmayın:
hoca hakkında Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar hocanın yazdığı değerli kitabı alınız. (Ötüken yayınları). Dikkatle okuyunuz. Kültür ve sanat bakımından merhum Süheyl bey gibi bir doktor olunuz.
Bu arada sakın namazı bırakmayınız.
Din konusunda Hüccetülislam İmamı Gazalî hazretlerini imam ve önder kabul ediniz. İhyau Ulûmiddin başucu kitabınız olsun.
Bu kitabtan her gün dikkatle bir miktar okuyun. Okuduklarınızı iyice öğrenin, sakın unutmayın.
Öğrendiklerinizi hayata uygulayın. Gençsiniz, bir yol ayrımındasınız. Bir tarafta Mevla’ya gider yazıyor, öbür tarafta belaya gider… Siz Mevla’ya giden yolu seçiniz. 25 Şubat 2012 Cumartesi
SURİYE halkının yüzde sekseni Sünnîdir.
Suriye’de, sayıları en fazla yüzde on olan Nuseyrî azınlığı egemendir.
Suriye Sünnîleri ağır baskılar, zulümler, işkenceler, kıyımlar altında inlemektedir.
İran İslam Cumhuriyeti’nin Suriye’deki Nuseyrî azınlık diktatörlüğünü desteklemesi üzüntü vericidir.
Türkiye’deki bazı radikal ve aktivist Müslümanların Suriye’deki Esed rejimini desteklemeleri de dikkat çekicidir.
Din bir bayrak olarak kullanılmaktadır ama iş mezhebe gelince, öncelik ona verilmektedir.
Ortadoğu’da dehşetli rekabetler vardır.
İran, Irak, Suriye Şiî grubu.
Türkiye, Suudî Arabistan Sünnî grubu.
ABD, İsrail, AB satrançta Sünnîleri, bu arada Suriye’deki halk isyanını destekliyor.
İran’ın isminin İslam Cumhuriyeti, Türkiye’nin laik cumhuriyet olması Suriye rejiminin haksızlığını değiştirmez.
ABD ve İsrail’in Türkiye ile İran’ı savaştırmak istediğini anlamak için strateji uzmanı olmak gerekmez.
Böyle bir savaş iki ülke için felaket, Ortadoğu için dehşet, insanlık için kıyamet olacaktır.
Yakın tarihte ABD ve İsrail, İran ile Irak’ı sekiz sene boyunca savaştırmış, hem iki İslam ülkesine büyük zarar verdirtmiş, hem de yüz milyarlarca dolarlık savaş rantı elde etmişti.
Şu anda Irak parçalanmıştır, Kuzey’de, bağımsızlığını yakında ilan etmeye hazırlanan bir Kürt devleti fiilen kurulmuştur.
Irak’taki Şiî rejimi Sünnîleri ezmektedir.
Ortadoğu’daki Sünnî Şiî (Bizans Sasanî, Osmanlı Safevî) mücadele ve rekabeti yeni değildir, iki bin senelik bir kutuplaşmadır.
Türkiye ile İran kesinlikle savaşmamalıdır.
Böyle bir savaşın, ne Türkiye’ye, ne İran’a faydası olacaktır.
Milyonlarca asker ve sivil ölecek, iki ülke harap olacaktır.
Türkiye rejimi Sünnîlik fanatizmi yapmamaktadır.
İran’da 20 milyan Sünnî yaşamaktadır, başkent Tahran’da en az bir milyon Sünnî vardır ama onların, bilhassa Cuma namazı kılabilecekleri bir tek mescid ve camileri yoktur, rejim buna izin vermemektedir.
Son yıllarda Türkiye’de üç yüzden fazla Şiî camii yapılmış, ibadete açılmıştır. Yeni Şiî camilerinin de inşaatı devam etmektedir.
İran’ın yarısından fazlası Türkçe konuşmaktadır.
İran Şiî bir İslam cumhuriyetidir.
Laik Türkiye (sosyolojik açıdan, dinî açıdan değil) Sünnî bir cumhuriyettir.
Heterojen bir yapıya sahip Türkiye Alevileri Câferileştirilmek isteniyor.
Kripto Hıristiyanların ve Kripto Yahudilerin bir kısmı iğreti Alevî kimliği postu altında gizlenmektedir.
Ne Türkiye, ne İran homojen bir yapıya sahiptir.
Türkiye Sünnîleri Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma gibi isimleri kullanıyor ama İran Şiîleri Ömer ve Osman gibi isimleri kullanmıyor ve bunlardan nefret ediyor.
Türkiye rejimi İran Sünnileri ile ilgilenmiyor ama İran’daki Şiî rejim Türkiye’deki Şiîler ve Alevilerle yakından ilgileniyor.
Benim kültürüm, Sünnîlikle Şiîliğin uyuşmayacağını ve bağdaşmayacağını anlamaya yeterlidir.
İki komşu Müslüman ülkenin kesinlikle savaşmasını istemem.
İran’daki yirmi milyon Sünnîye, en az, oradaki küçük Ermeni azınlığı kadar hürriyet verilmesini isterim.
Mezhep kavgaları durdurulmalı ve dondurulmalıdır.
Şiîlikte taqiyye ve kitmanın beş vakit namaz gibi farz olduğu, taqiye ve kitman yapmayanın dini olmadığı inancı dolayısıyla Sünnilerle Şiilerin tartışıp anlaşmaları imkansızdır.
Pakistan’daki acıklı ve ibretli duruma bakalım: Şiilerle Sünniler barış içinde yaşayamıyor, zaman zaman kan gövdeyi götürüyor
Cenab-ı Hak bizi mezhep savaşlarından korusun.
Türkiye ile rekabet etmesin, iki ülke arasında iyi münasebetler, iyi komşuluk ve işbirliği olsun.
İnşaallah ileride Türkiye ile İran arasında pasaport bile kaldırılsın.
Evet:
Aramızdaki, usûle ait vahim ihtilaf ve anlaşmazlıklara rağmen savaşmamalıyız, barış içinde yaşayabilmeliyiz.
TAKSİM meydanı motorlu vasıta trafiğine kapatılacakmış, yeniden tanzim edilecekmiş, bu arada Cumhuriyet devrinde yıktırılmış olan eski Topçu kışlası tekrar yapılacakmış… O Topçu kışlasının giriş kapısının fotoğrafı yıllarca tv cihazımın ekranında fon resmi olarak yer almıştı. Sonra münasebetsizin biri benden izin almadan silivermişti…
Taksim meydanının tanzimine bir şey demem. Topçu kışlasının tekrar yapılmasına çok sevinirim… Lakin… Evet lakin… Meydanın yenilemeden sonra alacağı şekli gösteren makete bakınca beynimden vurulmuşa döndüm.
Makette Topçu kışlasının içindeki cami yoktu!..
Bu camiyi de nereden çıkarttın denilirse cevabım şudur:
(1) Kasımpaşa’daki bahriye kışlasına bakınız. Ortasında kışla camiinin kubbesi ve minaresi görülüyor.
(2) Boğaziçi köprüsünden geçerken Yıldız tepelerine bakınız. Orhaniye kışlasının kubbeli camii ve minaresi görülüyor.
(3) Heybeliada’daki bahriye mektebinin/kışlasının eski fotoğraflarını bulunuz, orada da cami ve minare göreceksiniz. Bu cami Atatürk’ün emriyle yıktırılmıştır.
(4) Pangaltı’daki eski Harbiye binasının içinde de cami vardır. 1963’te sıkıyönetim tarafından tutuklandığım zaman, oraya götürülmüştüm. Nöbetçi subaya namaz kılabilir miyim diye sorduğumda beni bir asker nezaretinde o camiye göndermişti.
(5) Osmanlılar zamanında Galatasaray Sultanisi’nin (lisesinin) bile zemin katında (Konferans salonunun altında) çinili mihrablı, Hulefa-i Râşidîn levhalarıyla süslü camii varmış, öğrenciler vakit namazlarını topluca cemaat halinde okul imamının ardında kılarmış.
(6) Şehremini’nde ana caddede Osmanlılar zamanında yapılmış Yüksek Kız Öğretmen Okulu binasının arka tarafında da bağımsız güzel bir cami vardır. Okul halen vazife görmektedir ama cami kapalıdır, maalesef depo yapılmıştır, isteklere rağmen açılmamaktadır.
Evet Osmanlı kışla yaparsa, onun mutlaka camisi de olurdu.
Taksim’de madem ki eski Topçu kışlası yeniden yapılacak, onun camisi de aynen yapılmalıdır. Eski resimler, eski proje planları bulunmalı ve bu hayırlı iş hayata geçirilmelidir.
Böylece Taksim’de cami yapılması tartışmalarına da nokta konulmuş olur. 26 Şubat 2012